Sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim, her insanın sevdiği ve hayâl ettiği yaşam ve dünyayla ilgili arzu ve istekleri var. Bu insanlardan biri de siz gibi benim. Bugün tam doksan yaşın içindeyim ve 11 yaşımda babam beni Türk düşman okuluna jandarma gücüyle gönderirken, hayâl ettiğim beyaz gömlek ve renkli kravatı 68 yıldan beri boynum ve bedenimin üstünde taşıyorum. Yani aynada bu halime bakarak son derece mutlu oluyorum. Ancak bu yaşam hayâlimin ilk merdiven basamağı idi, bu adımı yukarıda belirttiğim gibi 68 yıl önce aştım. İkinci hayâlim okuyup bir öğretmen veya bir devlet memuru olmaktı. Yani o günkü bilincimle Kürd’ün düşmanı kim ve kimler olduğunu bilmiyordum. Çok şükür bu bana nasip olmadı. Üçüncü bir hayâlim, dünyada hudutların kalkması idi, ki bu da o günkü koşularda nereden gelip beynimin içine girdiğini bilmiyordum. Ben bu hayâl ve arzumu İstanbul, Çeşme Meydanı’nda mücellit dükkân işiyle uğraşan yanında çalıştığım, Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olan, Ressam ve Dekoratör, ölmüş, Türk ordusunda Dr. bir Albay’ın oğlu olan patronum Harun İdil’e söylediğimde bana bakıp gülerek: “Ulan bir filozof gibi konuşuyorsun. Unutma hayâl ile peynir gemisini yürütüyorsun, ama hem peynirden gemi olmaz, olsa bile sonuç suda eriyip gitmektir” demiş ve bu arzuma bol bol gülmüştü. Bilmiyorum hâlâ yaşıyor mu, ölmüş mü bilemem. Ölmüşse, “toprağı bol olsun; yaşıyorsa, onun inandığı Tanrı’dan daha da uzun yaşamasını” diliyorum. Zira onu gerçek bir dost, bir ağabey gibi görür, sever ve sayardım. Tabi o da beni bir küçük kardeşi gibi severdi. Dördüncü arzum gerçek bir bilge ve gerçek bir insan î kâmil olmaktı, ki ben bir bilge olmadım, ama kanımca saf, temiz bir insan olmayı becerdim. Çünkü bugüne dek kimseye bir kötülüğüm olmadı, ama çoklara “İyiliğim oldu” diyebilirim.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, yukarıdaki başlığa dönersem, ben Kürdlüğümü, cennet ülkem Kürdistan’ı ve onun 1923 yılında Emperyalistler tarafından dörde bölündüğünü, tüm boyutlarıyla 1975’ten sonra öğrendim, ama bilinçsiz bir Komünist kafayla. Yani Dünya Proleter Devrim sonrası Kürdistan sorunu hallolacak, Kürd halkı da özgürlüğüne kavuşacak, Dünya Milletler Cemiyeti’nin saygın bir üyesi olacaktı. Oysa bu bir kandırmacaydı. Kim kandırmıştı bizi? Başta sözüm ona Türk solcular ve onlarla birlikte çalışan, dünyayı ve gerçek düşmanı tanımayan (Yine sözüm ona) Kürd liderlerdi. Kürd liderler, Türk yoldaşlarıyla dünya liderliğini üç ülkeye vermişlerdi. Moskova, yani Rusya, Çin Pekin ve Arnavutluk Tiran. Tabi o zaman bende buna inanıyor, Moskova’yı Kâbe’m sayıyordum, ama 1983 yılında o Kâbe’me gittiğimde sukutuhayale uğramış, dünya başıma yıkılmıştı. Gerçekten de hayâl ile peynir gemisi suda yüzmez, eriyip köpüklere karışır, ama yine de insanoğlu hayalsiz yaşayamaz. Çünkü insan yaşamında eşitlik bir yaşam biçimi yok. Kimi aç, perişan, bir dilim ekmeğe muhtaç, çadırda, mağarada ve bir kümeste yaşar, kimisi de havyar, levrek, ıstakoz, et, balık, bal, şeker yer, karnı tok, köşk, saray ve villalarda yaşar; Mercedes, Kadilak, Volvo’yla gezer, uçak ve helikopterlerle havada uçar. Gerçek bu iken biz olmazlara “Olur” diyor ve buna inanıyorduk. Hatta, bazı liderlerimizin Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin yıkılışında Sovyet, Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine toz kondurmadan hep Emperyalist cepheyi suçluyorlardı. Lenin, Stalin ve Brejnev onlar için birer Peygamberdi. Bu benim için de geçerliydi o yıllarda.
