Sevgili okuyucu kardeşlerim “İnsanlık tarihi bir barbar ve zalimler tarihidir” dersem, dilerim “Abartıyorsun” diyemezsiniz. İnsanoğlu bir maymun türünden iki ayak üstüne çıktığı ve beynini harekete geçirip, konuşmaya da başladığı zaman, guruplar halinde dünyanın her bir dağın mağarasında, büyük ormanların kurumuş koca koca ağaçların, Kürdçe dediğimiz “Curn” dış kabuğunda yaşamaya başlarken; yine kendileri gibi canlı, fakat dört ayak üstünde yürüyen, sadece içgüdüleriyle hareket eden, güçlü hayvan türleri, örneğin, aslan, kaplan, kurt, kendilerinden güçsüz olan, örneğin, koyun, keçi, inek, at, eşek, her çeşit ceylan türlerini, hatta insanları bile yiyerek günümüze kadar geldiler. Kuşlar ise, örneğin kartal, doğan, Anka gibi kuşlar da kendilerinden güçsüz diğer kuşları ve tavukları, hatta sürüngen yılan gibi hayvanları yiyerek yaşamaya başladılar. Yani canlılar, canlıları yiyerek yaşamaya başladılar, bugün de yaşamak için aynı şeyi yapıyorlar. Ama beynini çalıştırarak konuşmaya başlayan insanoğlu, hem kendi-kendilerinden ve hem de kendilerinden güçlü olan vahşi hayvanlardan korumak için önce ağacın düzgün ve biraz da kalın dalından Kürdçe “Xırç” Türkçe ise ucu sivri “Şiş” yaptılar. Yani bu ucu sivri şiş ile hem kendilerini yırtıcı vahşi hayvanlardan korudular, hem de dillerini bilmedikleri diğer kendilerine benzeyen insanlardan korurlarken, birbirlerini öldürerek, birbirlerinin etini bile yediler ve ta ki insan olma bilinci gelişinceye kadar birbirlerine karşı bu vahşeti uyguladılar. Daha sonra bir evrim sonucunda taştan demiri bulup onu önce bıçak, hançer, sivri demir ucunu bir sert çubuğun başına takarak, Kürdçe “Tîr û kevan” Türkçe ise “Ok ve yay” dediğimiz silahı yaparak hem birbirlerine karşı ve hem de her çeşit av ve vahşi hayvanlara karşı kullandılar. Yani insanoğlu hem birbirlerine karşı düşman oldular ve hem de her çeşit günahsız hayvanlara.
Evet, insanoğlu çeşitli evrelerden geçerek bu kez silah olarak kılıç, yetmedi barutlu tüfek, tabanca, tomson ağır makinalı tüfek, top, tank, gökte uçacak zehirli bomba yağdıracak savaş uçakları, denizlerde savaş gemileri torpido, denizaltı savaş gemileri, Atom, Hidrojen, uzaydan tüm dünyaya sahip olup, gerektiğinde de tüm dünya canlılarını yok etme. Yani insanoğlu böylesine vahşi bir merhaleye gelmiş, birbirlerine karşı en korkunç işkence ve ölüm metodunu kullanmaktadır.
Sevgili kardeşlerim, bütün dünya tarihçileri “Tarih Sümerlerden başlar” diyorlar. İnsanlığın ilk yazım türü de çivi yazısıdır. Sümerlerin ana yurdu da iki ırmak arası (Dijle, Fırat) Mezopotamya’dır. Yanılmıyorsam bundan 5-6 bin yıl önce Kuzey Afrika kıtasında, Sami halkından olan Akadlar Mezopotamya’ya gelerek Sümerleri, onların akraba ve komşuları Huri ve Guti egemenliklerine vahşice son verirler. Daha sonra Babil ve Asur dönemlerinde insanlığın en korkunç zulümleri ve işkence türleri onlar tarafından uygulanır. Yani insanları diri diri kazığa çakmak, derin kuyulara doldurmak, aç aslan ve kaplanlara yedirmek, parça parça edip kurda, kuşa, aç köpeklere yedirmek. Orta Asya’da ise bu zulmün katmerlisi Türk ataları olan Moğol, Mançura ve devamları olan Özbek, Kırgız, Kazak, Türkmenler. Örneğin barbar Cengizhan insanları diri diri ateşli kazanlarda kaynatarak öldürür. Timurlenk ve oğlu Hülagu, tüm aynı soydan olan Han, Kral ve vahşi silahlı askerleri aynı vahşeti uygularlar. Osmanlı hanedanlığı her ne kadar bir Afgan ailesinden de olsa onun bütün devşirme paşaları, askeri orduları Yeniçeriler de tıpkı Asur ve Moğol barbarları gibi işgal ettikleri mazlum halklara aynı zulmü yapmışlar. Yani bunlar bu barbarlıklarıyla bütün insanlık tarihinin beyaz ve berrak sayfalarını kendi kızıl ve irinli kanlarıyla kirletmişler. Ayrıca bana göre dünyadaki bütün orduların içinde, Türk orduları kadar zalim, barbar ve kan emici bir başka ordu yoktur. Bu benim şahsi, insanı düşünce ve görüşümdür.
