Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, defalarca yazdım, defalarca yazanlar oldu bizim millet olarak eksiklerimizi. Hani derler ya “Üzüm üzüme bakarak kararır, rengini değiştirir” ama biz Kürdler küçülen, herkesin cebine giren dünyanın her bir köşesinde, her bir ülkede var olmamıza rağmen, cebimizdeki küçük dünya kutusunu açıp, dünyadaki bütün devlet sahibi olan ülkelere bakmadığımız gibi, tarih süreci içinde, yine tarihin zalim güçleri tarafından köle durumuna düşürülen biz gibi insan toplulukları, zalimlerden nasıl kurtulacaklarını, kendi ata topraklarını nasıl özgürleştireceklerini, düşünerek bir araya gelmiş, bu kölelikten nasıl kurtulacaklarını kardeşçe tartışmış, “Birlikten güç doğar” anlayışını egemen kılarak, zalim egemen güçlere başkaldırarak ülkelerine, dillerine, kendilerine özgü örf-adet ve törelerine sahip çıkarak, zalimleri anayurtlarından kovmuş, “Devlet” denen kutsal aile yuvasını kurup, istediklerine kavuşmuşlar. Belki ekonomik olarak, herkes eşit bir yaşam sürmemiş, ama onların dilini, kültürünü, tarih ve müziğini, örf ve adetlerini yasaklayan, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını talan edenleri ülkelerinden koymuşlar. Özellikle 5 Mayıs 1789- 4 Eylül 1799 döneminde gerçekleşen Fransız Burjuva Devrim’inden, sonra, yani 28 Temmuz’da başlayan ve 1918’de son bulan birinci cihan savaşı, ardından 21 yıl sonra, yani 1 Eylül 1939’da başlayan, 1945’te biten ikinci dünya savaşından ve 1990’da yıkılan Sovyetler Sisteminden günümüze kadar, dünyamızda 206 devlet var ve bunların 193’ü Birleşmiş Milletler Örgütü’nün üyeleri, ama ne yazık ki biz 50 milyonluk Kürdler, on bin yılların ötesinde, üstünde yaşadığımız cennet coğrafyamız, anamız Kürdistan bugün üç zalim ve barbar ırkın, dört ayrı vahşi devletin egemenliği ve onların boklu demir ökçeleri altında inlemekte ömür tüketiyoruz. Bir kısmımız olmuş kuru kenger, düşmanların estikleri zalim rüzgârın esintisiyle dünyaya dağılmışız, ama yaşadığımız ülkeleri kendimize örnek alamamışız. Bunu derken merhum annemin bir deyişi aklıma geliyor. Şöyle: “Çû Gergerê, Hat Kerê Berê”. Bazen onu kızdırdığım için, bunu bana söylüyordu. Çünkü ben çok gezen biri, bazen de onun düşünce ve inancına karşı geldiğim için. Ama o yurdunu seven, biz çocuklarına: “Lawên min, tirî li tirî dinêre, rengê xwe diguhêrîne; divê hûn jî li kesên maqûl û zanan binêrin, wekî Mîr û Began bijîn. Ji xwe bîhrnekin, “Çermê beraz nabe post, Tirk ji me ra nabın dost. Wan çi anîye serê me Kurdan, tenê Xwedê dızane” diyor, bazen de hüngür hüngür ağlardı zalim Türk’ün Dersim’de öldürdüğü çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, gebe kadınların süngü ile deşilen karınları ve süngü ucuna takılan canlı bebekleri ve o dönem beni, iki merhum ablam ve ağabeyim Hüseyin’i, bizim oradaki çeşitli dere ve vadi mağaralarda, babamla birlikte nasıl saklandıklarını anlatır ve hunharca öldürülen yakın akrabaları için, hüngür-hüngür ağlardı. (Axkilise adlı köyde, Bilo Axa’nın iki oğlu, Axabeg ve Mehmet Ali. Bu iki kardeşin öldürme biçimi çok hazin)