Evet sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, geçmiş gerçeğim bu idi. Yani 1983 yılına kadar dünya görüşüm liderlerimizle aynıydı; ta ki ben ülkem Kürdistan’ı ve onun üstünde prangaya vurulmuş halkımın durumunu öğreninceye kadar. Ne zaman öğrendim? Yine o yılda. Yani Şeyh Mahmut Berzenci’nin 1920’de Lenin’e yazdığı ve yardım istediği mektubunda. Lenin cevap vermeyi bile uygun görmemişti. Peki Lenin ne yapmıştı? Mıstê Kor’a Kürdleri öldürmek için her türlü silah ve para. Hem de Komünistlik adına. Çok yazık gerçek bu.
Sevgili kardeşlerim, yıllarca “Kahrolsun Emperyalizm, kahrolsun Amerika” diyerek, sözüm ona Sosyalist ülkeleri Kâbe’miz bilmemize rağmen, onlardan en ufak bir destek görmedik. Hatta Halepçe ve Enfal olayında Çin, Küba, Arnavutluk, Filistin lideri Yasar Arafat, Saddam’ı desteklerken, Sovyetler Birliği o barbar ve vahşi katliama “Mij” yani “Pus” dedi, (9 Eylül, 1988 Pravda adlı gazete) Saddam’ı destekledi, ama bizim kör gözlü Kürd Sosyalist ve Komünist liderlerimiz görmedi, bilmeden düşman olduğumuz Amerika Saddam’ın o vahşi ve barbar hareketini gördü ve 19 mart 2003’te Irak’ı işgal etti, Irak ve zalim Saddam egemenliği altında bulunan altı milyona yaklaşık Kürd kardeşlerimizi özgürleştirdi. Tam otuz yıldır ülkemizin Güney parçasındaki Kürd kardeşlerimiz, Irak Şii Araplarla birçok eksiklerle Federal bir yapı içinde yaşamlarını özgürce sürdürüyorlar. Ben o özgür parçaya ilk Mayıs 2001 yılında gittim. İlk adım attığım Dicle Nehri’nin ötesi benim için kutsal olan ve karşımda dalgalanan dört renkli bayrağı görünce, ağlayarak o kutsal toprağa uzanarak öptüm ve ardından üç kez daha giderek, oradaki tanıdığım kardeşlerimle, özgürlüğün havasını ciğerlerimin içine çekerek mutluluk duydum, üç kez de Kutsal Lalêş Dergahını ziyaret ederek Hacı oldum. Çünkü atalarım da o inançta idiler, ki ben de onların torunuyum.
Değerli kardeşlerim, başlıkla olan konu, beni başka şeyleri size anlatmamı zorladığı için hepinizden özür dilerim. Konuya dönersem, 62 yıllık eşimle karar vermiştik, ölmeden bir kez daha özgür parçaya gidip, o kutsal toprağı ziyaret edip, gelip ölümü beklemek. Zira yaşlıyız. O 82, ben ise 90 yaşın içindeyim. Bu nedenle biz 7 Ekim, 2023 günü, ki o gün Filistin ve İsrail savaşının başladığı gün idi. Biz Qatar havayoluyla, Sydney’den Doha’ya 14 saat uçarak orada indik, 12 saat sonrada başka küçük bir uçakla Hewlêr’e uçtuk. Hewlêr’de daha önce bu ülkede (Avustralya) tanıdığım ve ülkesine kesin dönüş yapan Kerküklü Kakayi inançlı Kürd kardeşim Fazıl Rüstem karşıladı ve bizi evine götürüp misafir etti. Yani ayın sekizinci günü. Biz o Kürd kardeş evinde üç gün misafir kaldık, daha sonra altı yıl önce tanıdığım Tatvanlı, Hewlêr, HAK-PAR temsilcisi Sayın Zana Sezen gelip bizi kaldığı evine götürüp misafir etti. Biz tam dokuz gün onun misafiri olduk ve bu misafirlik dönemi içinde hem Zana Sezen kardeşim ve hem de yine altı yıl önce tanıdığım Hawraman Kürd kardeşlerimden Makwan Hawramani bizi bol bol gezdirdiler; ikisine, bize hizmette bulunan Mardinli genç Ferhat’a yürekten teşekkür borçluyuz, sağ olsunlar, var olsunlar.