Sevgili canlar, bunları size niçin yazıyorum? Çünkü bende hepiniz gibi dokuz aylıktan sonra ana karnından doğup çıkan, bin bir türlü çileden sonra büyüyen ve bugün doksan yaşına girmiş bir insan sever Kürd insanıyım. Yukarıda yazdıklarımı tarih sayfalarından okuyarak öğrendim. Ama yaşadığım bu doksan yılımın 37 yılı bugün “Türkiye” dedikleri zalim ve faşist ülkede geçti. Yani ben Dersimli bir kılıç artığıyım. Annem, babam, amcalarım, tüm tanıdığım köyümün büyüklerinin hem gördüklerini ve hem de anlatımlarını bugünkü gibi hatırlıyor, 53 yıldan bugüne kadar da yaşadığım Avustralya’nın Sydney Kent’inde zalim Türk’ün halkıma yaptıklarını Sosyal Medyada ve basında takip eden biriyim.. Yani Türk devletinin tüm kadrolarının; adını Mekkeli Muhammed’den aldıkları ve “Mehmetçik” dedikleri zalim ve barbar askerlerinin yirminci yüzyılın başından, yani 1921-22 de Koçkiri, 1925 Şêx Said, 1926-27 Ağrı, 1930-32 Zilan, 1937-38 Dersim ve 1959’dan günümüze kadar yaptıkları bütün barbarlıklarını, her kendine “Kürdüm, Kürd yurtseveriyim” diyen herkes ve bütün dünya insan severleri biliyor. Ayrıca ben bu zalim ve faşist devlete üç yıl askerlik yaptım. Zalim, faşist Türk egemen elitin “Mehmetçik” dedikleri her bir askerin, er, onbaşı ve çavuşun namusu gerek ast subay ve gerekse diğer subayların iki bacağı arasındadır. Mehmetçiğin en kutsal namusu subay ve ast subayların ayakları altındadır. Bir pırpırı olan onbaşı, iki pırpırı olan bir çavuş, her kızdığı eri hem eşek sudan gelinceye kadar döver ve hem o erin anasına, avradına ve kız kardeşine en iğrenç küfürler edebiliyor. Subay ve ast subaylar ise bunun daha kötüsünü yapar ve hiç kimsenin bilmediği küfürleri ere, onbaşı ve çavuşa söyleyebiliyor. Hiç unutmam, Kasımpaşalı bir ast teğmen, bir ben gibi asker arkadaşıma “Ulan senin ananın o yoğurtlu………s……. demiş ve ben koğuşa giderek ağlamıştım. Bu aynı iğrenç küfrü Kasımpaşa Küçük Piyale (Recep Tayyip Erdoğan’ın mahallesi) Resne sokakta 6 yaşındaki bir çocuk diğer bir arkadaşına aynı küfrü ederken, askerliğimin o gününü hatırlamıştım. Bunu bir iki kez de yazdım. Yani kısacası Türk egemen güçlerin “Mehmetçik” dedikleri askerin kutsal namusu her Türk subay ve ast subayının iki direk bacakları arasında ve soy ismi de eşek oğlu eşektir.
