Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, bizim köyde çok fakir iki amca çocukları vardı. Biz bunların birine “İmê (İmam) Kare” diğer üç kardeşe de “Kurên Memê Karê” diyorduk. Kar bunların büyük neneleri imiş. Karê’nin kocası (ismi ne ise kimse bize söylemedi) ölünce o çocuklarını büyütmüş; bu nedenle bizim köylüler bu iki amca çocuklarının oturdukları semt ve evlerine “Goma Karê” Karê’nin dört torununa da, her birine “Îmê Karê, Alê Karê, Bakê Karê ve Hesê Karê” diyorduk. Bu dört amca çocukları köyün en fakirleriydiler, karın tokluğuna bize ve köyümüzün diğer ailelerine çalışırlardı. Ayrıca bu iki amca çocukları Ocakzade, Dewrêşgewr aşiretinin birer üyeleri ve talip, yani müritleri olmayan bir aile idi. İmam bir kardeşin tek çocuğu, iki metre boyunda, heybetli bir görünüşü vardı. Yürürken, yürüyen bir Herkül gibi, çiçek hastalığına tutulduğunda da ölmemiş, bir gözünü kaybederek kör olmuştu. Diğer üç kardeş farklı boylarda normal insanlardı. En küçükleri Hasan genç yaşta köyü terk etmiş, gidip kayıplara karışmıştı. Ortanca kardeş Baki, genç yaşta Elâzığ’a gidip, Altın Ova da bir çiftlik sahibine çoban olmuş, orada ağanın ceviz ağacına çıkıp ceviz toplamaya çalışırken, ağaçtan düşüyor ve bel kemiği kırılıyor. Tabii ağa onu hastahane ve doktora götürmüyor ve Baki beli sakat, kambur bir genç olarak köyüne dönüyor. O köye döndüğünde ben 13-14 yaşında idim. Zavallı yürürken, sağ ayağını kaldırıp yere basamıyor, bastonla yürüyor, sağ bacak yer üstünde sürünerek iz bırakıyordu. Sanki bir yılanın kum üstünde sürünürken bıraktığı iz gibi.
Hiç unutmam, bir gün bizim komşu Gül Mustafa, (ki babam onu büyütmüştü. Hikâyesi uzun) bir su meselesi için sakat Baki ile tartışırken, tartışma kavgaya dönüştü ve Gül Mustafa Baki’ye yetişir yetişmez, tutup yere yatırıp yumruklamaya başladı; zavallı sakat adamın ağzını, burnunu kan içinde bıraktığında, babam yetişerek Gül Mustafa’yı çekti, kızarak “Ulan serseri, utanmıyor musun sen bu sakat, yetim kişiye vururken” deyip onu uzaklaştırırken, Baki’yi de yerden kaldırarak sert bir tavırla “Sende bu halinle kimseyle kavga etme. Bak serseri Gulo seni ne hale sokmuş” dediğinde o: “Ap Ali ma we nedît min çito dev û rûyê wî pencik dikir, di nav xwînê da hîşt?”. Türkçesi: “Ali amca siz görmediniz mi ben alttan onun ağzını, yüzünü tırnaklarımla kan içinde bıraktığımı?”.
Evet, zavallı sakat, bûlik, pışt xûz Baki, nerede ise komalık olmuştu, ama o yenilgi halini bir-türlü kabul etmiyor, kendisinin yediği dayağı, şişen iki gözü, ağzı ve burnunu görmüyor, o düştüğü hale “Başarı” deyip kendini savunarak övünüyordu.
