Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, dünyamızda yaşayan her bir canlının sayılı gün, hafta, ay ve yılları var. Kanımca bu canlıların içinde en uzun ömürlü canlı kaplumbağalar, timsahlar, Grönland balinaları, tatlı su midyesi, Grönland köpek balığı ve dev tüp solucanlar, siyah mercanlar, cam sürüngenler ve ölümsüz deniz anası Turritopsis. Kuşlardan ise kanımca en uzun ömürlü kartal, karga ve papağanlar. İnsanların da en fazla 150 yıl yaşayanlar olduğunu biliyorum. Örneğin merhum dedemin köyü Xelanê Gazê de Xeta (Xatûn) Nûrê adlı bir kadın 155 yaşında öldü. Eski Sovyetler’de, Kafkas halkından bir adam 137 yaşında iken, ben Moskova’da onu televizyonda canlı olarak gördüm. Onu biz turistlere gösteriyorlardı. Ayrıca birkaç yıl önce Hindistan’da bir adam 171 yaşında ve “Azrail beni unuttu” diyordu. Ben onu internette okumuş, resmini de kopyalayarak arşivime koymuştum. Kısacası canlılar içinde üçüncü derecede uzun yaşayan biz insanlarız. Benim de yaşım şu anda 89. Bunu günlere dönüştürürsek tamı-tamına 32.485 gün. Tabii bunu haftalara, aylara, saat ve saniyelere dönüştürdüğümüzde, rakamlar uzar gider ve o rakamları okuyacak kişi değilim.
Sevgili kardeşlerim, ben bir ile üç-dört yaş arası yaşamımı pek hatırlamam. Ama beş yaşımdan sonraki bugünkü 89 yaşımın nasıl geçtiğini çok iyi bilenlerdenim. Hele Türk devletinin jandarması, polisi ve tüm devleti yöneten kadroların zulmü hep aklımda. Zalim jandarmayı gördüğümüzde, kedinin önünden kaçan fare misali kendimizi saklayacak delik arıyorduk. Peki niçin o bize benzeyen insanlardan korkuyorduk? Bunun cevabı hazin. İnsan sıfatında vampirler, kan emiciler; merhamet bilmeyen vahşi kurtlardı onlar ve bugünde o vahşi kurtlar cennet ülkemizde, bize yaşamı zehir ediyorlar. Peki yine neden ve niçin bunu yapıyorlar? Çünkü ülkemiz dünyanın cenneti ve o cennet bizim birinci derecede düşmanımız olmuş. Zalimler o cennetimizin dört tarafını tikenli tellerle, öldürücü mayinlerle çepere almışlar. İlk barbarlar Kuzey Afrika’dan gelen Sami ırkı Akadlar. Bir çöl insanına cenneti sorsan sana ne diyecek ve ne cevap verecek? Dağları, ovalarıyla, buz gibi akan berrak suları ve ırmaklarıyla, yemyeşil ormanıyla, bağ-bahçe, binlerce çeşit gül ve çiçekleriyle her canlıya hayat veren, nefis hava dağıtan, dört mevsimin bütün güzelliklerini üstünde yaşayan her canlıya bağışlayan yer. Peki o yer neresi? İşte asıl soru bu. Peki o yer neresi? İşte asıl soru bu. Daha sonra, yani M.Ö. 550 yılında Hindistan’dan o cennet ülkeye gelen namert Parsevanlar ve son 1071 de Orta Asya’dan gelen barbar Moğol dölleri, bugünkü zalim devşirme Türkler.
Evet, sevgili kardeşlerim. İlk anamızı ağlatan, o cennet ülkemizi işgal eden Sami ırkı Akadlar. Sonrası zalim Asur, Babil ve son olarak Mekkeli Muhammed’in zalim barbar orduları ve İslam dini bizi bugünkü hale getirmiştir. Cennet yurdumuzun dört yanı barbarlarla çevrili, denize çıkan bir yolumuz yok. Ayrıca bu üç canavar ırk, bizi bize düşman etmiş. İslam dini ile beynimizi yıkamış, biz dost kim, düşman kimin olduğunu kavrama yetimizi kaybetmişiz. Kimimizin kıblesi Mekke, Bağdat, kimimizin kıblesi Çöl Kerbelası, kimimizin de Ankara, Tahran, kiminin de hâlâ Pekin. Na law biz Enternasyonalist yoldaşız, İslâm dinin kardeşiyiz. Bize “Ümmet lazım”. Bir başka hayâli istek de Demokratik Cumhuriyet, Halkların Kardeşliği, Ortadoğu Konfederalizmi, Ekolojik Toplum, Türkiyelileşme. İşin en ilginç tarafı da biz insanların hayâli olarak yarattığımız acımasız Allah’ın bize uyguladığı zalimce yöntem. Yani depremler ve benzeri afetler.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, ben daha dört-beş yaşımda iken Erzincan depremi oluyor. Ben o depremi hatırlamam. Büyüklerimizin bize anlattıkları o deprem de kırk bine yakın Kürd insanımız şehit olmuş. Ben yaşamımda ilk duyduğum deprem, 1966 Varto depremi. O zaman İstanbul, Kasımpaşa, Küçük Piyale (Reco’nun mahallesi) mahallesinde oturuyordum. Kanımca o depremde üç binden fazla yine Kürd kardeşlerimiz şehit olmuş, merhum Mahsuni Şerif de o deprem için çok anlamlı bir mersiye (Ağıt) bestelemişti. O plak’ı her dinlediğimde ağlar, gözyaşı dökerdim.
