Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, kanımca dünyamızda yaşayan bütün insanların her birinin belirli bir yaş sonucu, yani tekâmül devresi, gençlik dönemi, içinde yaşadığı toplumla birlikte hayâl edeceği birçok güzel şeyler vardır. Kimisi nasıl zengin olacağını, nasıl köşk, saray, onlarca apartman ve gökdelen, dört tekerlekli arabalardan Mercedes, Kadilak, Jaguar, deniz gezisi için en güzel ve modern yat, havada dünyayı turlaması için uçak, helikopter, birlikte yaşayacağı kadının bir dünya güzeli, ya da film dünyasının meşhur yıldızlarından; örneğin merhum Elizabeth Taylor, Debra Paget, Gina Lolobrigida, Brigitta Bardot, Lana Turner, Sophia Loren, Kim Novak, Türkiye film dünyasından merhum Muhterem Nur, Nevin Aypar, Yunan asıllı Fatma Girik, Belgin Doruk, Filiz Akın, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve benzerlerini hayâl eder. Kadınlar ise, tabii eğer dünya ve üstünde yaşadığı, örneğin Türkiye’nin film dünyasının aktörlerini ve zengin milyarderlerini tanıyorsa; örneğin Vehbi Koç ailesini, Sabancı, Eczacıbaşı ve benzer zengin genç erkeğini; erkek artistlerden, merhum Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney, Köksel Arsoy, Fikret Hakan, Eşref Kolçak, Kadir İnanır, Tarık Akan, ses sanatkârlarından, örneğin Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Mahsun Kırmızıgül, bizim Şivan Perwer ve benzerlerini, yabancı dünya artistlerinden de, örneğin merhum Fransız artisti Alein Delon, Amerika film dünyasından merhum Robert Taylor, Macar asıllı Tony Curtis, John Wayne, Rock Hudson, Elvis Presley ve benzerlerini hayâl eder. Peki bu, bunları hayâl eden kişi için mümkün mü?
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, bu anlayış spor ve siyaset dünyasında da böyledir. Örneğin Türk güreş sporunda birçok güreşçi kendini yenilmez, eski Kürd yenilmez kahramanlarından Neriman, oğlu Sam, torunu Zal ve Zal’ın oğlu Rüstem, futbolda da kendini Pele zanneder. Boşuna dememişler, “Tavuk rüyasında kendini bulgur ambarında hissedermiş”. Tabii hiçbir güreşçinin bir Rüstem’i Zal, bir futbolcunun da kolay kolay Pele olamayacağı bilinmelidir. Hiç unutmam, burada (Sydney) annemin bir akrabasının torunu oğlunu dünya futbol kralı zannederek, onu alıp Türkiye’ye götürüp, Galatasaray Futbol Kulübünde oynatmayı istedi, ama hüsranla geri döndü. Evet, oğlu amatörce futbol oynuyor, çok efendi bir delikanlı olmasına rağmen ne boy ve posuyla ve ne de oynadığı tarzıyla o düzeyde biri değildi. Hiç unutmam, anılarımdan bahsettiğim Bingöl Kiğili hemşerim Bayram Suat, burada İngilizceyi öğrenmek için Sydney Üniversitesinde dil kursuna başladığı gün, iş sonrası bir Türk çayhanesine, çay içmeye gittiğimde beni orda görüp masama gelip oturduğunda, sevinçli bir duyguyla, hem de gülümseyerek bana: “Rızacığım bak bu abine, ben bugün Sydney Teknik Üniversite’sinde kaydımı yaptırdım, oradan mezun olduktan sonra Türkiye’ye gidip, Türkiye Başbakanı olacağım” demiş, ben de ona, onun hayâl dünyasında gezinmesi için, tabii içimdeki gırgır duygusuyla “Niçin olmasın Bayram abi, senin boyun, posun on Demirel’i satın alır” demiş, içimden ona bol bol gülmüştüm. Evet, Bayram genç, yakışıklı bir delikanlı idi, ama gerek eğitim düzeyi ve gerekse genel politik bilgisiyle bir sıfırdı, ama o bu gerçek halini bilmiyordu. Buna benzer dünyamızda böylesine milyonlarca ahmak ve bomıklar var. İnanın siyaset arenasından da durum buna benzerdir. Örneğin İslâm dünyasının siyaset meydanına ve Kürdistan siyaset meydanına bir bakıverin. Buralarda beş, on oğlak ve kuzuya çoban bile laik görmediğiniz kişiler Serok, Kral, Emir, Reisicumhur, Başbakan ve Bakan. Bu ülkelerin yüzde doksan dokuzu İslâm dininin en doğru, en demokratik, en hoşgörüye sahip bir din olduğunu gururla savunur. Yani kesinlikle ekşimiş, içilmez ayrana “Ayranımız ekşi” diyemez. Onlara göre Kur’an, dünya bilim kitabıdır. Bütün dünya yenilikleri onda yazılı ve ondan alınmıştır. Hatta Atom ve Hidrojen, tüm Uzay Bilimi de dahil. Peki bu doğru mu?