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, bunu size niçin yazıyorum? Elbet bir nedeni olmalı. Bu nedeni kanımca sizde biliyorsunuz. Müsaadenizle açıklıyayım. Bizim Kürd meselemiz, yani bizimde Fransa Burjuva Devriminden sonra kurulan Modern Ulus Devletler gibi bir devlete sahip olma çalışmamız 1806 yılında Baban Miri Abdülrahman Paşa liderliğinde başlamış, ne yazık ki bugüne kadar o istek ve arzu gerçekleşememiş. Bunun nedenlerine detaylı bir şekilde değinmek istemem, çünkü nedenler çok ve uzun hikâye. Kısadan değinirsem bu istek ve arzu, 1806 yılından sonra 1847’de Botan Miri Bedirxan Bey, 1880’de Şeyh Ubeydullah, 1913 Mele Selim, 1921-21 Koçkiri, 1925 Şêx Seid, 1927-32 arası Ağrı ve Zilan, 1937-38 Dersim. Yani bütün bu harekatlar kanla bastırılmış, bizimde bir devlet sahibi olmamız üç zalim devlet ve bizimde kendi aramızda birlik olmayışımızdan dolayı engellenmiştir. Yıl 1960’lara geldiğinde, (ki o zaman iki süper gücün Kapitalist ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaş dönemi) dünyada sol harekatlar, ezilen halklar sokaklara dökülmüş, sol harekatlar Sosyalist bir dünya, ezilen sömürge halklar ise esaret zincirlerini kırıp parçalama ve Bağımsız Devletlerini kurmak istiyorlardı. İşte tam böylesine bir zaman süreci içinde, 1959’da ve 1923’te Lozan’da dörde bölünen Kürdistan’ın Kuzey parçasındaki Kürd yurtseverleri, Kerkük’te Kürdler ve Türkmenler arasında gelişen bir kavga sonucu (olayın bütünü uzun) Kürd Üniversite gençliği kendi aralarında örgütlenmeye başladılar. İlk önce gençler DDKO adlı örgüt kurdular, ardından illegal Kürd siyasi partiler. Örneğin TKSP, RIZGARI, KUK, KİP ve son olarak da 27 Kasım 1978’de de PKK kuruldu. Bu partinin ilk çıkışında adına “Apocular” denildi ve parti resmen açıklandığında ise, programına “Birleşik, Büyük, Sosyalist Kürdistan” şiarıyla silahlı mücadeleye başladı; ama bu ilk silahlı mücadele, düşmana karşı bir silahlı mücadele değil, kendi kardeşlerine karşı bir mücadele idi. Yani Parti Genel Sekreteri sıfatını alan Abdullah Öcalan, bütün arkadaşlarına “Hedefimiz İlk Önce İç Düşman, O İmha edilecek” diyerek silahı ondan önce kurulan tüm Kürd Partili kişilere çevirerek yüzlerce beyin kişileri öldürttü. Ardından küçük aşiret ağalarını, büyük aşiret ağalarıyla çatıştırarak böylece binlerce kişinin ölümüne sebep oldu ve Temmuz 1979’da bir kaçakçının yardımıyla Suriye’ye giderek diktatör Hafız Esad’a sığındı, arzu ve emirlerini oradan kendi arkadaşlarına telefonla, bazen de belirli kaçak rolünde olan kişilerle gönderiyordu. Zaman 15 Ağustos 1984 gününe geldiğinde PKK Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde silahlı mücadeleye başladı. Bu silahlı gücün komutanı da kod ismi Eğit, Mahsun Korkmaz adında bir genç idi, daha sonra O da katili meçhuller listesine girerek büyük şehit unvanına kavuştu, Beka vadisinde onun adına bir de Akademi açıldı.
