Erdoğan’ın başkanlığı ve AKP karşıtlığı temelinde geçen seçim süreci nihayet sona erdi. Herkesin binbir umutla beklediği 7 Haziran günü geride kaldı.
Türkiye iktidar ve muhalefetiyle bir bütün olarak belirsiz bir siyasi sürece girdi.
Erdooğan’ın başkanlık hayalleri bir başka bahara kaldı.
13 yılllik aradan sonra AKP iktidarını kaybetti.
8 Haziran sabahına umut bağlayanların payına, yeniden sandık düştü.
Türkiye gibi bir ülke açışından uzun sayılabilecek tek parti iktidarından sonra parçalı bir yönetime kapı aralayan seçimin tek galibi ise HDP oldu.
Seçim öncesi yazdığım yazıların birinde, Kürtlerin temsilini engellemeye yönelik oluşturulan % 10’luk baraja rağmen, HDP’in baraj altında kalma riskini de göze alarak seçimlere parti olarak katılmasının, siyasetten doğru olduğunu, ancak, seçime yönelik ortaya koyduğu hedef ve söylemlerinin yanlışlığını belirtmiştim. Çünkü siyaset aynı zamanda hertürlü riski göze alma sanatıdır. Siyasetten risk almak, hedef ve söylemlerinde kararlı bir duruşu sergilemek, tek başına doğruları söylemekten daha önemlidir.
7 Haziran seçimlerinde HDP’in kazançlı çıkmasını sağlayan da, hedef ve söylemlerinin doğruluğundan ziyade, HDP’lilerin aldıkları risk ve seçim sürecinde kararlı bir çalışmayı yapmış olmalarının bir sonucudur.
Gerek seçim bildirgelerinde ortaya koydukları hedefleri ve gerekse seçim sürecindeki söylemleri konusundaki düşüncelerimi bugün de koruyorum. Büyük bir başarıya imza atmalarına rağmen Selehattin Demirtaş’ın seçim akşamı yapmış olduğu konuşmada, „… HDP Türkiye’dir, Türkiye HDP’dir…“ söylemini de bir o kadar yanlış buluyor ve aynı şekilde eleştiriyorum.
Tıpkı Türkiyelileşme gibi Demirtaş, HDP’i Türkiye ile, Türkiye’yi de HDP ile özdeşleştirebilir, ancak asıl sorun böyle bir özdeşleştirmenin karşı tarafta ne kadar kabul gördüğüdur.
HDP’in seçim başarısı bile bunun böyle olmadığını ortaya koymaktadır ki, bunun için dünden beri gazete ve televizyonların seçim için hazırladıkları haritalara bakmak bile, tek başına yeterlidir.
Seçim öncesi Türkiyelileşme söylemine rağmen Kürtler, HDP’e sahip çıktılar ve ezici bir çoğunlukla oylarını HDP’e verdiler. HDP eğer Türkiye metropollerinde bir başarı elde etmişse, bu başarıyı oralarda da ona tattıranlar yine Kürtlerden başkaları değildir.
Dolayısıyla HDP’in 7 Haziran’da elde ettiğı başarı, ne Türkiyelileşme siyaseti, ne halkların kardeşliği konusundaki söylemi, ne de mitinglerinde taşıdıkları Türk bayraklarının bir sonucudur.
Bence yanlış söylem ve politikalarına rağmen, HDP’in en büyük başarısı, seçim barajını aşmaktan, Türk parlamentosuna 80 kişilik bir grupla temsil edilmekten daha çok, aldığı oy oranıyla siyasetten Kürtlerin tek temsilcisi olduğunu kanıtlamış olmasıdır.
Ancak, siyasetten Kürtleri temsil etme yetkisine sahip olan HDP’in mevcut politikalarıyla Kürtlere ne kazandıracağı ise, en azından bügünden tartışmalıdır.
Çünkü HDP’in 7 Haziran seçimlerinin tek kazananı olması, temsil ettiği Kürtlerin de aynı ölçüde kazançlı çıktıkları anlamına gelmiyor.
Nedenine gelince:
AKP ile hiçbir şart altında biraraya gelmeyeceğini 7 Haziran akşamı ilan eden HDP, seçim süreciyle askiya alınan Çözüm Süreci’ni bundan böyle ne ölçüde etkileyecektir?
Olası bir AKP-MHP koalisyonunun gerçekleşmesi halinde, bunun Kürtlere yansımasının etkileri ne yönde olacaktır?
Bunun alternatifi olarak HDP’in içinde yeralacağı, ya da dışarıdan destek vereceği olası CHP-MHP koalisyonunun Kürtlere faydası ne olabilir?
Ya da erken genel bir seçimle daha güçlü bir şekilde tekrar iktidara gelebilecek bir AKP’nin Kürtlere yönelik siyaseti nasıl şekillenecektir?
Salt barajı aşmakla, Türk Parlamentosu’na 80 milletvekili göndermekle, hatta Erdoğan’ın başkan olabilme ihtimaline son vermekle, Kürtler ne tür kazanımlar elde edecekler?
Bana kalırsa 7 Haizaran akşamı ortaya çıkan seçim sonucuyla, HDP ne kadar kazançlı çıktıysa, HDP’in siyasetten temsil ettiğı Kürtler de bir o kadar kaybettiler…
Yeniden başlığa dönecek olursak, Dana’nın kuyruğu tam da 7 Haziran akşamı koptu.
Gövdesi Türklere, kuyruğu da Kürtlerin elinde kaldı…
08.06.2015
firataras@navkurd.eu