Evet, bu misafirlik döneminin günleri içinde, yani 11-10-2023 günü Hewlêr’de Filistin ve İsrail savaşıyla ilgili KDP’nin sinema salonuna benzer geniş bir salonda, partinin polit büro üyesi Sayın Fadıl Miran bir basın toplantısı tertiplemiş, Zana Sezen kardeşim de bizi o toplantıya götürdü. Salonda takriben 500’ün üstünde dinleyici vardı, fakat ben Fadıl Beyin ne konuştuğunu hem net olarak duymuyor (kulaklarım biraz hafif duydukları için) hem de Soran lehçesini yeterince anlamadığım için konuşmanın tamamını anlamadım, daha sonra Fadıl Beyin ne konuştuğunu Zana Sezen kardeşim bana anlattı. Toplantı saat beşte başladı, saat altıda sona erdiğinde biz aşağı salona indiğimizde, salonda Sayın Mesud Barzani’nin son iki cilt “Kürd Ulusal Özgürlük Hareketi” adlı kitabı bir masanın üstüne dizilmiş, bedava dağıtılıyordu, ama ne yazık ki ben alamadım. Çünkü Arap harflerle yazıldığı için.
Evet, biz oradan ayrılmadan önce, orada beyaz bez üstüne alınmış ve yan yana duran merhum ölümsüz Mele Mustafa Barzani ve sağ oğlu Serok Mesud Barzani’nin resimlerini gören eşim, hemen orada nöbet bekleyen Peşmerge’yi de çağırarak, onunla birlikte Zana bizim resimlerimizi çekti, ama ne yazık ki benim makinam bozulmuş, o resmi alma olanağım olmadı. Zira Zana kendi mobil telefonuyla çekti ve daha sonra eve döndük, ertesi gün, yani 12-10-2023 günü sabah saat sekize doğru Rûdaw TV benimle kısa bir söyleşi yaptı. Yani 15 dakikalık bir süre, konu ise Avustralya ve Avustralya’da yaşayan Kürdlerin sayısı ve yaşamlarının nasıl olduğu idi. Program sonrası Zana ile eve döndük, ertesi gün, yani 12-10-2023 günü saat sabah 11’de Zana bizi eski Kültür Bakan yardımcısı Sayın Salar Osman’a götürdü. Sayın Salar kardeşimi 2001’de Hewlêr Emniyet Amiri merhum Ömer Botani’nin yardımcısıyken tanımış, beni gezdirmiş, 2017’de de yine kendisiyle bir saat kadar konuşmuş, soru sorup cevap almıştım. Bu son kez ise bizi içten bir duyguyla kapıda karşıladı, sarılıp öpüştükten sonra oturup, kötü Kürdlük hal ve kaderimizi konuşurken ben, Salar kardeşime: “Salar kardeş siz neden YNK ile KDP Peşmergelerinden oluşan, modern askeri eğitim alan, güçlü bir Kürd ordusunu oluşturmuyorsunuz? Neden onlarla kardeşlik ilişkilerinizi geliştirip birlik olmuyorsunuz?” soruma karşılık Salar: “Kek Rıza bu mümkün değil. Çünkü biz iki ayrı dünyanın insanlarıyız. Gözlerimiz aynı şeyi görmüyor. Onlar düşmanla birlik. Unutma düşmanla birlik olmaz, ancak barış olur, bunlar barışı da kabul etmiyor, nasıl birleşeceğiz” deyince çok üzüldüm, duygularım kabardı içten içe ağladım, ama diyecek bir şeyim de olmadı. Çükü ben artık az veya çok halkımı tanıyan biriyim. Bu halk, halkına düşman, düşmanla dosttur. Örneğin geçmiş tarihe bir bakmak lazım. Kim yüzbinleri kılıçla kesen İslâm dini için kardeşlerini “Gavur, Kafir” ilan edip, düşmanla beraber onları imha eden? Örneğin İslâm olmayan