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, ben size bunları niçin yazıyor ve okumanıza sunuyorum? Elbet bunun bir sebebi olmalı. Sebep, İslâm dininin başlangıç gününden kısa bir zaman sonrasına Kürd atalarımız Arap barbar, kafa kesen kılıçlarıyla İslâm’ı kabul ettiler ve her yalanına da inandılar. Onlara “Muhammed yedi kat gökyüzüne çıkıp Tanrı ile buluştu, ondan kullarına emir getirdi” dediler, zavallı atalarımız şuursuzca inandı. Bugün de iki milyara yakın insan sıfatında insanlar inanıyor. Yine “Yer altında cennet, cehennem, Sırat köprüsü, Goze şarabı, her mümin İslâm kişiye yetmiş güzel Huri ve ebedi yaşam” denildi, yine inandı atalarımız ve o inançlarını bugünkü biz torunlarına, bahası bulunmaz mücevherler gibi armağan ettiler. Buna en çok inanan da meşhur Kürd İmparatoru Selahaddin î Eyyubi idi. Wî mala me xira kir, sed heyf.
Evet, bunları niçin size yazdığım meselesine gelmek istiyorum. Ben kendini öven biri değilim ve kendini öven kişiyi de günahım kadar sevmem. Tabii eğer tanıyorsam. Ama ben kendime, “Bir kitap kurdu” diyorum. Çünkü bu arzu ve hasretimi okullarda okuyarak gidermedim. Bunun içinde bu hasretimi elime geçen her görüşten kitabı, dergiyi, gazeteyi, rastladığım her yazarın makalesini, içimdeki hasret duygumla okuyorum. Yani okumak için kitap, dergi, gazete ve makale seçmem. Yeter ki elime geçen kitap ve internette bulabileceğim Kürd, Türk site yazarlarının yazılarını zevkle okuyorum. Özellikle de her zaman merak ettiğim Türk gazetelerini, PKK, Abdocu görüşü savunan ve onların günlük yayın-organı olan Yeni Özgür Politikayı ve tüm yazarlarının yazılarını okurum. En çok da Ahmet Kahraman, Suat Bozkuş, Veysi Sarısözen, Selim Fırat, Demir Çelik, Ziya Ulusoy ve tüm mürit, Abdo aşkıyla yanan bayanların da makalelerini okurum. Bütün bunların içinde en çok ilgimi çeken de Veysi Sarısözen, Ahmet Kahraman, Selim Fırat ve Suat Bozkuş’tur. Hele Veysi Sarısözen Ahmet Kahraman ve Selim Fırat’ın yazıları en çok ilgimi çeken yazılar. Bunlar Barzani ailesinin baş düşmanları. Ulusoy’da bunlardan geri kalan biri değil, o hemşerim. Hanımlar da hakeza. Her biri birer Semiramis, Asur Kraliçesi. Başlığa dönersem, başlık konusunun içeriği Yeni Özgür Politika’da yazısını okuduğum Veysi Sarısözen’in yazısıdır. Bildiğim kadarıyla Veysi Bey eski bir TKP’li, Fikir Kulüplerinin kurucularından. Yanılmıyorsam, yaş itibarıyla da seksene merdiven dayayan biri. Onun 7 Ağustos, 2023 Pazartesi günü yazdığı yazının başlığı aynen şöyle: (Budalaca) Neden “Öcalan’a Özgürlük” Diyoruz? Ve devamla:
“Gerçek çıplak biçimde ortada. İmralı kapısı açıldığı gün bu dehşetli geleceğin yerini tek mermi atılmadan, tek bir insan ölmeden, kalbinde dört parça Kürdistan’ın yer aldığı Konfederalizmin barış, özgürlük, demokrasi ve refah toplumu alır” diyor ve onun özgürlüğünün her şeye kadir, nadir olduğu inancıyla uzun uzun yazıyor. Ona göre İmralı kapısı açılırsa, Kürd halkı özgürleşecek, Türkiye’deki yüzyıllık faşist sistem demokratikleşecek, özgür bir Kürdistan kurulacak. Wiiiiiiiy xwezî dilê Kurdan. Bi Tirkî keşke. Veysi Bey’e göre İmralı kapısı açılır, Öcalan’da özgür olup dışarıya çıkarsa Türkiye’ye