Evet sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim. PKK Birleşik Büyük Sosyalist Kürdistan sloganıyla 1978’de kuruldu. 1984’te de resmen silahlı mücadeleye başladı. İlk çıkışında neler yaptığına yukarıda kısaca değindim. 1984’ten bugüne de PKK silahlı mücadele içinde. Yani 39 yıldan beri PKK, sözüm ona Kürdistan’ın bağımsızlığı için kirli bir savaşı inatla sürdürmekte. Peki PKK bu 39 yıllık bir savaşta Kürd halkına ne verdi? Lütfen, lütfen, rica ediyorum ne verdi, bana söyler mi siniz? Kuzey’deki büyük parça coğrafik olarak tarumar, 4200 köy virane, on milyona yakın Kürd insanımızın göç sonucu düşman metropollerindeki hazin yaşamları, iki tarafta yüz bine yakın genç insanın şehit olması, bütün bu kayıplara karşın Kürdistan’ın bir karış toprağını dahi özgürleştirmemelerine ne ad vereceğiz? Ya on bin yıllık dilimizi yok etmelerine, halkımız arasındaki binlerce yıllık örf, adet, sevgi, saygı ve ihtiramın yok edilmesi; torunun anne, baba, dede, nene ve tüm büyüklerine “Heval” demesine ne diyeceğiz? Yani bütün bu olumsuzluklarına, bu kadar değerlerin kaybının kutlama günü olabilir mi? Ama ne yazık ki kutlayanlar var. Hem de sayıları bir hayli kabarık bu bomıkların. Adamlar aynen Kürd Alevi kardeşleri gibi bomıkça hareket ediyorlar. Onlar düşmanları için on iki gün oruçla yas tutar ve yasını tuttuklarının ataları milyonlarca öldürdükleri kendi atalarını hiç akla getirmedikleri gibi, bizim bugünkü PKK’lı bomıklarda her yıl 15 Ağustos gününü kutsal bayram gün olarak, davul zurna eşliğinde govend tutup oynayarak kutluyorlar. Kanımca yarın Irak Şii Devleti Özgür Güney Parçasını işgal edip, Barzani ailesinin bütün fertlerini öldürüp yok ederse, o olay için de govend tutup oynayacaklardır. Bence 15 Ağustos biz Kürdler için, bir kara ve yıkım günüdür. 15 Ağustos zafer günü, ilk kurşun günü, Kürdün ilk uyandığı gün değil, matem günü, şîn û şîwan günüdür. İlginçtir Kürdün bu hazin halini İsmail Beşikçi bile görmemiş, O da “İlk kurşun” deyip alkışlarken, “Kendini Keşfeden Ulus Kürdler” adlı kitabının 124 sayfasında Öcalan için aynen şunu diyor:
“M. Tronti- Geç uluslaşan birçok ülkenin ulusal kahramanları, önderleri var. Hindistan’da Mahatma Gandi, İsrail’de Ben Gurlon, Türkiye’de Atatürk gibi, Kürd halkının, Kürd ulusunun da böyle tarihi bir kişiliği, bir önderi var mı? Ben buna tamamen kendi düşünce ve duygularımla cevap vereceğim. Ben PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan’ı böyle bir önder olarak görüyorum” demiş; çok yazık. Acaba sayın hocam bugün Öcalan ile ilgili ne diyor ve ne düşünüyor? Dilerim bu konuyla ilgili bir özeleştiri verecektir. Sayın hocam ben seni derin sevgi duygularımla sever, sayar değer veririm. Biz Kürdler için 17 yıl kendini Türk saydığın Türk Devleti’nin zindanlarında buldun, her çeşit işkenceye maruz kaldın. Söyler misin bana dünyada ezilen sömürge ülkelerin, Ulusal Kurtuluş Önderlerinin hangisi ilk önce kendi ülkesinin Ulusal Güçlerini iç düşman ilan ederek, onlardan binlercesini öldürerek hepsini tasfiye etti? Böylesine bir zorba lideri gösterebilir misin?
Sevgili okuyucu kardeşlerim, şartlanma çok kötü bir alışkanlıktır. (Bunu söylerken, Beşikçi Hocayı bu kategoride görmediğimi belirtmek isterim) Bu alışkanlığa alışmış kişi kesinlikle siyaha “Beyaz”, beyaza da “Siyah” der. Tabii bazı Şeytan akıllı kişilerde zavallı kişileri kandırmak için menfaat karşılığı hakikati değil, yalan söyleyerek insanları kandırırlar. Bu tür Şeytanlar PKK’da çoktur. Örneğin Yeni Özgür Politika yazarları. Mesela Ahmet Kahraman, Ferda Çetin, Veysi Sarısözen, Ziya Ulusoy, Suat Bozkuş, Selim Fırat, Sara Aktaş, Meral Çelik ve diğer birkaç bayan ve baylar. Bakın 10 Ağustos 2022 Çarşamba günü Veysi Sarısözen Özgür Politika’da: “İlk Kurşundan Son Kurşuna” başlıklı yazısının üçüncü paragrafında ne diyor: “15 Ağustos her yıl farklı bir günde de olsa gelir. 1984 yılından beri takvimler o tarihi gösterir. İlk kurşunun atıldığı gün Çarşamba’ydı. Perşembe’nin gelişi o Çarşamba günü beli oldu. Bu yıl Diriliş Bayramı haftanın ilk gününe geliyor. Sonraki günler neler gösterecek, haftalar, aylar? Diyor ve daha neler neler. Yine aynı yazar Veysi Sarısözen’in 12 Ağustos, 2022 Cuma günkü “Bir ihtimal daha var o da devrim mi dersin?” başlıklı yazısının son bitiş paragrafında Quto adlı birine: İnsan 15 Ağustos “Diriliş ve Gerilla bayramında” devrimi hayal etmelidir, deyince Quto itiraz etti: “Ne hayali Veysi abi, Rojava’da devrim oliy, Avrupalı gençler Konfederalizm bayrağı altında toplaniy”… Quto nereli, hangi bölgenin şivesiyle konuşmuş bilemem.
