Sevgili okuyucu canlar, insanlık tarihi kesin olarak kaç milyar, kaç milyon ve kaç yüz bin yıl önce başladığı bana göre kesin olarak bilemeyiz. Kanımca ancak insanoğlu ilkel yaşamdan, insani yaşama geçişinde, el işaretini bırakıp az sözcüklerle konuşup birbirlerine dert ve isteklerini anlamalarından sonra, kendilerinden üstün gördükleri birçok şeyi kendilerine Tanrı yaptılar ve bu Tanrı ve Tanrılara sakız ve tutkal gibi yapıştılar. Tabi bu hal ve inanış tek bir coğrafyada olmadı. Kanımca dünyanın her yerinde insanlık tarihi böyle başladı, insanlar kendi aralarında gerek geçim için olsun ve gerekse inanç bazında hep birbirini öldürdüler. Fiziki gücü kuvvetli, şeytanı zekâsı güçlü olanlar, hep mazlum ve güçsüzleri ezdiler, kendilerine köle yaptılar. İnandıkları bağnaz inanç için hep hemcinslerini acımasızca öldürdüler, ki bugün o dönemler gibi olmasa da yine Şeytan zekâlılar mazlumlar için yalan ve metafizike dayalı çeşitli uyduruk hikâyelerle milyarlarca insanı kandırmaktalar. Mesela Hıristiyan dinini yaratan ve ilk önce belirli geri kalmış toplumlara, sonra da güçlü Roma’ya inandıran İsa’nın 12 havarisi ve İsa’nın annesi Meryem’in hiç ergenliği bozulmadan, İsa’yı doğurduğunu ve onun öz Tanrı oğlu olduğunu milyonlara inandırdılar. Bugün hâlâ buna inanan bomıkleştirilmiş milyonlarca, hatta milyarlarca insan var. İslâm inanç sistemine gelirsek, iki milyara yakın bu inancın bağnazları daha da fazla ve tehlike arz eden kişi ve toplumlar. Örneğin günümüzde (Başlangıçta ve düne gelen zamana değinmeyeceğim) IŞİD, El Kaide, Hamas, Hizbullah, biz Kürdlerde de HUDA-PAR ve benzerleri. Bunlar Mekkeli Muhammed’in bir gecede göğün yedinci katına çıkıp Allah ile konuşup geldiğine sıkı bir şekilde inanmaktalar. Bunların yanında sen “Yahu nasıl olur, senin gibi, benim gibi, annesi Emine adlı bir kadından doğan bir adam, nasıl bir gecede göğün yedinci katına çıkıp geldi? diyemezsin. Onu, onun Kur’an ayetlerini eleştirmek, yaşadığı yedinci asırdaki yanlışlarını söylemek, ölümü göze almak demektir. Ayrıca Musa, Davud, İsa ve Muhammed döneminde bisiklet bile yokken, bunlar nasıl ve ne ile göğün yedinci katına gidip geldiler? Sormak bile ölümle eşdeğer. Bugün Apollo adlı uzay gemisi saatte kırk bin kilometre hızla uçuyor, dünyamız ve yedi gök arasında da milyonlarca kilometre mesafe var, bunlar ne ile uçup gidip geldiler? Buna inananlara ne denir? Hadi diyelim Musa, Tanrı ile Tur î Sinan dağında tanıştı. Peki Davud nasıl Peygamber oldu? Onun “Zebur” denen kitabı nerede? Yoksa O da mı yedi kat gökyüzüne çıkıp geldi? Oğlu Süleyman, gerçekten her türlü canlının dilini biliyor muydu? Zira buna inanan bir hayli bomıklar var. Bunlar kendilerini Harranlı İbrahim’in torunları olarak görüyorlar ve bunlara “İbrahim öz kız kardeşi Sara ile evlenmiş, (baba bir, anne ise ayrı) köken olarak da Kürd’dür” desek, yine kafir, gavur, katlı vacip kişi oluruz. Çünkü yalana, olmaz şeylere inanmış ve şartlanmışlardır. Çünkü o tarihte insan yaşam ve kanunları hakkında bilgileri yok. Yine onlara, “İnandığınız Âdem ile Havva’nın çocukları kimlerle evlendiler” diye sorduğumuzda verecek cevapları yok ve yine biz kafir ve gavur, katlı vacip kişi oluruz.