demokrasi gelecek, her yer güllük-gülistanlık olacak, Türk faşist devleti hiçbir mermisini harcamayacak, hiçbir asker ve Kürd Gerilla ölmeyecek, ayrıca bütün Ortadoğu ülkeleri Demokratik bir Konfederalizm sistem çatısı altında birleşecek. Sahiden bu mümkün mü? Yine sahiden Veysi Bey buna yürekten inanıyor mu? Sevgili okuyucular sizce de bu mümkün mü? İnsan hayâl görür ama, tavuk gibi kendini bulgur ambarında hissetmez. Benim de bazen beynim olmayacak dualara “Âmin” dememi istiyor, ama ben beynimin o hücresini hemen değiştirir, ona: “Lütfen bana olmaz şeyleri önerme” diyor, gerçeği bilen hücrelerimi harekete geçirerek, o olmazlardan uzaklaşıyorum. Ayrıca ben de gençliğimde aynen Veysi Bey gibi olmaz hayâller peşinde idim. İnanın uzun yıllarım “Dünya Proletarya Devrimi” hayâliyle geçti. Şimdi soruyorum kendime “Kuro hayâl ettiğin o olması mümkün olmayan şey mümkün müydü be aptal, niye bütün o gençlik gün ve enerjini o olmaz hayâllerle boşa harcadın?” diyorum. Öcalan’da ben gibi fakir, yoksul, hiçbir örnek asaleti olmayan (Ama çok küfürbaz) bir Kürdün çocuğu. Fakirlik ve yoksulluk onu da ben gibi olmaz hayâllere sürükledi, ama o bu olmaz hayâllerin hep olacağını sandı, ya da bilinçsiz Kürd halkını kandırmak için bu olmazları öne sürdü ve düşmanları da sevindirdi. Kısacası kötü şeyler yaptı ve bir demagog olduğu için, bin dereden bulanık ve kirli suyu getirerek milyonlara içirdi, fakir, yoksul, genelde bilinçsiz halkına olmaz şeyler söyledi. Kardeşi kardeşe düşman etti. Evliliği yasakladı, aile kurumunu yok saydı, kültürümüzdeki değerbilirliği ortadan kaldırdı. Onun öğretisi ile torun baba, dede, nene ve tüm büyüklerine “Heval” demeye başladı. Öcalan başlangıçta zavallı halkımıza: “Demokratik Sosyalist Birleşik Büyük Kürdistan” diyerek milyonlarca Kürdü kandırdı. “İç düşman” diyerek binlerce Kürdü birbirine kırdırttı. Öcalan Leslie Lipson’un Demokratik Uygarlık kitabını okuyarak onun tezini Kürdistan gibi sömürge dahi olmayan ülkeye derman reçetesi diye sundu. Yine Amerika düşünce adamı Murray Bookchin’in “Ekolojik Toplum, Cinsiyet Özgürlükçü Toplum, Komünal Toplum, Demokratik Konfederalizm, Özgür Kadınlar Topluluğu tezini milyonlarca Kürdün beynine şırınga etti ve sonuçta bir bilinmez senaryo ile yakalanınca, bir seksen dönüş yaparak, Kürd’e devleti bile yasakladı ve “Devlet sözcüğünü biz çöpe attık, devlet-mevlet istemiyoruz” dedi, buna rağmen sağırlar duymadı, körler de görmedi, çok yazık. Ama buna rağmen Veysi Sarısözen gibi binler onun bu saçma tezlerini savunarak halkımıza yalan söylemeye, Kürdü, Kürd’e düşman etmeye devam ediyorlar. Öcalan’ı günahım kadar sevmediğim halde, Sayın Veysi Sarısözen ve onun gibi binlercesinden daha fazla Öcalan’ın özgürlüğünü savunuyorum. Nedeniyse, zavallı halkımızın onu yakından iyi tanıması için. İkinci bir sebep de benim Kürd ismimi taşımasıdır. Yani ona “Türk faşist hapishanesinde yatan bir Kürd” diyorlar” ki, bu da her Kürd yurtseverini inciten bir söylemdir. Bir de bana göre o, zavallı halkımız için bir bela, Kürdistan’ın Bağımsızlığı önünde çelikten bir duvardır. Bu benim şahsi düşüncem.
O duvarın yıkılması umuduyla.
Saygılarımla