Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, kanımca dünyadaki bütün toplum ve halklar içinde, tarihin her döneminde hainler, haramzadeler, dünya malı için namusunu kendi halkının düşmanına pêşkêş çeken, haysiyetsiz, namussuz kişiler çıkmıştır ve bundan sonrada çıkacaklardır. Çünkü her insanda beş duygu ve Tanrısal iki önemli güç var. Bu iki önemli Tanrısal güç, 1. İyilik, merhamet, sevgi, onur, şeref ve haysiyet. 2. kötülük, ki kötülük de çok çeşitlidir. Yani, yalan, hırsızlık, dolandırma, zina, insan öldürme, kendi nefsi için en iğrenç işi yapma, para pul ve makam için eşini satma, pezevenklik yapma, vs. vs.
Evet, ne yazık ki bu tür alçak, hain, yukarıda saydığım bütün vasıflara sahip, ben ve sizler gibi, insan sıfatını taşıyan kişiler bizim Kürd toplumunda da bir hayli vardırlar. Bence nedeni de 3 ayrı barbar ırk ve dört zalim entrikacı, Şeytan Öğretmen’in oluşu. Örneğin 20’inci yüzyılın başında, yani 1921-22 yılında, Koçkiri katliamı sırasında Gini aşiret reisi hain Murat Ağa, 1937-38 Dersim katliamı sırasında, Alişer ve eşi Zerife Hanım’ın başını kesip götürüp düşmana teslim eden, Sey Rıza’nın öz yeğeni Rayber, akrabası Zeynel ve Bextiyar aşiret reisi Şahan Ağa’nın başını kesen Pırço, 1925 Şêx Seid olayında hain Binbaşı Qaso ve 1927-32 arası Ağrı, Zilan katliamı ve 1946-47 Mahabad dönemindeki hainler. Birde sağır İsmet İnönü, Hınıslı Cemal Gürsel, Erzincan Kemahlı Fahri Korutürk, Dersimli Kürd Mustafa’nın torunu Bülent Ecevit, (Özal’ı saymıyorum, o biraz farklıydı) Şimdi ise, Kılıçdaroğlu ve onun gibi bir hayli hain namertler. Geçmiş uzun tarih döneminde ise, son Med Kral’ı Astyages’in (M.Ö.550) ordu komutanı Harpagos, kılıç ve gürzünü Persler için kullanan Zaloğlu Rüstem, 1071 de İslâm dini için, din kardeşliği adına Moğol dölü Alparslan’ı ve onun barbar kuvvetini Anadolu toprağına getiren, Mervan Kürd devletini yöneten Kral ve elit kadrolar ve diğer Kürd aşiret Ağaları ve bir başka gerçeklik.
Sevgili kardeşlerim, 1960’tan günümüze kadar Kudüs meselesi için, kendilerini Arap sayan Filistinlilerle, İsrailliler arasında kanlı bir savaş var. Kudüs kadim bir İsrail kenti. Bu kent 637 yılında, Halife Ömer’in barbar ordular tarafından işgal edilerek, İslâm topraklarına katılır. Yıl 1099’a gelince, İngiliz ve Fransızların haçlı ordularının egemenliği altına girer ve 1187’de, Kürd Serdarı ve İmparator’u olan Selahâddin î Eyûbi’nin (1138-1193) ordusu tarafından geri alınır. Ama gel gör ki Selahâddin, İslam’a olan fanatik inancından dolayı, koca Kürd İmparatorluğu’nu götürüp Mısır’da İslâm Halife’sine teslim ediyor. Peki biz bu harekât ve yapılan işe ne ad vereceğiz?????????