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bana göre insanlık tarihi hem gerçek bir insan tarihidir ve hem de (af buyurun) eşekleştirilmiş insanların tarihidir. Kanımca eşekleştirilmiş insanı topluluklar, gerçek insanı topluluktan kat be kat fazladır. Bunlar yalan, dolan ve hurafelerle şartlanmış, yine insanlar içinde şeytanı zekâya sahip kişilerin köle ve silahlı askerleridirler. Bu tür insan türlerinin çoğu bana göre biz Kürdlerde daha çok. Hiç unutmam, anılarımda ondan bahsettim. 1971 tarihinde ben, babası Şeyh Said olayından bir müddet sonra Mardin, Ömerli kazasının bir köyünden Beyrut’a giden, kendisi de Beyrut’ta doğmuş Ali Huri isminde bir Kürd ile tanıştım. Hatta onunla ve başka birkaç Kürd kardeşlerimizle bir dernek kurma girişimimiz de oldu. Ali’yi ilk tanıdığımda çok sevdim ve onu baya ilerici gördüm. Ali daha sonra Arap, Müslümanların oturduğu bir semte taşındı ve kısa bir zaman diliminde koyu bir Müslüman oldu, beş vakit namazı kılmaya başladı, ki bu konuda ona diyecek bir şeyim yoktu. Çünkü halkımın büyük çoğunluğu Müslümandı, namaz kılıp oruç tutuyordu. Ve ayrıca ülkemizin etrafı da Müslümanlarla çevrili idi. Ona “Namaz ve oruçtan, İslâm dininden elini çek, uzak dur” diyemezdim. Ali böyle olunca bir gün yine her zaman ki gibi eşimle birlikte evine gittim. Bir ara Ali’ye “Ali sen her şeyden önce Kürdsün, Müslüman olmana saygılıyım, sen benim için bir Kürd kardeşimsin, seni seviyorum” deyince o, “Kek Rıza ben önce İslâm ve Müslümanım, sonra Kürdüm” deyip beni şaşırttı ve çok dil dökmeme rağmen Ali dediğinde ısrar etti ve hem benden ve hem de Kürd toplumundan uzaklaştı. Hâlâ yaşayıp, yaşamadığını da bilmiyorum. İşte her türlü şartlanma böylesine iğrenç ve korkunç bir alışkanlıktır. Bugün milyonlarca Kürd dört Müslüman devletten her türlü zulmü görmesine rağmen “Ben önce İslâm ve Müslümanım, sonra Kürdüm” diyebiliyor. Bu alışkanlık siyasette de böyledir. Mesela ben kendimden örnek vereyim. Gençliğimde bağnaz bir Alevi ve kılıç ile sayısızca Tanrı kullarının kelesini uçuran mêrkuj Arap Ali’yi de Allah olarak biliyordum. Tabi ben kendi akıl ve irademle Ali’yi böyle görmedim. Önce anne ve babam bunu bana öğrettiler. Onlar da sözüm ona kendilerine “Seid î Saadet, Evladi Resûl, Ehli Beyt ailesinden geldiklerini söyleyenler tarafından kandırılmışlardı. Kısacası ben 27 yaşıma kadar böylesine şartlanmış, aptal bir Rıza idim. Sonra Sosyalist ve Komünist oldum, ama nasıl? İnanın Sosyalizmin S harfini dahi okumadan, M harfinden çıkmıştım. Avusturalya’ya geldiğimden dört yıl sonra, yani 1974 yılında kendi oturma odama Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun büyük çerçeveli portrelerini asmış ve o resimleri birçok arkadaşa da dağıtmıştım, ama daha sonra kendime geldim, ben beni tanımaya başladım. Marks ve Engels’i birer düşünce insanı, Stalin’i ikinci bir Hitler, Lenin ve Mao’nun da benim halkımın dostu olmadıklarını anladım ve insani Kâmil bir Kürd yurtseveri olup bugüne geldim.
