“Sınır ötesi harekat” kavramı yirmibeş yılı aşkın bir süreden beri Türk ve Kürt kamuoyunda, Türk devletinin PKK’yı bahane ederek Güney Kürdistan’a yönelik yapmış olduğu ve yapmayı tasarladığı saldırılar için kullanılmaktadır.
Bu saldırıların asıl amacı, diğer parçalarda da olsa Türk devletinin potansiyel bir tehlike olarak gördüğü Kürtleri sindirme ve onların kazanımlarını sabote etmektir. Bu dün de böyleydi, bugün de.
Buna rağmen adına “sınır ötesi operasyon” denilen bu çirkin emel, ne yazık ki Kürtler tarafından bile aynı kavramlarla ifade edilmektedir.
Hangi sınır ötesi?
Sınırın bu tarafı ile ötesi arasında faklı uluslara mensup insanlar mı yaşamakta?
Sınır denilen çizgi, bir halkı topraklarıyla birlikte birbirinden ayırmak için yeterli mi?
Kuşkusuz değil.
Türkçesi Kuzey Irak olan Güney Kürdistan, Kuzeyi ile bir bütünün parçası.
Dolayısıyla Türk devletinin asıl amacı da Kürdistan’ın özgürleşen Güney parçasını işgal etmektir.
Ancak işin garip bir tarafı var ki, o da devletin bu işgal senaryosunu, dün olduğu gibi bugün de kimi Kürtlerle birlikte sahnelemeye çalışmasıdır.
„Apodevlet“ olarak tanımlayabilceğimiz bu ittifakın hazırlamış olduğu senaryo temel olarak iki şeyi hedeflemektedir:
- Güney Kürdistan’da günbegün ilerleyen devletleşme atılımını tamamlanmadan boğmak
- Kürtlerarası savaşı yeniden sahnelemekle, Kürtlerin birliğini hiç gelmeyecek bir bahara ertelemek.
Çünkü Türk devleti de çok iyi biliyor ki, bugüne kadar hiç bir şey Kürtlerarası savaş kadar Kürtlere zarar vermedi, bundan sonra da vermez.
Tam da bu nedenle kuruluşundan günümüze kadar Apodevlet faktörü hep diri tutuldu.
Bugün de sona yaklaşan oyunun son perdesi sahneye konulmak isteniyor.
Ancak bu final için geç kalındı. Çünkü Kürtlerarası savaş ihtimali çoktan ortadan kalktı, hem de kimi Kürtlerin kara bağlayıp, oruç tutup, yas günü ilan ettikleri 15 Şubat 1998 tarihinde…
Neydi, 15 Şubat’ı bu kadar önemli kılan?
15 Şubat 1998, Abdullah Öcalan’ın Amerikan güçleri tarafından Türk Devletine teslim edildiği tarihtir.
Tabi bu Kürtlerarası savaşı sonlandırmak adına değil…
Abdullah Öcalan’ın ABD tarafından Türk devletine teslim nedenin başında, ABD’nin Ortadoğu’ya çeki düzen vermek için hayata geçirmek istedikleri projenin Kürdistani ayağına PKK’nin çelme takma ihtimalini ortadan kaldırma amacı yeralıyordu.
Asıl amaç bu olmakla birlikte, bu teslimat aynı zamanda Kürtlerarası savaşın sonlandırılmasını da beraberinde getirdi.
Ne yazık ki bir kısım Kürtler buna sevinip, 15 Şubat gününü „ulusal birlik ve dayanışma günü“ ilan edeceklerine, siyahlara bürünüp yas tutuyorlar…
15 Şubat sonrası Abdullah Öcalan’ın tüm çabalarına rağmen Güney’deki oluşuma karşı savaşmaları için en yakınındakilerini bile harekete geçirmeyi başaramadı, aksine bu konudaki söylemleri, en yakın çevresi üzerinde de ters etki yaptı.
En güvendiği kişiler dahi söylemde ona bağlı gibi görünseler bile, bu güne kadar onun Güney’e yönelik istemlerini gerçekleştirecek pratik bir adımı atmadılar, aksine daha çok Güney’deki güçlerle diyalog yolunu seçtiler.
Apodevlet ise, devletin ona sağladığı her türlü olanakları kullanarak avukatları aracılığıyla günübirlik talimatnameler yayınladı, hatta onlardan bazıları aracılığıyla, parti kongrelerinde savaş kararını bile aldırttı…
Tabi tüm bunlar destek aldığı devlete karşı savaşmak adına da olsa, asıl amaç, devlete karşı yürüttükleri savaşla Türk Ordusunu Güney’e çekmek ve böylelikle oradaki kazanımları ortadan kaldırmaktı…
Ancak bu, bugüne kadar başarılamadı…
Bundan sonra da başarılamaz…
Abdullah Öcalan‘ın „Demokratik Cumhuriyet“ tezi ve Barzani-Erdoğan „Nakşibendiciliği“nin yaratacağı tehlikeye karşı Kemalizmi koruma söylemi, PKK’nin Güney’e müdahalesi için yeterli bir sebep olamadı, bundan sonra da olamaz…
Çünkü bu ve buna benzer tezlerin hayat bulma şansı 15 Şubat 1998 tarihi itibariyle sona erdi.
Bu nedenle Kürtler bu günü „birlik ve dayanışma günü“ olarak ilan edip kutlamalı…
15.02.2007
firataras@navkurd.net