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bunları niçin yazıyorum biliyor musunuz? Geçenlerde, yani 23-12-2021 Perşembe günü, 1923’e kurulan Türkiye Cumhuriyeti adlı kurumun temel atıcısı ve bütün Kürd katliamlarının baş kesen kılıcı ve 98 yıldan beri yapılan bütün gayri insani davranışın mimari CHP’nin Başkanı Dersimli hain Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara, Elmadağ’da katıldığı muhtarlar ve sivil toplum temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda, toplantıda bulunan bütün kişilere: “Lütfen, aklınıza herhangi bir soru geliyorsa sorun, ben de cevabınızı vereyim” dediğinde biri: “Sayın Başkan siz PKK’ya destek oluyor musunuz?” sorusuna Kılıçdaroğlu: “Ne zaman, nerede olmuşum, buna nasıl inanıyorsunuz. Terör örgütünün saldırdığı adam benim” dediğinde bir diğeri: “Kimileri “Kürdistan diyor” rahatsız oluyor musunuz?” sorusuna da bizim Kemo: “Kürdistan lafından bende rahatsız oluyorum. Benim ağzımdan hiç bugüne kadar böyle birşey ve bir laf duydunuz mu?” deyişi hem bana Kamer Genç’i hatırlattı hem beni çocukluk dönemine ve hem de gençlik dönemimde Kıbrıs’ta bulunduğum döneme götürdü. Müsaadenizle, sıra ile bu iki namertlik olayına deyineyim diyorum. Zira Kemo’nun bu alçakça, haince ifadesi için birçok yurtsever Kürd aydını, yazarı ve siyasetçisi ona gereken cevabı verdiler. Özellikle Kürdistan Özgürlük Parti’sinin Başkanı sayın Mustafa Özçelik’in ve birkaç kez kendisiyle bizzat konuştuğum, anılarını okuduğum değerli Kürd kardeşim Fuat Önen’in açıklamalarını çok anlamlı buldum. Mustafa Özçelik kardeşim: ”CHP’nin “tek millet, tek vatan, tek devlet, tek bayrak” felsefe ve siyasetinin mimarı ve uygulayıcısı olduğu, Kürd milletinin varlığını yok saydığı, kendi ülkesinde kendisini yönetmesini çok boyutlu siyaset ve uygulamalarla engellediği gerçekliği bir yana, başka bir milletin ülkesinin isminden rahatsız olmayı nasıl tarif edelim? Bu en hafif boyutuyla insan haklarının çiğnenmesidir, 98 yıllık derin şoven, ötekileştirici, inkâr ve asimilasyona dayalı eğitim ve siyasetin vahim boyutlarda dışa vurumudur” derken, Fuat Kardeşim ise: “Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarında anormal bir durumun yok. Çünkü onun partisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Türkiye Cumhuriyeti de Kürd ve Kürdistan’ın hakikatinin ortadan kaldırılması üzerine kurulmuştur. Kılıçdaroğlu’nun partisinin 100 yıl önce kurmuş olduğu sistem, soykırımcı bir sistemdir, hedefinde; Rum, Ermeni, Laz, Süryani gibi milletleri ve ülkelerini ortadan kaldırmak vardır. Şu an bu soykırımcı faşist parti ve benzerlerinin karşısında sadece Kürdistan’ın varlığı ve hakikati kalmış. Türk devleti bütün gücüyle Kürd ve Kürdistan gerçeğini ortadan kaldırmak istiyor. Bugün Kürdistan’ın 3 parçasında şiddetli bir savaş yürütülüyor. Onun için çok doğaldır bu sistemin kurucusunun Kürdistan’ın varlığından rahatsız olması. Kısacası bu parti ve diğer bir bütün Türk faşist devlet kadroları, bütün var güçleriyle Kürd ve Kürdistan gerçeğini ortadan kaldırmak istiyorlar. Bunun için, “Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında anormal bir şey yoktur” diyorum. Anormal olan son aylarda Türk şoven ve faşist siyasi partilerinin Kürdistan’ın yokluğu üzerinden siyaset yapmalarıdır. Meral Akşener, Çeçen devşirmesinin partisi, Ermeni devşirmesi Devlet Bahçeli’nin partisine: “Hani Kürdistan nerededir?” diyor ve Kürdistan haritasını çıkararak AKP’ye “Hani Kürdistan neresidir?” diye soruyor” açıklaması doğu bir tespittir.