Êzîdî, Alevi, Kakayi. Özellikle de Êzîdî Kürd kardeşlerini. Bir diğer soru. Kim barbar Türkleri İslami kardeş bilerek Anadolu topağına taşıdı ve kendi celladını kendine dost saydı? Peki 12’ici yüzyılda sözüm ona kahraman bilinen Kürd İmparatoru Selahaddin î Eyyubi ne yaptı? Kudüs üç Semavi dinin Kâbe’siydi, o niçin Fransız ve İngilizlerle savaştı, on binlerce insanı şehit etti ve en sonunda da bütün Kürd varlığını fanatik İslâm inancı için götürüp Mısır’daki İslâm Halifesine teslim etti. Ne yazık ki bugün onu kahraman gören şaşkınlar, düşmanını dost bilen yüzbinlerce, hatta milyonlarca şaşkın Kürd bomıklarımız var. Örneğin HUDA PAR, halkına düşman Zekeriyalar, siyaset meydanında da mürit Abdocular. Ya 15’inci yüz yılda İdris’i Bidlisi’ye ne diyeceğiz? Barbar Yavuz’a biat eden kim? Ya 20’inci yüzyılda başta Koçkiri, Şeyh Said, Ağrı, Zilan ve Dersim katliamlarında ne oldu? Neden Kürdler ortak düşmana karşı birleşip bir güç olmadılar? Neden bugün Kürdistan’ın birçok yerinde Filistinliler için sokağa çıkıp, ağlayarak İsrail’i düşman ve barbar ilan ediyorlar? Onlara kalsa dünyada bir tek İsrailliyi bile sağ bırakmazlar. Niçin ve ne için bunu yapıyorlar? İslam için değil mi? Peki İslam biz Kürdlere ne vermiş; ölüm kırımdan başka? Yasar Arafat ne demişti Halepçe için? Ya Mahmut Abbas ve Hamas lideri Kürdler için ne diyor? Dilerim bu sorularımın cevabı hayıra dönüşür, Kürd halkı dostunu düşmandan ayırır. Böylesi bir dilekle gezimizle ilgili konuya devam edeyim, ama biraz uzun olduğu için de özür dilerim. Ne yapayım, huyum kurusun, halkımın durum ve dertlerini hatırladıkça, içim çağlayan bir ırmağa dönüşüyor, setleri yıkasım geliyor. Hem de ağlayarak.
Evet, gezimizin 13’üncü gününde Makwan kardeşim, eşi Peyman, sekiz yaşındaki oğlu Danaz, küçük kızı Ronahi ile beraber bizi merhum Mele Mustafa ve oğlu yine merhum İdris’in mezarına ve müzeye götürdü. Giderken Barzan vadisinin doğası insani mest eden harika ve cennetimsi bir mekân. Biz mezarların duvarı yanına varınca, taşla dizilen duvarı öperken, eşim kendini tutamadı, hıçkırarak ağlamaya başlayınca, beni de ağlattı, daha sonra müzeye gittik, beni iyi Kürdçe bilen genç, yakışıklı bir görevli, eşimi de genç, modern giyimli, son derece güzel, İngilizce bilen bir kız gezdirdi, her bölümün önünde bize bilgi verildi. Yani Mele Mustafa’nın çocukluğundan, ölüm yılına kadar yaşamını betimleyen bir müze. Tek kelimeyle harika ve Kürd Özgürlük Tarihine somut bir belge. Oradan ayrıldıktan sonra, Makwan bu kez bizi 8 bin Barzan şehitlerinin mezarlarının olduğu kabristana götürdü. Orada da ağlayarak mezar duvarlarını öpüp gözyaşlarımızla Hewlêr’e döndük. Hewlêr’e dönüşte Şaqlawa kasabasının içine girdiğimizde sürücümüz Makwan: “Kek Rıza bu Şaqlawa, Şaqlawa” deyince, bende “Evet, Şaqlawa, Şaqlawa/ Şirin e weki baqlewa” diyerek cevap verdim. Gerçekten Şaqlawa çok şirin bir kasaba.
