Kürtlerin siyasal anlamda legalleşme serüveni, 1990’lı yılların başında Halkın Emek Partisi (HEP)’in kuruluşuyla başladı. O günden bu güne sancılı da olsa, bu süreç, hep olumlu yönde bir seyir izledi. Eski alışkanlıklar birer birer terk edildi, belli bir kesimle sınırlı olan illegal kalıplar yavaş da olsa kırıldı, kitlelerle buluşabilmenin ancak legal mücadele yöntemleriyle mümkün olabilecegi öngörüsü, tüm Kürtlerce kabul edilen bir gerçeğe dönüştü.
Oysa HEP’in kuruluşu devlet kadar kimi Kürtler arasında da bir tedirginliğe yol açmıştı. Devlet, bu alanın önemini bildiği için kendince tedbirler almaya çalışıyordu, Kürtler ise, kendileri için yeni olan bu süreci başlamadan bitirmek için binbir bahane üretiyorlardı.
Kimine göre legalleşmek; „devlete teslim olmaktı“.
Kimine göre ise, legal parti kurmak; „devletin bir oyunuydu“.
Ancak, devlete ve kimi Kürtlere rağmen süreç, genel olarak Kürtlerin lehine gelişiyordu, Kürtlerin haklı mücadelesi, kitleler nezdinde her geçen gün biraz daha kabul görüyor ve meşru bir zemine dayanıyordu.
Bu durum, yeni sürece cephe alan Kürtlerin kaygılarını bertaraf ederken, bu kez devletin tedirginiği, bir paranoyaya dönüşüyordu…
Süreci tersine çevirmek, ortaya çıkan siyasi yapıların kitleselleşmelerini, kurumsal bir yapıya dönüşmelerini engelemek için, bu kez, binbir bahane bulmaya çalışan devlet oluyordu…
Bu nedenle kısa bir süre sonra HEP kapatıldı, partiyi kuran kadroların yeniden bu yola başvurmamaları için, kendilerine siyaset yapma yasağı getirildi.
HEP deneyiminden ders çıkaran Kürtler ise boş durmadılar, devletin bu adımına karşı Demokrasi Partisi (DEP)’i kurarak karşılık verdiler.
Böylelikle siyaset sahnesinde de aç-kapat süreci başlamış oldu.
Kürtler parti kuruyor, devlet ise zaman geçirmeden, havadan-sudan bulduğu bahanelerle kurulan partileri kapatıyordu.
Kürtler parti kurmaktan, devlet de kurulan partileri kapatmaktan bıkmıyorlardı…
Bu aç-kapat süreci 2009 yılına kadar devam etti. Yirmi yıllık bu süreçte onlarca Kürt partisi kapatıldı, bu nedenle Türkiye, kapatılan siyasi partiler mezarlığı olarak anılmaya başlandı.
Dünya’daki kimi gelişmelere paralel olarak Türkiye de değişti. Yeni bir süreç başladı, devlet, parti kapatmanın çare olmadığını kavradı, böylelikle parti kapatma alışkanlığından vazgeçti.
Ancak bu, aç-kapat olayı Kürtlerde bir alışkanlık haline dönüştü.
Bu kez Kürtler, tek taraflı olarak kurumsallaşan partilerinin kapılarına kilit vuruyor, yedekte tuttukları partilerle yeniden başa dönüyorlar…
Kürt siyasetinin kurumsallaşmasını engelemek, kurumsal yapıların sürekliliğine engel olmak için devletin geçmişte yaptığını, bu gün tek bir farkla Kürtler kendi kendilerine yapıyorlar…
O fark da, geçmişte devlet partiyi kapatırken, partiye yön veren yöneticilere siyaset yasağı getirerek, onları ya içeri atıyor ya da saf dışı bırakıyordu.
Yeni süreçte ise, Kürtler bunu da kendi elleriyle yapıyorlar. Eskilere siyaset yasağı getirmeseler de, onları kenara itmekle, devletin aleni yaptığı işi, değişim adı altında formüle ederek gerçekleştiriyorlar…
Bu durum, Türklerin meşhur bir sözünü bana hatırlatıyor.
„Alışmıs kudurmuştan beterdir“…
Bu söz, bugün kendi partilerini kendi elleriyle kapatıp, kendilerini üç buçuk Türk’ün aklına emanet eden BDP’lilere adeta cuk diye oturuyor…
Devlet kudurmuşluktan vazgeçti, ancak Kürtler alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemiyorlar…
Ne diyelim…
Bu alışkanlıklarını en az bir kez daha tekrar etmelerini dılemekten başka…
18.04.2014
firataras@navkurd.eu