Evet sevgili Kürd kardeşlerim, Türk’ün Kürd’e yaptığı bu. Uyduruk değil, gerçek. Ama Kürd zalimi tanımak istemez. Tavuk gibidir, tilkiye doğru koşar. Dünya’ya gözü kör, beyni bulanıktır. Bağışlayın bu gerçeğimiz. Dünya gitti aya, biz hâlâ yaya. Yaya yürüyüşümüzü bile üç vahşi ırk yasaklamış. Düşünün İslâm’ın çıkış tarihini. Arap İslâm barbarları dünyanın medeniyet beşiği olan ülkemiz Kürdistan ve Mezopotamya’ya nasıl geldiler? Herhalde o günkü atalarımız o çöl barbarlarına “Ülkemize hoş geldiniz” demediler. O zalimler yüzbinlerce atalarımızı kılıçtan geçirerek, makasla dillerini keserek cennet misali ana toprağımıza girdiler. Ya sonrası? Ahhh, ahhh o sonralar ve bugün, o barbarların elindeki Kılıç’ı konumunda, o bize kılıç zoruyla empoze edilen kan dökücü, dil ve baş kesici inancın korkusuz bekçileri. Birinci bekçiliğimiz 1071, barbar Moğol Türk’ü Alparslan’a. İkincisi Selahaddin î Eyûbî (1139-1193) Kürd, Kürdistan varlığını, kendi fanatik İslâm inancı için götürüp Mısır’daki Halifeye teslim etmesi. 1806 yılına geldiğimizde Baban Mirî Abdülrahman Paşa’nın bölgesel uyanışı ve yine İslâm’a sıkı-sıkıya bağlılığı ve başarıya ulaşmaması 1847-48’de Bedirxan, 1880 Şêx Ûbeydullah, 1921-22 Koçkiri. Yine o dönemde Şêx Mahmut Berzenci ve Simko Ağa hikâyeleri, 1925 Şêx Seid, 1927-32 Ağrı, Zilan, 1937-38 Dersim, 1946-47 Mahabad, 1959’da 49’lar hikâyesi, 1961 Barzani harekâtı, 1984 PKK’nın çıkışı, 1988 Halepçe, Enfal ve yüzbinlerce şehit. Hatta milyonlar…
Evet bu kadar savaş ve yenilgiler olurken, ne yazık ki biz Kürdler bütün bu yenilgilerden ders almadık ve yenilgilerin sebeplerini masaya yatırıp sorgulamadık. Afrika kıtasında teni siyah olan biz gibi insanlar, ki hepsi Avrupa modern devletlerin sömürge ve kölesi, 60’a yakın devlet kurdular. Dün, coğrafyamızın Kuzey-Batısında Odesya ve Abazalar. Kısacası 20 bin, 100 bin nüfuslu toplumlar devlet sahibi oldular, biz Kürdler 50 milyonluk bir toplumuz, hâlâ devletsiziz. Peki neden? Neden böylesine kutsal bir yuvamız yok? Neden dünyadaki gelişmelerden örnek alamıyoruz? Neden biz gibi yüzyıllarca sömürge olan halklar hep devlet sahibi oldular, biz 50 milyon halk devlet sahibi olmadık? Neden onları örnek almadık? Geçmişte onlarında kendi aralarında kavga ve çelişkileri yok muydu? Onlarda da aşiret ağaları, dini liderler, değişik siyasi parti inançları yok muydu? Elbette vardı. Peki onlar ortak düşmanlarına karşı ne yaptıklarını neden görmedik? Neden gözlerimizi körleştirerek, onları görmek istemedik; ne yaptıklarına kulak vermedik?
Ulusal koku taşıyan ilk direniş Güney parçamızda başladı ve zalimce bastırıldı. Nedeni ise bölgesel ve birlik olmamaktı. Kuzey parçadaki gelişmeleri yukarıda anlattım. Güney’de 1966’da kardeş kavgası orada başladı. İbrahim Ahmet, damadı Talabani, ki bunlara “66 cahşları” denildi. İki tarafta binlerce şehit ve kızıl kardeş kanı. 1984’e geldiğimizde PKK’nın ondan önce kurulan tüm yurtsever parti ve kurumlara karşı savaşı ve öldürdüğü yüzlerce beyin insanı ve kendi içindeki 17 bin iç infaz. 1994’te üçlü çatışma ve yine binlerce şehit.