Hiç unutmam ve sık sık da söylerim. Merhum annem her zaman Türkler söz konusu olunca, kendi on bin yıllık tatlı diliyle “Tirkên pitikxur” Çermê Xinzîr (Beraz) nabe post, Tirk ji me ra nabin dost” diyordu. Bana göre Türklük bir kuduz kandır. Birine şırınga edilince, kesinlikle kuduz olur ve tedavisi de zordur. Kılıçdaroğlu ve benzerlerine o kan şırınga edilmiştir, çıkarmak zor. Kılıçdaroğlu Dersimli ikinci bir Rayber ve Pırço’dur, haramzadedir, aslını, anne ve babasını inkâr eden namert haindir.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, müsaadenizle konuyla ilgili iki anımı sizinle paylaşmak istiyorum. Anne ve babasını inkâr eden iki namert Kürd insanından. Yani Kılıçdaroğlu gibi diğer iki haramzadeden.
- Ben çocukken, her yılın Ekim ayından sonra, Nazmiye’nin ismini unuttuğum bir köyünden, Qılan aşiretinden Sülü Ağa isminde biri (biz ona “Suluyê Qıl” diyorduk) bize yağ, çökelek getirir, karşılığında da buğday, arpa, mercimek bulgur gibi şeyler alır giderdi. Yani her şey takastı, para yoktu. Sülü Ağa, koyu sarı saçlı, açık kahverengi gözlü, kırmızı elma yanaklı, tipik bir İngiliz gibi, sağ kulağının altında küçük bir çökelek kurutu kadar, Kürdçe’de “Balûg” dediğimiz, yani Sıgıl vardı. Sıgıl onun orasında nasıl çıkmıştı biz bilmiyorduk. Tabi o günler, bugünkü günler değildi. Doktor, hastahane, ilacın hiçbiri yoktu. Zaten katliam sonrası, çeşitli hastalıklar da, Türk devleti gibi katliamcı düşman olmuşlardı. Özellikle verem, tifo, kızamık ve çiçek hastalıkları. Balûg, yani Sıgıl öldürücü değildi. Uzatmayalım, Sülü Ağa, katliam öncesi, tek olan oğlunu Elâzığ’da bulunan bir akrabasının yanına gönderir, ki oğlan orada okusun. Oğlan orada okula başlar, lise sonrası üniversite imtihanını kazanarak Ankara’daki bir üniversitede kaydını yaptırır, okullar açıldığında Ankara’ya gidip, kaydını yaptığı üniversitede okumaya başlar. Sülü Ağa’nın babama anlattığına göre, oğlu mühendislik okuyormuş, ama neyin mühendisi olacağını bilmiyordu. Tabi o günlerde çoğu insanımız “Üniversite nedir” bilmiyordu. Sülü Ağa’nın oğlu Ankara’ya gittikten bir yıl sonra, baba Sülü Ağa, eşinin de ısrarı üzerine oğlunu görmeye gider. Çünkü o, orada kalıyormuş, gidişinden sonra bir daha gelmemiş, ama anne ve babasına mektup gönderiyor, babası da birilerinin vasıtasıyla her zaman oğluna harçlık gönderiyormuş. Sülü Ağa, yola çıkmadan önce, oğlunun adresini Türkçe okuması olan birine yazdırır, kendi sapıkının cebine koyar, tüm hazırlığını yapar, ekmek, yağlı kılorları ve biraz da çökeleki bez çantasına koyarak, yaya Elâzığ’a kadar gider, orada da trene biner, uzun bir yolculuktan sonra, Ankara garında indiğinde, çat-par birkaç kelime Türkçeyle bir taksiye binerek adresteki üniversite kapısının önünde iner ve yine çat-pat üç beş kelimelik Türkçesiyle orada okuyan bir genci görür, adresi, oğlunun isim ve soy ismini delikanlıya gösterir, tesadüf o