Sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim, yine bu çokça uzun yazımdan Türkiye’nin devlet siyasetinden, onun Garê dağındaki barbar saldırısından, ölen iki tarafın gençlerinden, öldürülen 13 tutsak esirden, düşen, ya da düşürülen helikopterden ölen askerlerden, iki tarafın zafer nidalarından, Şengal’deki PKK ile Haşdi Şabi yoldaşlığından, Bağdat ve Güney Kürdistan’ı ziyaret eden, dünya Katolik Mezhebinin lideri Papa Francisus için Güneyli kardeşlerimizin Papalı Kürdistan harita pulu için kuduzlaşan Türk Devleti’nin Dışişleri Bakan’ı Mevlut Çavuşoğlu ve onun Saray’daki tüm ırkçı ve faşist parlamenterlerinden, bodur profesör Yörük Türk, Gelecek Parti lideri Ahmet Davutoğlu ve Dava Parti lideri, hangi halktan devşirilmiş bilemediğim Ali Babacan’ın düşmanca tepkilerinden, Koronavirüs hastalığından hayatını kaybeden, tanıdığım ve sevdiğim değerli kişilerden hiç bahsetmeyeceğim. Çünkü ben hem bir siyaset uzmanı değilim hem de ölen o değerli kişileri her andığımda gözlerim yaş döküyor, içim ateş gibi yanmaya başlıyor. Siyasetin de zaten uzmanları ve kalemşorları çok.
Evet, sayın okuyucu Kürd kardeşlerim, asıl konuya dönersem, yazının başlığı belki içinizden bazılarını kızdıracaktır. Ama kimsenin kızmasına hiç gerek yok. Çünkü dünyamızdaki birçok ülkenin insansever ve yurttaşları da zaman zaman bu utancı duymuşlardır. Örneğin insansever bir Alman yurtseveri, Hitlerin Yahudi ve diğer halklara yaptığı zulüm ve barbarlığa, bir Alman yurttaşı olarak, Almanlığından, bir İspanya yurttaşı, yurtseveri, Franco’nun icra ettiği insanlık dışı faşist zulmünden, bir İtalya insanseveri ve yurttaşı Mussolini’nin yaptıklarından, eski Osmanlı toplumlarından bir çok halkın insanseverleri, Ermeni soykırımı için mensup oldukları Osmanlı yurttaşlığından, insansever ve hümanist bir Rus’un Stalin’in zalimcesine öldürttüğü 20 milyondan fazla sözüm ona komünist bir rejim için, Rus olmasından, bir Şilili yurtseverin zalim diktatör Pinochet’ten, yakın tarihimizde insansever bir hümanist Arab’ın, Saddam faşistin Güney Kürdistan’daki halkımıza karşı sergilediği zulüm ve kimyasal, zehirli gazlarla Halebce’de öldürttüğü 5 bin ölü, on binden fazla yaralı, Enfal’de 182 bin kişinin diri diri Arap çöllerinde toprağa gömülmesinden, istisna da olsa insansever hümanist bir Türk’ün zalim Mustafa Kemal ve Kenan Evren’in halkımız, Kürd halkına karşı yaptıkları zulüm ve barbarca davranışlarından ve bugün yine sözüm ona Türkiye Reisicumhuru olan, Kasımpaşalı, Gürcü asıllı külhanbeyi, Recep Tayyip Erdoğan ve Ermeni dönmesi Faşist Devlet Bahçeli’nin halkımıza uyguladıkları zulümden Türk olduğundan utanacaklardır.
Sevgili kardeşlerim, bende yaşadığım 20’ici yüzyılın 1935 yılında doğan ve bu yeni yüzyılın 21’inci yılının içinde yaşayan, 86 yaşında bir Kürd yurtseveri olarak bir çok şeylerden dolayı Kürdlüğümden utanıyorum. Oysa geçmiş binyıllar öncesinden atalarımızla her “Kürdüm” diyen kişi, övünmektedir. Örneğin Med İmparatorluğu’nun kurucusu Şah Diyako, bütün Ortadoğu ve o günkü bütün Asya ve Avrupa kıtasındaki halklar, Med Kralı Diyako’yu mertliğin simgesi ve sembolü diye tanımışlar. Örneğin günümüzdeki Rêya Heq inançlı, yani bütün Kürd Aleviler her dara düştüklerinde, “Ya Şahê Merdan were hewarîya me” diyorlar, ki onlara göre bu Şahê Merdan, onların binlerce atalarını kılıcı Zülfükâr ile başını kesip şehit eden merkûj, katil Arap Ali’dir. Hatta bu insan kasabı kişiyi kendilerine Tanrı yapmışlar. Onun için, “Bin bir yerde baş gösteren Ali Tanrı’dır” demiş, bugün de hâlâ bu insan kasabına “Tanrı” diyenler var. Oysa o ne Tanrı ve ne de Şahê Merdan. Kısacası “Şahê Medan”, Şahê Merdan’a dönüştürülmüş. Anlam itibarıyla kurtarıcı Tanrı. Oysa o mert kişi Med İmparatorluğunu kuran, Kürd Kral Diyako’dur. Hatta merhum şehidimiz Alişêr, bir dörtlüğünde şöyle der:
Eman, eman, eman, eman
Çîyan girte berf û dûman
Me ra bişîn Şahê Merdan (Arap Ali)
Ew dermanê hemû derdan.