Evet, düne ve bugüne bakalım. PKK, Kuzey parçanın (illegal) en büyük partisi ve binlerce kardeşini öldüren bir kurum. Ayrıca kendi Kuzey parçasının dağlarında, ya da şehir ve kasabalarında karargahını kurmuyor, gidip Güney parçasının Kandil dağında kuruyor. Hadi diyelim “Orada karargahları olsun” ama oradan gelip Türk faşist ve barbar karakoluna baskın yapıp yine Güney parçasına geri kaçtığında, barbar Türk devleti topu, tankı ve savaş uçaklarıyla onları kovalayarak, o yüzbinlerce şehidin kanıyla kısmen özgürleşen parçaya giriyor ve orada askeri üs kuruyor, ne acıdır ki, bazen yine silahı kendi kardeşi Pêşmerge’ye çevirerek Pêşmerge’yi şehit ediyor. Yani geçmiş tarihinden, düne kadar yapılan bütün yanlışlardan ders almıyor. Tabi tüm yanlışlardan ders almayan yalnız PKK da değil, ötekilerde yeterince ders almış değiller, ama bu konuda en büyük şampiyon “PKK’dır” diyebilirim. Bana göre PKK dost kim, düşman kim ayırt edemiyor. Hele sözün-ona basını; yani Yeni Özgür Politika’daki kalemşorları, ki zehir saçıp, kardeşi kardeşe karşı kışkırtarak, “Birakujî’ye kapu açıyorlar. Bu konuda öteki güçlerde de kör gözler, kardeşini öldürmek için silahı derman görenler çok; onlar da net olarak dost kim, düşman kim kavramış değiller ve onlarda da “Kurt gözü var” diyemem. Çünkü kurdun gözü karanlığı aydın gören gözdür. Ayrıca dört parçadaki, sözüm ona kendilerine “Ulusal güç, parti ve kurum” diyenlerin hepsi dört düşmanın, (ki bunlar birbirlerinin ebedi düşmanları) Kürd sorununda nasıl bir araya gelip kardeş gibi davrandıklarını görmelerine rağmen, kendileri bir araya gelip bütün güçlerini ortak düşmanlara karşı birleştiremiyorlar. Ne yazık ki bu biz Kürdlerin tedavisi mümkün olmayan bir hastalığı diye düşünenlerden biriyim. Yani biz Kürdler Türk’ün yaptığı bütün tarihi barbarlığını ve günümüzdeki vahşiliğini, öldürdüğü kızımızın ırzına geçmek için sıraya giren barbar genç askerlerini ve şehit ettiği Gerillanın kafasını kesip fotoğraf çektiğini, kulak, burun keserek, tuzla kurutup kolye yapıp boynuna astığını gördük, görüyoruz, ama buna karşı hiç utanmadan, sıkılmadan bu barbar Türklere “Kardeş” der, halkların kardeşliğini savunuyoruz. Hangi halklar? Türk, Arap ve Farıs. Bu anamızın dostuna, kusura bakmayın “Baba” demeye benzer. Bakın kaç gün önce İzmir, HDP İl Binasına girip, kızımız, annemiz Deniz Poyraz’ı öldüren, devşirme barbar Türk, Onur Gencer, vahşi emniyet kişi ve hâkime “Ohhh içimi serinlettim, beni serbest bırakın” diyor. Kürd genci babasıyla kendi dilini konuşuyor, Türk onu öldürüyor, ama Kürdün kör gözü görmüyor. Bütün bu zulme karşı 30 milyonluk Kuzey Kürdistan halkından 100 bin, 50 bin, 10 bin kişi bile sokağa çıkıp Türk’ün bu vahşi barbarlığına karşı bir tepki göstermiyor. Oysa dünya, eski Koçkiri, Piran, Ağrı, Zilan, Dersim zamanında yaşamıyor. Dünya bir bilgi kutusu, herkesin cebinde ve duvardaki koca aynası. Dilerim Kürd bu kutuyu açıp bakar, gereken bilgiyi öğrenir, dünyayı net olarak aynada görür.
Böylesine bir dilekle, yazıya son verirken, duygularımdan kopup gelen biri Türkçe, biri de Kürdçe yazdığm son şiirimle, siz okuyucu Kürd kardeşlerime “Hoşça kalın” diyeyim. Bimînin di xweşîyê da.
Diyen kim?
Milyon, milyar kurşun sıkıldı
Delik, deşik oldu bedenimiz
On binlerce bomba yağdı coğrafyamızda
Tahrip edildi ülkemiz
Yakıldı evimiz
Yıkıldı yuvamız
Tecavüze uğradı ölü kızımız
Gözlere mil çekildi
Kulak ve burunları kesildi gençlerimizin
Kolye oldu barbarların
Tüysüz göğüsleri üstünde
Seksenlik dede ihtiyarımıza
İnsan dışkısı yedirildi
Delikanlılarımız diri-diri
Toprağa gömüldü
Bütün bu barbarlığa da
“Kahramanlık” denildi
Diyen kim???????????
Em in ev gela
Dost kî ye, dijmin kî ye
Ji hev cihê nekirin
Balam ji hev ra
Kemîn, dafik çêkirin
Kuştin ji hev
Bi hezaran bira
Negotin em hevûdu dikujin
Lo, gelo çira?
Her dem bûn goga ber lingên dijmin
Min dît gog helisîye
Êş û jan ket dilê min
Digîrim, dinalim
Jibo vê rewşa me Kurdan
Em bûne leyîztokên destê namerdan
Xwedêgiravî hin Serok û Rêberên me
Ji dijminan ra bûne yar
Ji hev cihê nekirin
Kî ye dost, kî ye neyar?
Em in ev gela,
Ji dijmin ra dost
Ji hev ra qeda û bela.
20-6-2021.