Evet, o günümüzü böyle geçirerek, akşam saat yediye doğru misafir olduğumuz Zana Sezen kardeşimizin misafirhanesine vardık, saat sekiz sonrası da çok sevdiğim dengbêj bacım Fatê Hanım, genç oğluyla bizi görmeye gelmiş, ben ona “Min nedît Welatek Wek Welatê Xwe” ile, “Hosîya Min” adlı ikinci şiirimi okuyunca, birlikte ağlayıp gözyaşı döktük. Fatê gerçekte güzel sesiyle, Kürdlük duygularıyla dolu bir Kürd kızı ve sanatkârı. Kendisini sevgiyle anıyorum.
Hewlêr’de kaldığımız 12 gün içinde Zana Sezen ve Makwan bizi bol bol gezdirdiler. Yani Hewlêr’i defalarca dolaştık, ki Hewlêr, ne eski Hewlêr, cenneti andıran bir kent. Yollar modern ve planlı bir şekilde yapılmış, Sydney’le bile mukayese edilmez bir görünüm içinde. Taaa Zaxo’dan Süleymaniye kadar otoban. Ya yapılan modern tüneller? Gerçekten 30 yıldaki bu gelişme, insanı şaşırtacak tarzda. Bu benim için böyle. Sokaklar temiz ve her evin önünde koca plastik çöp bidonları, ancak bazı kadınların giyim kuşamları İslami giyim, siyah uzun entari, bazılarının da sadece gözleri görülür. Bu manzarayı Dihok ve Zaxo’da da gördüm. Üç gün kaldığım Dihok’da, 2017’de tanıdığım sevgili gazi Peşmerge Selman Şexmemî ve Sydney’den ülkesine dönen eski göçmen, Dihok Şehir Planlama Başkanı (bunu kendisi söyledi) Reşit kardeşim, eşi Hanım Bacı ile bizi gezdirip misafir ettiler, ikramda bulundular. Onlardan başka, Dihok Yazarlar Birliği Başkanı Sayın Hasan Süleymani’yi unutmamam gereken bir kişi. O da bizi bir Çek müzik grubunun konserine götürdü. Çok güzel bir müzik dinledik. Müzik Çek diliyle yapılıyordu, fakat müziğin dili değil, ritim ve melodisinin milliyeti yok kanısındayım. Onun için de çok güzel bir gece geçirdik, konser sonrası dört kitabımı Sayın Hasan Bey’e imzalayarak verdim, ertesi gün Reşit eşiyle birlikte gelip bizi Zaxo’ya götürdü. Hele Xabur ırmağının üstündeki Delal Köprüsü, etrafın temizliği ve oradaki renkli güvercinler, insanı mest eden bir manzara. Ayrıca gelişen Dihok’un doğa güzelliğine edebi bir sözcük bulmak zor. Bence Dihok Ortadoğu’nun bir cennet kenti. Hele gecelerin ışık manzaraları insani cennet dünyasına götürür. Ya Zawa (Bence bu ZAVA olacak) dağının bir ucundan diğer bir ucuna renkli ampullerle ışıklandırılıp renkleştiren ve Ala Rengin’in dört rengi, her Kürd yurtseverini ağlatacak nitelikte bir görünüm arz etmektedir. Bir de dağın tam üst meydanındaki berrak su havuzu ve o berrak havuz suyunun ışıklarla ve müzik ile yirmi, otuz metre yükselip, tekrar havuza dökülmeleri, inanın deliyi akıllı, felçlisini de sevinçten ayağa kaldırır. Burada Barzani ailesini kendilerine düşman gören, “Feodal, işbirlikçi diyen” sözüm ona sahte ve düşmanlarla iş birliği yapanlar lütfen gidip o otuz yıllık gelişmeyi görsünler ve kırk yılda kendi mazlum halkına ne verdiklerini halkımıza anlatsınlar. Yalan, dolanla halkımızı aldatmasınlar. Yeter artık bunca yanlış ve düşmanca yaklaşımlar. Bunu özellikle de Abdocu müritlere ve onun mürit yazarlarından Weysi Sarısözen, Selim Fırat, Ziya Ulusoy, Ahmet Kahraman, Nureddin Demirbaş ve tüm yazarlar tayfasına söylüyorum. Dilerim beni okusunlar. Ha unutmadan Hewlêr’deki duygularımı siz değerli kardeşlerimle paylaşmak istiyorum. Yani iki dörtlükle.