Sevgili kardeşlerim, o deprem için dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yardımlarla on Varto inşa edilebilinirdi. Ama ne yazık ki halkımız o yardımlardan hiç yararlanmadı, aç kaldı, susuz ve perişan bir hayat sürdü. “Kurt sisli havayı sever” diye bir deyim ve atasözü var. O kurtlar Varto, Van, Lice, Harput, bugünde Maraş, Pazarcık, Elbistan, Antep, Rıha, Amed, Antakya ve diğer ilçe ve bucak için dünyadan gelen yardımlarla milyarlarına, milyarlar katıyor, mağdurları aç ve perişan bırakıyorlar. Hiç şüphesiz uygar, hayırsever dünya ülkelerinden Türkiye’ye gelen yardımlarla onlarca koca koca şehirler kurulur inancındayım. Ama gel gör ki, yüzbinler evsiz, barksız, aç perişan, kurtlar ise sefada, köşkte ve sarayda. Asena eniklerinin umurunda değil depremzedelerin hali. Çünkü onların yüzde doksanı Kürd. Kurt ise Kürd’e düşman, cennetini işgal eden barbar zalim. Baksanıza, depremzedelere ilk yardımı gönderen Güney Kürdistan’ın adı bile okunmuyor. Caşoğlu depremzedelere yardım gönderen bütün ülkelere onların diliyle teşekkür ederken, Güney Kürdistan’ın adını bile leş ağzına almıyor. Erbil Türk konsolosu, Siirtli devşirme bêbav, Rûdaw muhabiri onunla röportaj yaparken, kesinlikle Kürdistan ismini ağzına almadan hep “Kuzey Irak Yönetimi” diyor; ama ne yazı ki Kürdlerin liderliğine soyunan beylerin umurunda bile değil, hep birbirlerine karşı düşman. Olayları ve düşmanın tüm yaptıklarını görmek istemiyorlar. “Birlikten güç doğar” gerçek ilkeyi bir türlü kabullenemiyorlar. “Siyaset yapıyoruz” diyorlar, ama yaptıkları siyaset değil, birbirleriyle dalaşma ve zavallı halkımızı da aptal yerine koyma. Tabii bunlar mazlum halkımız için ne zaman gerçek siyaset yoluna rewan olurlar bilemem. “Eğer varsa insan üstü bir güç, bu Kürd siyasetçilere akıl versin” der, yazının başlığına dönmek istiyorum.
Evet sevgili okuyucular, yazının başlığı “Bir Gerçeği Dile getiren Bakan”. Bu Bakan Irak Kültür Bakanı, Sayın Ahmed Fekkak. Peki Sayın Ahmed Fekkak ne diyor? Adam aynen şunu söylüyor: “DÜNYA’DA KÜRDİSTAN BÖLGESİ’NDEN DAHA GÜZEL BİR YER VAR MI?” diyor. Eğer bu soru bana sorulsa ben “Hayır dünyada bu güzellikte başka bir coğrafya yok” diyorum. Yukarıda dedim, “Birinci düşmanımız coğrafyamız”. Çünkü o coğrafya gerçek bir cennet. Hayatta ne istersen o coğrafyada var. Bunun için de barbar zalimler aç kurtlar gibi göz dikmişler bu cennetimize ve onlar o cennetimizin üstünde sefa sürerken, biz cefa çekmekte, dünya ya dağılmışız. Yani kurumuş kenger misali, rüzgâr bizi dağa, taşa vurarak, bizi dünyanın her tarafına savurmuştur. Örneği ben gibi milyonlar. Çok yazık, çok yazık, Şah Diyako’nun torunlarına. Merhum şehidimiz Alişêr, bir dörtlüğünde:
“Eman, eman, eman, eman
Çîyan girte berf û dûman
Me ra bişîn Şahê Merdan
Ew dermanê hemû derdan”
Burada Alişêr’in “Şahê Merdan’ı Arap kasap Ali için demiş. Oysa gerçek “Şahê Medan’dir. Yani Şah Diyako. Med, Mertler İmparatorluğu kuran Şah Diyako. Şehit Alişêr’i saygı ve hürmetle anıyor, katillerine “bin lanet olsun” diyorum.