Evet yine aynı gazetenin yazarı Sara Aktaş “Kürdistan’da İlk Kurşunun Anlamı” yazısının bir yerinde: Önder Apo, Kürdistan’da Zorun Rolü kitabında Kürdistan devriminin rolünü ve hedefini sadece Kürdistan’da silahlı bir mücadele olarak tanımlanmaz. Küba Devrimi’nin Latin Amerika’da, Vietnam Devrimi’nin Uzakdoğu’da, Angola ve Mozambik Devrimlerinin Afrika’da oynadıkları rolü, Kürdistan Devrimi de Ortadoğu’da oynanacaktır” diye yazmaktadır. Sahiden Kürdistan’da ne devrimi olacak? Bu sınıfsal bir devrim mi, yoksa esaret zincirlerinin parçalanma devrimi mi? Devrim Türkçe sözlükte aynen şöyle: 1. Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik. 2. İhtilal. Fransız devrimi. 3. esk. İnkılap. 4. esk. Çevrilme, katlanma, bükülme. Kürdçe de ise Şoreş, yani ihtilal, savaş. Burada Sara hanıma sormak lazım, Sara Hanım, senin Önder Apon Kürd halkına ne verdi? Yakalanırken nasıl davrandı ve nasıl ifade verdi? Doğrusu onu örnek alan ezilen bir halkın lideri, halkını kurtuluşa götürmez. Bir Bol Pot halkını yok etmeye çalıştı, Bol Pot 2 milyon Kamboçya halkının katili. Lê Abdo yê we çi kir û ket çi rewşê??????
Burada unutmadan bu baylara ve Sara Hanıma sorayım, Rojava Devrimi hangi halkın devrimi? Rojava’nın Türkçesi, Batı. Peki Batı’da hangi halkın devrimi? Yunanistan, Bulgaristan, Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer Avrupalı devletlerin devrimi mi, yoksa Amerika kıtasındaki ülkelerin devrimi mi? Neden Batı Kürdistan demiyor, hep “Rojava” diyorsunuz? Sahiden siz orada hangi devrimi gerçekleştirdiniz? Beşar Esad yönetimini devririp, onun yerine koca Suriye’nin yönetimini siz mi ele geçirdiniz? Devrim Efrin’i, Gırê Sıpi, Serê Kani’yi ve diğer bir çok yeri zalim ve barbar Türk’e teslim etmek mi devrim? Devrim, düşmandan maaş almak mıdır? Devrim düşman parasını kullanmak mıdır? Hangi devrim? Korkarım, yarın, öbür gün diktatör Beşar Esad’da zalim Türk devleti gibi sizi kırımdan geçirmesin. Böylesine bir dilek ve Kürdçe bir dörtlükle yazıya son vereyim. Zira yine uzattım, okuyucu bağışlasın. Dörtlük.
Hevalan, hevalan, Heval
Xira kirin tev war û mal
Jibo gelê xwe yê bindest
Bûn Saddam û bêbav Kemal
Not: PKK’nın Kürd halkına tek armağanı, 39 yıllık bir kirli savaş sonucu ve on binlerce genç insanımızın şehit olma sonucu, Kürd Ulusal Ruhun biraz daha güçlenmesine vesile olduğunu söyleyebiliriz. Yani tek bu konuda. Saygılar.
rizacolpan@gmail.