Kürtler tuhaf bir halk.
Kendilerinden başka hiç kimseye benzemiyorlar.
Tercihleriyle, seçimleri birbiriyle çakışmıyor.
Yaptıklarıyla, talep ve istemleri birbirine uymuyor.
Kendi içlerinde bir çok çelişkiyi bir arada barındırıyorlar.
Bu nedenle, her seferinde başka bir duvara tosluyorlar.
Örnek mi?
Alın size BDP’liler…
Niye mi BDP?
Aslında tüm Kürt orijinli partileri gözlemliyor, onlarla ilgili eleştirilerimi bu sayfada siz değerli okurlarla da paylaşıyorum.
BDP ye gelince, kuşkusuz Kürtlerin ağırlıklı bir kesimini temsil eden meşru ve legal bir parti. Bu özelliği itibariyle de, BDP’lilerin ortaya koyduğu siyasi tavır ve davranışlar önemli ölçüde Kürtleri de bağlıyor.
Çok ilginçtir ki, BDP Kürtleri temsil eden bir parti olmasına rağmen, vitrininde yer alanların, ya da parti adına kamuoyunun karşısına çıkan yönetici ve kadrolarının söylemleri, temsil ettikleri Kürtlerin talep ve istemleriyle çoğu kez örtüşmuyor.
Ertuğrul Kürkçü ya da Abdullah Levent Tüzel’den bahstmeye bile gerek yok. Bunların geldikleri yer, beslendikleri siyasi kültür ve meşrebleri zaten belli.
Bir de konuşma sitilinden başka Kürtlerle hiç bir ortak yanı olmayan Sırrı Sürreya Önder. Bunların tutturmuş oldukaları politik söylemin BDP tabanının tercihleriyle birebir ötüşmemesi gayet normal. Çünkü bunlar paraşütle Kürt halkının önüne indirildiler, Kürtler de zorunlu olarak bunları seçme durumunda kaldılar.
O nedenle Ertuğrul Kürkçü’nun Silivri teşebüslerini, Abdullah Levent Tüzel’in Kürtlerle ilgili olmayan alanlardaki kahramanlıklarını, Sırrı Sürreya Önder’in, Koçgiri, Geliyê Zilan ve Dersim’de Kürtlerin katledilmesini emreden Mustafa Kemal’i yüzyılın gördüğü en büyük dehalardan biri olarak tanımlayıp Kürtlere yeniden pazarlamasını es geçiyorum.
Sorun, Kürt olanların Kemalizim hayranlığı konusunda bunları sollamaları.
Aysel Tuğluk, yılar önecki bir yazısında Atatürk ile ilgili; „Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür“ şeklinde methiyeler sıralamıştı. Bu methiyelerine itiraz eden Kürtleri, bugün Taha Akyol’a şikayet ederek Ata’sına olan bağlılığını kayıt altına alıyor…
Aysel Tuğluk’un az farklı bir versiyonu olan Sebahat Tüncel de ondan geri durmuyor; „Ulus Devlet istemiyoruz“ demekle kalmıyor, çıktığı televizyon ekranlarında avaz avaz bağırarak, Türkiye’nin bekası için Barzani çizgisinin tehlikelerinden dem vuruyor…
Hasip Kaplan, „biz Türklerle et ve tirnak gibiyiz, Kürtler Türklerden ayrılırsa ocağım sönecek, eşim ve çocuklarım hangi tarafta kalacak“ diye gürlüyor…
Esat Canan, çıktığı yurtdışı gezilerinde, kaldığı otelerin önünde Türk bayrağını dalgallandırmadıkları için otel görevlilerini tokatlıyor…
Şimdı sormak gerekirse, Kürtler, özellikle de BDP’ye oy verenler bunun için mi bunları kendilerine temsilci olarak seçtiler?
Kuşkusuz BDP’li milletvekillerinin tümü için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Örneğin Leyla Zana, Halil Aksoy, Hüsamettin Zenderlioglu gibi Ulusal Devlet istemi de dahil olmak üzere birçok konuda Kürtlerle ortak paydaya sahip olanlar da yok değil.
Ancak bunlar da ya bilinçli olarak sessizliği tercih ediyorlar, ya da tabana rağmen dümene geçen birileri tarafından susturuluyorlar.
Bunların dışında Kemalist olmadıkları halde öne çıkan Sırrı Sakık, Altan Tan, Ahmet Türk gibilerini ise, farklı bir kategoride değerlendirmek gerekir.
Sırrı Sakık politik cambazlığıyla gündemde kalmayı başarıyor.
Altan Tan, siyasi geçmişinden gelen ilişkilerini kullanarak farklılığını ortaya koyuyor.
Ahmet Türk ise, DTK Eşbaşkanı olmasına rağmen kendisini Aysel’e göre konumlandırarak hem nalına hem de mıxına vurarak, günü kurtarmaya çalışıyor…
Her şeye rağmen Kürtlerin karşı karşıya kaldıkları tüm olumsuzlukların nedeni bunlar mı?
Elbette değil.
Ortada bir terslik varsa, o da, bunlardan daha çok, ulusal talepleri için yeri geldiğinde gözünü bile kırpmadan ölüme giden ve aynı zamanda bunları temsilci olarak seçen Kürtlerde!..
20.09.2013