Sevgili canlar, bunları size niçin yazıyorum sorusuna gelmek istiyorum. Yukarıda da dedim, “Şartlanma kötü bir alışkanlık”. Zira yazının başlığı da bu konuyla ilgili. Bu alışkanlığın sonu hiç de insani değil düşünenlerden biriyim. Daha önceki bir yazımda bu konuyla ilgili, Özgür Gündem yazarlarından Veysi Sarısözen’den bahsetmiş, Abdo için yazdığı bir yazı için, ben ona “Sersem” yani başı zehir, zehir başlı diye yazdığımda o, değişik bir isimle haşa huzurdan bana “Allah’ını sikerim, ulan orospu çocuğu” diye bir mesaj göndermişti. Peki neden böylesine bir hiddetle bana küfür ediyordu? Bana göre Abdo ve TKP zehriyle şartlanmış bir mürit. Çünkü kendisi eski bir Kemalist ve Kemalist TKP sevdalısı. Kanımca beni görürse öldürmeye kalkacak. Adam kafasını Abdo’nun özgürlüğünü ve onun saçma-sapan, aptalların bile inanmadığı teori ve “Dünya Halklarının Kardeşliği, Demokratik Cumhuriyet, Kadın Özgürlükçü Yaşam Biçimi, Ekolojik Toplum, Ortadoğu Konfederalizmi” ile üşütmüş.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, ben kişi olarak hiçbir zaman Öcalan’ı sevmedim. Onun ülkeme ve halkıma verdiği zararı, düşmanlar dahi vermedi. Defalarca yazdım; beş bine yakın köy virane, koca coğrafya tarumar, on milyona yakın insanlarımızın düşman metropollerine göçü ve asimilasyon çarkının önünde sıraya girmeleri ve yüz bine yakın gencimizin şehit düşmelerine rağmen, bir karış Kuzey Kürdistan toprağının özgürleşmemesi. Bu kadar gerçeklik göz önünde iken, kahramanlık taslamanın, işkembeden atmanın, zavallı, mazlum, bilinçsiz insanlarımızı kandırmanın bir anlamı olmaz. İnanın aklım bu palavraları bir şerbet misali gibi halkımıza inandırmaya sunan, yine sözüm ona, “Yazar, çizer, aydın Kürd insanına yakışmaz” diyorum. Bunlardan Sayın Veysi Sarısözen kafasını Abdo’nun tecrit ve özgürlüğüyle üşütmüş gibime geliyor. Her yazısında Abdo’nun saçma-sapan teori ve özgürlüğünden bahsetmektedir, ki inanın ben Abdo’nun özgürlüğünü Sayın Veysi Bey’den daha çok isteyen biriyim. Ben onu günahım kadar sevmesem da o hapis olduğu yerde benim Kürd adımı taşıyor ve ben kendimi orada hissediyorum. Hele onu ilk iki Türk bayrağı arasında görünce, orada kendimi hissettim. O duruş ve söyledikleri 50 milyon Kürdü hem son derece üzdü ve hem de utandırdı. Nedense Veysi Bey hiç onun bu davranış ve yanlışından bahsetmiyor, işi-gücü hep onun özgürlüğü ve onu övmek. Keşke zalim Türk devleti onu serbest ve özgür hayatına kavuştursa. Doğrusu ben bunu Veysi Bey’den daha çok isteyen biriyim. Neden? Çünkü halkım onu iyi tanısın diye.
