Siyasi parti kongreleri hep ilgimi çeker. Hiç bir ayırım yapmaksızın Türk ve Kürt partilerinin kongrelerini izler, kongre salonundaki konuşmalardan, asılan pankartlara, kongre sonucunda yönetime seçilen kişilere kadar takip eder, o partiyle ilgili bir fikir edinmeye çalışırım.
Onbeş gün önce AKP’nin kongresi yapıldı. Kongre, Erdoğan’ın konuşmasından, katılımcılara kadar birçok yönüyle masaya yatırıldı, sonuçlarıyla birlikte yoğun bir şekilde tartışıldı. Bu tartışmalar hala devam ediyor…
Bugün de BDP’nin kongresi yapılıyor. Öyle sanıyorum ki AKP’nin kongresi kadar olmasa da, BDP kongresi de benzer yoğunlukta tartışılacaktır.
Bu iki partinin kongrelerine ilginin nedeni ise, hiç kuşkusuz Kürt sorunu…
Çünkü biri iktidar partisi olarak sorunun bir tarafını, diğeri de muhalefet ve de Kürt orijinli bir parti olması nedeniyle diğer tarafını oluşturuyor…
AKP kongresi toplumun bu yöndeki beklentilerine yanıt olamadı. Barzani’nin kongreye katılımı ve Kürtçe konuşması ile kongre de dağıtılan kitapçıktaki birkaç madde dışında, sorunun çözümü konusunda somut bir mesaj verilmedi.
Bu kez gözler BDP kongresine çevrildi. Özellikle de Kürtler, BDP’nin kongresinden aklıselim bir sesin ortaya çıkabileceği, sorunun çözümü için kongrede alınacak bir kararla, yapıcı bir önerinin iktidar partisinin önüne konulacağı beklentisine girdiler…
Ancak burada da „dağ fare doğurdu“ misali pek birşey çıkacağa benzemiyor. Beslenen umut ışığı buradan da yansıyacak gibi görünmuyor.
BDP kongresi de tıpkı AKP kongresi gibi tekli bir anlayışla başladı, burada da tüm sorunların çözümü bir „kahraman“a havale edildi…
Aradaki tek fark, AKP kahramanının tek seçici olarak kongre salonunda bizzat yeralmasıydı, BDP kahramanının ise salonda bir bezle temsil edilmiş olmasıdır.
AKP’liler sessiz kalmalarıyla kahramanlarına bağlılıklarını gösterirlerken, BDP’liler ise kahramanlarına olan bağlılıklarını, konuşmalarının başında yaptıkları yemin ve attıkları sloganlarla ifade ediyorlar…
Bu kongre ile, BDP’liler de kendilerine gönül verenleri oyalama konusunda en az AKP’liler kadar mahir olduklarını açık ve net bir şekilde gösteriyorlar.
Bir taraftan, „Önderlik yaşamdır yaşamımızdan vazgeçmeyiz„ diyerek dağa ve adaya mesaj gönderirlerken, diğer taraftan genel kitleyi memnun etmek için ise, Kürtçenin kullanılması konusunda attıkları „Kürtçe ekmek yiyin, Kürtçe su için“ gibi içi boş sloganlarla işi idare ediyorlar..
Kongrenin başından beri yapılan konuşmalar ve atılan sloganlar içerisinde en faza ilgimi çeken de bu slogan oldu.
Çünkü, şimdiye kadar hep merak ediyordum, şu BDP’liler kendi aralarında niye Kürtçe konuşmuyorlar, diye. Hatta kimi zaman, Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel ve Sırrı Surreya Önder’e haksızlık yaparak, bu durumu onların Türklüklerine, dolayısıyla da Kürtçe bilmemelerine bağlıyordum. Onlar Kürtçe bilmeyince, kendilerini dışlanmış olarak hissetmesinler diye, BDP’li Kürtlerin de Kürtçe yerine Türkçe konuşmayı tercih ettiklerini düsünüyordum.
Oysa sorun bu değilmiş. BDP’liler Kürdüyle, Türküyle kendi aralarında hem Kürtçe, hem de Türkçeyi paralel bir şekilde kullanıyorlarmış. Parti zaten iki dilliymiş, bundan haberimiz yokmuş…
Birbirleriyle sohbet ederlerken, siyasi propaganda yaparlarken, Türk ve Kürt halklarının kaderini değiştirmek için önlerine konulan taptaze teorileri içselleştirirlerken, toplu ayinlerde Ulu Önder’e (sakın, bunu Atatürk ya da soyadından dolayı Sırrı Surreya diye okumayın) secde ederlerken Türkçeyi, sadece ekmek yiyerken, su içerken de Kürtçeyi kullanıyorlarmış…
Hatta bugün Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel ve Sırrı Surreya Önder’in yaptığı gibi, yıllar önce Yalçın Küçük de Kürtçe ekmek yiyor, su içiyormuş…
Bu konudaki çekincelerimi gidermek ve yazdıklarımı maddi bir temele dayandırmak için bir-iki uzmanın görüşüne başvurmayı da ihmal etmedim.
Bilgilerine başvurduğum uzmanların belirtiğine göre, BDP’nin bu gün iki dilli bir parti olmuş olması da, Yalçın Küçük’ün Kürtlere kazandırmış olduğu bir buluşuymuş. Ancak o, görevi gereği safları terkedince, onun bu buluşu da halk adına kamullaştırılarak, BDP’nin Ankara’da yapılan kongresinde isimsiz ve sade bir slogan olarak atılmış/asılmış…
AKP kongresinde Kürt sorununun çözümü konusunda somut bir yol haritası çıkar diye umutlanırken, Erdoğan bizi bin yıl öncesine götürerek, Alparslan’ın Malazgirt’e hangi yoldan girdiğini gösterdi.
Başkasını bilmem ama, ben en azından, BDP kongresinde birileri, hem PKK’nin Kürdistan’daki okulları yakmasına, hem de devletin tek dilli eğitim sistemine karşılık, Kürt çocuklarının eğitimi ile ilgili belki bir alternatif sunar diye kendimce hayal kurarken, kongreyi yöneten kişinın sık sık, „Kürtçe ekmek yiyin, Kürtçe su için“ anonsuyla kendimi bir an yüzlerce km uzaktaki kongre salonundaymışım gibi hissettim…
Bu kasvetli havadan kurtulmak için ise, kongrenin sonucunu beklemeden televizyonumun düğmesini kapatıp, rahat bir nefes almak için kendimi bir an önce sokağa attım…
14.10.2012
firataras@navkurd.eu