delikanlı da aynı fakültedeki oğlunun arkadaşı imiş. Delikanlı gider Sülü Ağa’nın oğluna: “Baban gelmiş, kapıda seni bekliyor, gel beraber gidelim” diyor ve ikisi birlikte Sülü Ağa’ya yaklaştıklarında, Sülü Ağa bir baba olarak, koşarak oğluna sarılmak istediğinde, oğlu babasını iterek, “Defol, pis kılıksız herif, sen benim babam değilsin” der ve sinirli bir şekilde geri döner, Sülü Ağa başlar bağırarak ağlamaya, görenler etrafına toplanır, bir tercüman vasıtasıyla durum anlaşılır ve rektör gelir, Sülü Ağa’nın elini öper, oğlunu da çağırarak “Ulan it, seni annenin karnına sokan bu, seni büyüten, okutan buraya gönderen bu baba. Sen bu kendi babanın kılık kıyafetinden utanıyorsun değil mi. Ulan sen bu babaya kurban ol. Seni bu okuldan kovardım, ama bu adamın hatırı için yapamam” der, ama Sülü Ağa oradan ağlayarak köyüne döner. İşte o toprakta, şimdi de Kemo gibi aslını inkâr eden haramzadeler var. Bir yakınım da böyle bir halt etmişti, ondan bahsetmek istemem. Em in ev gela…
- Yıl 8 Ağustos, 1964’de Türk savaş uçakları Kıbrıs’ın Erenköy ve Mansura bölgesini bombaladıkları dönemde Cengiz Topel adlı bir yüzbaşı pilotun Rum kuvvetleri tarafından uçağı düşürülmüş, o paraşütle atlayıp kurtulmak isterken, Rum tarafında havada iken vurulmuş, öldürülmüş, cenazesi, teslim alınırken, oradaki Türk Alayının askerlerinin askeri törenle Türkiye’ye gönderildiği günde bende merasime gelenlerin arasında idim. (Aralık 1962’de Kıbrıs’a gidip orada bugün 59 yıllık eşimle evlenmiştim) Zira, Alay merasim bölük çavuşu bizim Dersim, Hozatlı Habib adlı, bir doksan üstü boylu, tığ gibi bir delikanlı ve bir de Bingöl, Kiğili, yine çavuş rütbeli, Aziz isminde bir asker. Ben Habib’i o olaydan önce tanımış, sık sık onu görmeye gider, ağır makinalı A 6 dersini alıyordum. Çünkü bende mücahit olmuştum. Olayı anılarımda detaylı bir şekilde anlatmışımdır. Aziz’i de merasimde Habib vasıtasıyla tanıdım. Aziz’in babası, Hüseyin ağabeyi de İstanbul, Kasımpaşa, Gülhane sokaktaki Mustafa’nın kahvehanesinden tanıyordum. İstanbul Sular İdaresinde bir emekçi, kendisini çok sever ve sayardım. Kahveci Mustafa ise, (anılarımda bahsetmişim) o da Kiği, Xolxol köyündendi, ki bugün Xolxol kaza olmuş, ismi de Yayladere. Aziz’in büyük abisi Cemal ise, Hilton otelinde çalışıyor, garsonluk yapıyordu. Yani ben Çavuş Aziz’in babasını ve hem de abisi Cemal’i iyi tanırdım. Biz baraka gibi hastahanenin önünde, cenazenin dışarıya çıkmasını beklerken, Habib vasıtasıyla onunla tanışıp, hal-hatır sorduktan bir kaç dakika sonra Aziz, hastahanenin kapısından dışarı çıkan genç bir hemşire ve orta yaşlı bir kadının yanına gidip konuşmaya başladığında ben Habib’e: “Aziz herhalde hemşireyi tanıyor” dediğimde Habib: “Evet Rıza abi, Aziz hemşirenin küçük kız kardeşiyle nişanlandı, bu o kızın büyüğü, yanındaki kadın da hemşirenin annesi ve Aziz’inde kayın-validesi, terhis sonrası kız Türkiye’ye