Hewlêr e lo, Hewlêr e
Têda mizgeft û dêr e
Çav berdana wê erdê
Çar zalimên hov har e
Çêkirine re olax
Wê malbata Barzanî
Lê dexes jî pirr pirr in
Li Tev kerên nezanî.
Dihok için yazdığım bir dörtlük ise şöyle:
Dihok e, Dihok e
Ne kuşne û nok e
Şîrîn e, bihîşt e
Wekî rojê birqok e
Sevgili okuyucu kardeşlerim, biliyorum yazı çok uzadı. Yani Özgür parçadaki gezimiz Kasım 26’da sona erdi ve biz otobüsle Amed’e (Diyarbekir) vize almaya çalıştık fakat bir yolunu bulamadık. Bunun için de mecburen İstanbul’a uçtuk, bir hafta sonra da Amed’e gidip Bilge Kürd kardeşim Profesör Sayın Aziz Yağan Bey’e misafir olduk. Amed’de kaldığımız dokuz gün, Aziz bizi misafir etti, arabasıyla bizi Dep (Karakoçan) Deşta Aşan köyündeki benden küçük kardeşim, intihar eden, Dursun’un mezarını ziyaret etmeme götürdü ve bizi tekrar Amed’e getirdi. Amed’de kaldığımız dokuz gün içinde Aziz bizi Amed’in her tarafına götürüp gezdirdi. Bu süre içinde bizi Sayın Ahmet Kan, Kemal Yıldızhan, Dicle Üniversitesi’nde edebiyat öğretmeni Necla Bacı, öğretmen ve İzol aşiretinin bir üyesi Sayın Suphi İzol bizi misafir ettiler. Ayrıca kitaplarımı basan Doz yayınlarının usta editörü Sayın Koroğlu kardeşimiz bize büyük hizmette bulundu. Bunlardan başka Sayın İbrahim Güçlü, avukat kardeşim Sayın Sedat Yurttaş ve çocukluk arkadaşım Dr. Haydar Akagündüz ile görüşmemiz oldu. Bu değerli kişilerden başka Aziz bizi PAK ve HAK PAR merkez binalarına götürüp, yetkili kardeşlerimizle görüştürdü. Hepsi de bizi sevgi ile karşıladılar. Kendilerine teşekkür borçluyuz “Sağ olsunlar, var olsunlar” diyoruz. Ayrıca Bilge Kürd kardeşim Profesör Aziz Bey’e teşekkürlerimi sunarken, “Ona şükran borçluyuz” diyorum. Sağ olsun, var olsun. Onu unutmayacağız.
Evet, dokuz gün Amed gezimiz sonrası, Aziz ile Koroğlu bizi İstanbul’a yolcu ettiler, İstanbul’da büyük ağabeyimin torunu Serkan ve yeğenimiz annesi Xaskâr’a, eşi Gülcan’a misafir olduk. Bunlardan başka yeğenlerim Anık, (uzun destanını yazdığım) Savaş, Rıza, (benim ismim) Erkan, hanımı bizi misafir edip ikramda bulundular. Hepsine yürekten teşekkür borçluyuz. Sağ olsun, var olsunlar. Ayrıca da özel olarak benim gelişimi duyan, beni ziyarete gelen Peri yayınevinin sahibi Sayın Niyazi Armutlu’ya en temiz duygularımla teşekkür ederim. Çok iyi bir dost ve kişi.
Evet, gezimiz böylelikle son buldu, biz 17 Kasım günü bir bavul dolusu kitapla İstanbul’dan yine Qatar havayoluyla Sydney’e evimize sağ selim döndük, ancak hâlâ uyku saatine alışamadım, biraz da rahatsızım. Dilerim getirdiğim kitapların hepsini okur, birkaç yıl daha yaşar, bu sitede belirli yazarların yazılarını, özelikle de site koordinatörü Sayın İkram Oğuz kardeşimin güzel Kürdçe yazılarını, İbrahim Aksoy’un, Memo Şahin ve Fırat Aras’ın yazılarını okurum. Böylesine bir dilekle.
Not: Ola ki bu benim son yazım olacak. Çünkü hem biraz rahatsız hem de bazen hafıza zayıflığının olduğunu seziyor, bazı şeyleri unuttuğumun farkına varıyorum. Hoşça kalın.