Bunu size niçin yazdığıma gelince, her Türk faşist basınını takip eden Kürd, kaç gün evvel Amed, yani Diyarbekir Milletvekili M. Sezgin Tanrıkulu’nun Türk faşist TSK için dedikleri ve ona karşı canavarlaşan Türk devletini yöneten tüm kadroların linç tavırları ve zırvalamaları. Peki Sayın Sezgin Tanrıkulu ne demişti? TSK’ye, tüm devleti yöneten kişi ve kurumlara küfür mü etmişti? Hayır, hakaretvari hiçbir şey söylememişti. Söyledikleri insanca ve doğru bir eleştiri idi, ama buna rağmen barbar beyinli bütün devşirme Türkler onu düşman görüp, linç etmek noktasına getirdiler. Oysa Sezgin Kürd kardeşim yüzde yüz haklı olan şu gerçeği söylüyordu: (Keşke Sezgin Bey o faşist ve zorba meclishaneye gidip girmeseydi) “Biz Milletvekiliyiz, milletle ilgili her şeyi sorgularız. TSK değil mi 12 Eylül’de darbe yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan, köyleri yakıp, yıkan? Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi? AİHM kararıyla sabit hale gelen… Biz eleştiri yaparız, soru sorarız, doğru olup olmadığını sorarız. TSK üzerinden bu tür şaibelerin kalkması amacıyla bunu sorarız. 40 yılda her şeyi doğru yapsaydı Türkiye bu durumda olmazdı. AİHM kararı orta yerde duruyor. 15 köylüyü kim ati? Bu kadar köyü kim yıkıp yaktı? Daha yeni Roboski, Uludere oldu. Sizler de eleştirel yaklaşmadığınız için Türkiye bu noktaya geldi” demişti. O bu gerçeği dile getirip söylerken, zalim ve faşist devletin şimşeklerini üstüne çekerken mertçe “Bakın, zora karşı düşünce bazında susanlardan değilim ben” diyor ama, dinleyen kim. Çünkü Türk’ten mertlik beklenmez. Tarih böyle bir mertliği yapan Türkü ne görmüş ve ne de duymuştur. Merhum annem boşuna demiyordu “Çermê beraz nabe post, Tırk jı me ra nabın dost. Kanımca bu söz sadece biz Kürdler için değil, her halk için, Türkün gerçeği budur. Ayrıca zalimlerin “Mehmetçik” dedikleri zavallı askerin nasıl bir Mehmetçik olduklarını anlattım. Bu gerçeği askerlik yapan her vicdanlı kişi bilir.
Evet, Sayın Tanrıkulu bu gayet doğru gerçeği dile getirince, yıllardır aynı partide beraber çalıştığı yoldaşları bile onu linç yapmak noktasına getirdiler. Bakın CHP’nin kurmaylarından ve Sezgin Beyin de yoldaşı faşist ve ırkçı CHP sözcüsü Faik Öztrak hiddetli bir şekilde kin kusarak “Diyarbekir Milletvekili Sezgin Tanrıkulu milletimizin göz bebeği (Ay sevsinler) Türk Silahlı Kuvvetlerini, Mehmetçiği töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilmez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir” derken, bizim Dersimli haramzade, CHP Genel Başkanı (İkinci Diyab Ağa ve Hasan Hayrı) Kemal Kılıçdaroğlu ise “TSK bizim göz bebeğimizdir” diyor. Hem de 1937-38 de binlerce bebeği anne karnından süngü ile çıkaran, kız mı, oğlan mı diye bakan ve süngü ile parçalayan, kurda, kuşa yem eden, öldürdükleri analarımızın, kız ve yeni gelinlerimizin ırzına geçtikten sonra, memelerini kesip atan, daha dün öldürdükleri Gerilla kızımızın ırzına geçen, şehit ettikleri genç Gerilla’nın kafasını kesip, o kafa ile resim çeken, seksenlik dedemize bok yediren, erkeklerimizi köy meydanına toplayan ve onları çırılçıplak ettikten sonra, cinsel organına ip bağlayan ve o ipleri canavarcasına kadın ve kızlarımıza çektiren o faşist Mehmetçik ve subaylarına “Göz bebeğimiz” diyor. Oysa onun aile ve akrabasından, aşiretinden binlerce, kişi ve bilebildiğim kadarıyla da eşi Sewê Xanım’ın aile ve yakın akrabalarından 40 kişi hunharca şehit edilmişti. İşte biz Kürdlerden böylesine namert ve hainler çikar. Koçkiri olayında Gınili Murat ve benzerler. Şêx Said olayında Binbaşı Qaso, Xormek ve Lolan aşiret Ağaları, örneğin Mehmet Şerif Fırat, Ağrı ve Zilan’da birkaçı, Dersım’de Rayber, Pırço, Zeynel, bugün de Kemo ve benzerleri. Ha, Bedirxan döneminde Yezdan Şêrî, Şêx Ubeydullah ve Mahabad dönemindeki hain kişi ve aşiret Ağalarını da unutmayalım. Ya Güney’deki 1966’nin caş ve hainleri. Bu günlerin hainlerini de kanımca her Kürd yurtseveri bilir. Onları anlatmamın gereği yok. Caşsız, zalimsiz, hainsiz bir Kürdistan ve savaşsız bir dünya dileğiyle.