Evet, bakın Veysi Bey 15 Mayıs, 2024 Çarşamba günü Türk Adalet Bakanı için yazdığı yazının başlığı şöyle: “İmralı Müzesi’nde ibret heykelleri” ve devamla “İmralı’da tecrit yok” demekle “Türkiye’de hapishane yok” demek arasında inanın hiçbir fark yoktur, diyor ki, bu konu da Veysi Bey “Haklı” diyorum. Çünkü Türk’ten adalet beklenmez ve kurt ehlileşmez. Ancak yazının bir paragrafında yine Abdo’dan övgüyle bahsetmesi ve Bakan için: Ona soracaklar: Erkek egemenlik çağının en adaletsiz ve insanlık dışı hapishane olan İmralı’da kadın devrimini başlatan Öcalan’a neden tecrit uyguladın? diye sormakta. Tabi gerçekten uzun zamandan beri Abdo’nun ziyaretine gidip gelen yok. Ayrıca tecritte mi, yoksa zalim Türk devleti onu yok mu etti, kimse bilmiyor. Ola ki o, (Tarihçi Ayşe Hür o adanın nasıl olduğunu ve tarihini yazmıştı) o cennet misali adayı çok sevmiş, orada kalıp, orada ölmek istiyor. Kadın Devrimi’nin meselesine gelince, ben Veysi Bey’e: “Hadi be sende, hangi Kadın devriminden bahsediyorsun Veysi Bey?”. Daha önce demiş ve yazmıştım; Kesire annemin öz dayısının torunu, niye onun ölüm fermanını çıkardı? Sahiden Kesire babası gibi ajan mıydı? Kesire pirüpak bir kızdı ve o hâlâ da bu sıfatı taşıyor, ama sessiz. Dilerim anılarını yazar, kazın ayağının nasıl olduğunu halkımız görür ve öğrenir. Şimdi burada Sayın Veysi Bey’e sormak istiyorum, Abdo’nun emriyle barbarca öldürülen Gerilla kızlar, kadın anamızın adını ve sıfatını taşıyan o gencecik kızlar kadın değil miydi? Sevgiyi yasaklayan insan, insan olabilir mi? Sakine Cansız Mehmet Şener’i sevdi, onunla nişanlandı, parmağına nişan yüzüğü takarken Abdo ona ne dedi ve onu nereye sevk etti? O Düzgün Baba dağı kadar Kürd yüreği olan kızın başına neler getirdi? Onu iki kız arkadaşıyla öldüren Ömer Günay kimdi? Nasıl Abdocu olmuştu? Neden Mehmet Şener gibi emsalsiz bir Kürd bilginini, yurtseverini öldürttü? Neden tabiat kurallarına karşı gelerek evliliği ve sevgiyi yasakladı? Bu gerçekleri söyleyenler neden susturulmaya çalışıldı? Neden iç infazlarda 17 bin genç öldürüldü? Abdo’nun zulmünden kaçan Vera Koyi, Evin Çiçek ve diğerleri yalan mı söylüyorlar? Güney ve Doğu Kürdistan parçalarında Peşmergelerin çoğu evli ve belirli zamanlarda evlerine gider, eşleriyle buluşurlar. Onlar şehit oldukları zaman, onların yerini çocukları doldurur; ya genç, çoğu üniversiteli, lise öğrencisi şehit olurken, geride kimleri, kalıyor? Bu anlayış, bu hareket kimin işine yarıyor? Kürd halkının nüfusunu azaltmanın kimin yararına? Veysi Bey, sen hangi kadın devriminden bahsediyorsun? Anlamakta zorluk çekiyorum. Oysa Kürd anası hâlâ erkeğine köledir, dört köle karısı olan kişiler var, hem de Abdo’nun tarafgirlerinden. Seni şahsen tanımam, güçlü bir kalem sahibi olduğun kesin. Ama ne yazık ki güçlü kalem sahipleri de şartlanabiliyorlar. Dünyamızda bunlardan çok kişi var. Bilmem Veysi Bey, sen Muzaffer Sarısözen’in bir oğlu veya bir akrabası isen, dilerim ona benzemezsin. O binlerce Kürd müzik ve makamını Türkçeye çevirerek, düşmana mal-etti. Sende sözüm ona Sosyalist ve Komünist devrim şırıngasını Kürdün Ulusal Kurtuluş Damarına o zehiri akıtmaya çalışıyor, devrim ve Türkiyelileşme sloganıyla Kürdleri Türkleştirmek istiyorsun. Ha, bütün bunları söylerken, Sosyalist ve Komünist bir sisteme karşı olduğumu söylemek istemiyorum. Asla. Keşke bütün dünya, kitaplarında yazılan Sosyalizm sistemle yönetilse. Ama bu şimdilik bir hayâl. Ayrıca ben bir Kürd Sosyalistiyim, ama benim ve bütün halkımın savaşı bu sistem için değil, bunun bilincindeyim. Halkımın önünde duran sorun esaret zincirlerinin nasıl parçalanacağı ve Özgür, Bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması ve Dünya Milletler Cemiyetine saygın bir üyesi olmasıdır. Böylesine bir dilekle.