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, ben dünyanın dört kıtasını dolaştım ve tıpkı Irak Kültür Bakanı Sayın Ahmed Fekkak’ın dediği gibi, gezdiğim dört kıtada ülkem Kürdistan gibi bir ülke ve bir yer görmedim, Bunun için de ana dilim Kürdçe ile, cennet ülkemi aşağıya alacağım dörtlüklerle tanıtmaya çalıştım. Zira bu şiirimi birkaç kez değişik yerlerde okudum ve de yazdım. Okumayanlar, yeniden okumaları dileğiyle.
Min Nedît Welatek Wek Wewatê Xwe
Gerîyam li cîhan ez welat, welat
Min nedît welatek wek welatê xwe
Ahmed, Cizra Botan tev birc û kelat
Min nedît welatek wek welatê xwe
Dêrsim, Riha, Mêrdîn, Mahabad, Hewlêr
Warê mêr-mêrxwasan, lana piling, şêr
Li her derê sifir, nift û zîv û zêr
Min nedît welatek wek welatê xwe
Çem kanîyên avsar, deşt, çîya, zozan
Dîmena gund goman, gelîya Barzan
Bin holikên çilo raketin, razan
Min nedît welatek wek welatê xwe
Pirr xweş û şîrîn e, çar demên salê
Zivistana sîs, berf ser pişta malê
Nêçîrvanên kewan li Kûpik, dalê (Kûpik gundê min, Dal mezra bapîrê min)
Min nedît welatek wek welatê xwe
Bîst yekê Adarê cejna Newroz e
Li her derê agir, roja pîroz e
Dirizin, şîn dibin, gîya çirpoz e
Min nedît welatek wek welatê xwe
Dengê pepûk kewan, bilbil şelûlan
Rengê mexik, beybûn, nêrgiz û gulan
Bîhna wan jîn dide nexweş û kalan
Min nedît welatek wek welatê xwe
Havîna germ xweşik gîşt rez û bostan
Bêhrîvan xwe-dikin reng bi reng fistan
Bihişta Kurdan e, ew erd Kurdistan
Min nedît welatek wek welatê xwe
Kalandina mî û berx û karikan
Guftûgoyên pîran, li tev canikan
Lê tama sêv hêrmî, gîjok xîlokan?
Min nedît welatek wek welatê xwe
Germika Golanê, lê yên Baxînê? (avên germ)
Bin ezmanê şîn da cîyên evînê
Evîndar li wir in wek Mem û Zînê
Min nedît welatek wek welatê xwe
Çi bixwazî heye li ser erdê wê
Bi hezaran nebat, li ser in hevrê
Ji bîhr nakim çucar gurzên genim cê
Min nedît welatek wek welatê xwe
Çîyay Sîpan, Cûdî, Nemrût, Ararat
Çemê Minzûr, Xarçik, Dîjle û Firat
Av kanîyên Bîngol, zozanên Serhat
Min nedît welatek wek welatê xwe
Welatê min bihişt, lê jîyan doj e
Li ser hêwirîye Roma mêrkuj e
Zilm û zora wê jehr, axû ye, tûj e
Min nedît welatek wek welatê xwe
Çiqas salix bidim dîsa jî kêm e
Histêr çavên min da wek ava çêm e
Digîrim ez her roj, dil tijî xem e
Min nedît welatek, wek welatê xwe
Heftê sal hatin çûn, ji welêt dûr im
Dikşînim keserê, ez birîn kûr im
Temen bû heştê neh, êdî pîr kal im
Min nedît welatek wek welatê xwe
Riza me digîrim “Ax dibêm welat”
Har hovan nehışt ku Kurd bibin felat
Li Başûrê cîhan derd bûne qat qat
Min nedît welatek wek welatê xwe.
Belê, welatê min û we, ev welat e, ev bihişt e.
Xwendevanên xoşewîst, ev heLbest, piştî gera mina çar parçeyênn Kurdistan, di kûrhîya dilê minê kul da bû peroş, tilîyên dest û pênûsê jî rijandin ser vê kaxiza sipî, reş kirin.
Silav û rêz..
Bimînin di xweşîyê da.