Birey, grup, sınıf ya da bir halk en fazla neye ihtiyaç duyuyorsa, onu içselleştirerek talep eder. Kürtlerin de bugün ortaya koydukları barış talepleri, barışa ve barış ortamında insanca yaşama duydukları ihtiyacın bir sonucudur.
Abdullah Öcalan’ın önerisiyle Kandil, Mahmur ve Avrupa’dan birer barış grubunun oluşturulup Türkiye’ye doğru yola çıkmaları ve bu grupların Kürt halkı tarafından heyecanla karşılanmasının altında yatan gerçek, halkın barış ortamına duyduğu özlemin bir sonucudur.
Peki ne oldu da, dün savaş isteyenler, ya da sorunun çözümünü dağa çıkmakta bulanlar bugün için dağdan inmeyi çözümün temel şartı olarak görmeye başladılar.
Kuskusuz herkesin bu soruya cevabı farklı olabilir. Dün savaşı çözüm olarak görmeyenler, bu gün ortaya konulan barış talebine burun kıvırabilir, hatta bunu teslimiyetçilikle bile açıklayabilirler.
Yine dün savaşta ısrarcı olanların bir kesimi de, dağdan inmeyi bir onur ve gurur sorunu temelinde ele alıp, dünkü ısrarlarında ayak diretebilir.
Bu ve bunlara benzer yaklasımların olması doğal karşılanmalı ve bu türden yaklaşımların bugünkü sürece hizmet etmeleri için, önyargılardan uzak bir şekilde tartışılmaları önemlidir.
Kaldı ki Kürtler ilk kez değil, ilk hak teleplerinden günümüze kadar barış ve kardeşlik temelinden yola çıkarak mücadele ettiler.
Ne yazık ki, bu talepleri, her seferinde sert kayalara çarptı. Kimi zaman köşelerine çekilip yüzyüze kaldıkları zulme karşı boyun eğdiler, kimi zaman tanrıya sığınarak kendilerine zülm edenleri ona havale ettiler, kimi zaman da en son çare olarak kendilerine hiç bir zaman ihanet etmeyen, onları koynunda saklayan dağlarına sığındılar. Dağların onlara verdikleri güç ve dirençle yaşama bağlanıp, barış ve özgürlük için savaştılar.
Kürtlerin kendi çocuklarına takmış oldukları isimler bile tek basına sürecin yukarıda anlatıldığı gibi geliştiğini göstermeye yetmektedir.
Bir dönem yeni doğan Kürt çocuklarının isimleri, Azad, Aşti, Peyman, Roj, Rojda, Helin, Jiyan gibi barış ve yaşamı simgeleyen kelimelerden oluşuyordu.
Ancak bir dönem sonra bu isimlerin yerini, Şerwan, Çekdar, Bahoz, Piling, Çîya, Ezman, Brusk, Berxwedan gibi savaş ve dağı çağrıştıran kelimeler aldı.
12 Eylül zulmünü yaşayan, Diyarbakır 5 Nolu’nun kapısından geçen, köylerinin yakılıp yıkılmasına yakından seyreden, hergün bir akrabasının ya da komşusunun faili meçhule(!) gitmesine tanıklık yapan bir halkın savaşa yönelmesi de, bugünkü barış istemi kadar doğaldı.
12 Eylül sonrası süreçte devlete karşı mücadele etmenin ve ayakta kalabilmenin tek şartı olarak savaşmak, Kürtlerin tümü için tek geçerli yoldu.
Bunun için yılarca silah ve şiddetten uzak kalan kesimler bile, silahlı mücadelenin tek çare olduğuna kanaat getirip bu yönde hazırlık bile yaptılar.
Ancak gelinen aşamada yapılması gereken dünü tartışmaktan çok, bugünü tartışmak ve bugünün ihtiyaçlarına cevap verecek yol ve yöntemlerle hak arayışını sürdürmektir.
Hangi gerekçe ve saikle olursa olsun, devletin somut olarak TRT Şeş ile başlatmış olduğu bir açılım süreci, kimi aksaklıklara rağmen devam etmektedir.
Günümüz dünya şartlarında bu açılıma karşılık savaşla cevap vermek, Kürtlerin haklı konumdan haksız duruma düşmelerine yolaçmaktadır.
Bu nedenle, bugün atılan barış adımının arkasında kim olursa olsun, ya da hangi grup veya kesime hizmet edecekse etsin, tüm Kürtler tarafından desteklenmelidir.
Diğer taraftan barış gruplarının Türkiye‘ye doğru yola çıktıkları bir günde, Erzincan’da PKK adına propaganda yaptıkları gerekçesiyle öğrencileri gözaltına alan devletin yargı ve diğer kurumlarının iyi niyet taşımadıklarının bir göstergesidir.
Ancak buna rağmen Kürtler, barış taleplerinden vazgeçmemeli, aksine devletin başlatmış olduğu açılımın somut adımlarla devamı için, topu devletin kucağına atmalı…
Barış, hemen şimdi şiarıyla dalga dalga yayılmalı…
19.10.2009