Not:
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, bu yazıyı yazıp bitirdikten sonra Sosyal Medya da barbar Türk devletinin faşist Hitler misali hakimler heyeti, Ankara 22 ağır ceza mahkemesinde “Kobani sanıkları” dedikleri 108 Kürd bacı ve kardeşlerimizin insafsızca yargılanmalarını okurken, Türk faşist devletine ve onun ırkçı kişilerine kinim bin kat daha da artmış oldu. Hele Selahaddin Demirtaş, Ahmet Türk ve Figen Yüksekdağ’a verilen ırkçı ceza inanın gözlerimi yaşarttı. Hele Selahaddin Demirtaş’a verilen 42 yıllık hapis cezası, beni daha da üzdü. Selo kardeşim 51 yaşında, Kürd halkı arasında ender çıkacak genç, dinamik, hatip ruhlu, derya zekâlı ve son derce mütevazi bir kişi, ama ne yazık ki siyaset meydanında biraz acemi. İnsan sever kalbiyle dostunu ve düşmanını birbirinden ayırt edemedi, Gürcü Reco’ya “Seni Başkan yaptırtmayacağız” dedi, zalimin öldürücü şimşeğini üstüne, üstüne çekti ve İmralı adama da kurban oldu. Çok yazık. Yani Selo kardeşimiz 93 yaşına kadar zalimin hapishanesinde ömür tüketecek. Gerçekten o kadar yaşayabilecek mi? bilemem. Figen Hanım’a da 30 yıl. Yani O da 83 yaşına kadar hapiste kalacak. Hem de bir ana sıfatı taşıyan kadın. Ahmet Türk ise, O da 93 yaşına kadar hapiste kalacak. 83 yaşındaki bir Pir î ihtiyara 10 yıl hapis. Neden? “Efendim örgüt üyesi” Oysa Ahmet kardeşim hiçbir zaman ne Abdocu oldu ve ne de PKK’ci, hep barışı ve Kürdün Türkiyeleşmesini istedi ve hâlâ da bunu savunmaktadır. Doğrusu ne diyeceğimi bilmiyorum. Sadece en içten Kürdlük duygularımla “Kahrolsun faşist, barbar Türk devletini yönetenler. Kahrolsun Türk devletinin hukuk ve adaleti. Yaşasın Kürd Halkımızın Ulusal Kurtuluş Mücadelesi. Yaşasın Kürdistan anamız ve umudumuz”. Ve şunu da eklemek istiyorum. Kürdler artık bu olayda ders almalı. Selahaddin, Ahmet ve diğer Kürd kardeşimize yapılan haksızlık bütün Kürdlük dünyasına yapılan barbarca bir haksızlık olarak bilince çıkarmaları, İslâm Ümmet anlayışı ve sol ideolojik anlayışını bir tarafa bırakıp, kendi içinde Kürdlük bulvarında buluşmaları gerekir. Türk gerici, İslâm’ı faşist parti Ak Parti’ye, biz Kürdler kasabı ırkçı CHP’ye, bilmem Türkün sol partisine oy vereceklerine ya kendi Kürd partilerine versinler ya da hiç seçimlere katılmadan “Ya Kurdistan, ya mırın” deyip gerçek isteklerini dünyaya duyursunlar. Buna da “İnşallah yaparlar” diyelim.
Sevgili kardeşlerim, yine dilerim bu haksız ve adaletsiz olaydan sonra, Kürd halkının bütün yurtsever kişileri, dindarı, Sosyalist ve ateisti, yurtsever bütün aşiret Ağaları, Bey, Şeyh, Mele, Hoca, Seid ve tüm siyası parti liderleri uzun bir tarih süreci sonrasında akıllarını başlarına toplayacak, dost kim, düşman kim bilincine varacak ve ortak düşmanlara karşı kardeşçe güçlerini birleştirecek, tutsak olan anamız Kürdistan’ı Özgürleştirecekler. Yine böylesine bir dilekle. “Hoşça kalın” diyor; yazıyı da uzattığım için beni bağışlayın lütfen. Selamlar, saygılar.