gidecek, İstanbul’da evlenecekler” dedi ve biraz sonra ben, usulen Habib’in yanında ayrılarak, hemşire ve annesinin yanına gidip, selâmdan sonra, kendimi tanıttım, Aziz’in baba ve abisini tanıdığımı söylediğimde, o beni merasim sonrası evine davet etti, merasim sonrası evine gittiğimde Aziz ile nişanlanmış genç ve güzel kızı da tanıdım. Hoş-beşten sonra, kız bana kahve hazırlamak için mutfak kısmına giderken annesi bana: “Rıza kardeş, sen gerçekten Aziz’in babasını ve ailesini tanıyor musun?” diye sorunca, ben: “Bacı ben babası Hüseyin amcayı ve abisi Cemal’i İstanbul’dan tanırım, Bingöl Kiğilidirler. Babası Hüseyin İstanbul Sular İdaresinde bir emekçi, abisi ise Hilton otelinde garson” dediğimde kadın sert bir şekilde bana: “Hayır sen Aziz’in ailesini tanımıyorsun. Onun babası Deniz Ordusunda Albay” deyince şaşırdım, ama bende jeton düştü. Bilseydim Aziz’in yalanını kadına bende “Babası Albay’dır” derdim, ama çok geç kalmıştım. Kahve sonrası hatır isteyerek oradan ayrıldım. İki ay sonra Aziz Türkiye’ye döndü. Teskere sonrası kızın annesi (Eşinden ayrılmış, duldu) kızının bütün çeyiziyle, hatta buz dolabına kadar, bütün eşyayı bir gemiyle, kızını da uçakla İstanbul’a gönderdiğinde, Aziz, anne ve babasını yanına alarak hava-alanına gitmek istemedi. Oysaki o anne ve baba ona küçük bir oda kiralamış, gelecek gelinini bekliyor, Aziz’de polis okuluna gidip, polis olmak istiyordu. Yani Aziz, baba ve annesinin ısrarlı davranışlarına: ”Hayır siz gelmeyin benimle; sizin benimle gelmenizi istemiyorum” dedi ve gidip hava-alanında kızı alıp geldiğinde, kız gerçeği anladı, ama çok geç kalmıştı zavallı kız. Hüseyin amca ise çok üzülmüş ve gelinini çok sevmişti. O arada Aziz Polis oldu, tayini İzmir’e çıktı, Aziz orada kızı çok perişan etti, sonra kızın annesi Kıbrıs’tan İzmir’e gidip, haramzade damadı Aziz vazifede iken, kötü şartlar içinde olan kızını alıp Kıbrıs’a döndüğünde, kız 6 aylık hamile idi. O olaydan sonra Hüseyin amca beni her gördüğünde “Rıza, babasını inkâr eden evlat, onu evlatlığımdan reddettim, ne olur, sen, eğer varsa, kayınların ve bacanakların vasıtasıyla araştır o gelinim ve karnında taşıdığı torunum ne oldu diye soruştursunlar” dedi, ama sonuç alınmadı. Yani anne ve babasını inkâr eden namert Aziz’de bir Ewrê Reş Kemo gibi biriydi. Yani aslını, anne ve babasını inkâr eden bir hain namert.
Savaşsız, kavgasız, namertlisi, haini olmayan bir dünya ve Özgür, Bağımsız bir Kürdistan dileğiyle. Tekrar hepinizin “Yeni yılı kutlu ve mutlu olsun” diyor, yazıya son veriyorum. Bimînin di xweşîyê da.
Not. Dersim katliamı sırasında en çok üç aşiret şehit veriyor. Bir, Demenan. iki, Heyderan, üç Kurêşan. Kurêşan şehitlerinin arasında onlarca kişi, Kılıçdaroğlu ve eşinin aile ve akrabaları. Şehitlerini unutan bu haine, bundan sonra ona ve partisi CHP’ye oy veren Kürd’e, ben şahsen “Kürd” demem, “Kılıçdaroğlu” derim. Saygılar.