Evet, merhum Alişêr de Arap katil Ali’yi, Tanrı’dan onu dertlerin dermanı olarak göndermesini istiyor. Tabii bu bir yanılgı. Alişêr şehidimizi saygıyla anarken, ben küçükken hiç Türkçe bilmeyen, ama her Türkçe konuşanı dikkatle dinlemeyi bilen ve okunan Türkçe Alevi ozanlarının şiirini hemen ezberleyen ve sazıyla besteleyen meşhur Kürd Ozanı, Seid Veli Yılmaz, uzun bir beytinin iki dörtlüğünde, aklımda kalan iki dörtlükte (ben çoğu kez ona koçek, yani kamber olur, onunla talip, yani müritlerine giderdim) şunu diyordu:
Can û dıldan sevenlerin canısın
Aşıklara sen, mertlik şanısın
Kusura kalmayan mürvet kanisin
Geçersin günahtan, candan ya Ali
Müşkülü halledersin dostuna
Çağırdıkça yürünürsün düşküne
Kerbelada yatanların aşkına
Şefaat isteriz senden ya Ali.
İşte düşmanını tanrılaştıran ve ondan şefaat bekleyen böylesine bomık Kürdlerin, Kürdlük sıfatını taşıdığımdan utanıyorum.
Evet, sevgili okuyucular, övündüğümüz ilk mertlik sembolü Şah Diyako, unutulmuş, onun mertlik adını, “Şahê Merdan” sıfatını Arap katil Ali’ye veren Kürdlerden utanıyorum. Tarihte özgürlüğün ilk kahramanı Nineweli, Kassi Kürdlerinden Demirci KAWA. Dünya insan gücünün sembolü ve kahramanı ilk önce Nariman, oğlu Zal, torunu Rüstem, ki bunlar Kürd olmalarına rağmen, Perslerin pehlivan, silahşor ve kahramanı olmuşlar. Buna rağmen bunlar bizim övünecek atalarımız. Onlardan sonrası Horasanlı Eba Müslüm’ü Teberdar (718-755) ki bu yiğit Kürd Serdar’ı, Halife Eba Mansur tarafından namertçe öldürülmüş, ama o bizim onurumuz ve kahramanımız olmuştur. Hallac ı Mansur (854-922) hakeza. Selahaddin î Eyûbî (1138-1187) ki ben kişi olarak onunla övünmem. Çünkü Kürdün her şeyini inandığı İslâm dini için götürüp Mısır’daki Halife’ye teslim eden kişidir, dünya onu “Kürd Kahramanı” olarak tanır. Ama Aslan yürekli İngiliz Richard, Fransız Fillip Ogust, halkına vasiyet bıraktılar, 1923 Lozan’da bunlar Kürd ülkesini dörde bölüp, Türk’e, Arab’a ve Pers’e verdiler. Hâlâ o intikamlarını unutmuş değiller. Ha, birde meşhur Ömer Hayyam’ımız var, övüneceğimiz kişi, ama onun da bütün işi ve hizmeti düşman Persler için olmuştur, ki buna rağmen yine övüneceğimiz dünyaca tanınan bir şair ve bilim insanı. Ayrıca büyük Kürd filozofumuz, Mem û Zin hikayesini biz torunlarına ulusal ruh yapıp armağan eden, Ahmedê Xanî (1650-1707) var ki, onunla ne kadar övünsek azdır.
Sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim, Kürtlüğümüzle övünmemiz sadece yukarıda saydığım kişilerle değil. Ben, birde tarihte ilk hayvanları evcilleştiren, toprağa her türlü tahıl ürünlerini eken, biçen, su bentlerini yapıp ektikleri tahıl ürünlerini sulayan, çivi yazısını kullanan, yaşadıkları Mezopotamya coğrafyasında, hiçbir halka zulüm yapmayan bir asil halkın çocuğu olduğum için, içim övünçle doludur. O atalarımı saygıyla anıyorum.
Evet, şimdi de geleyim başlıktaki tek sözcük olan “Utanıyorum” meselesine. Sevgili canlar, ben her şeyden önce bir Kürd insanıyım. Halkımın her güzel işini, sanat ve müziği, onurlu davranışı, haksızlığa karşı hakkı savunması, zalimin dostu değil, mazlumun dostu olması beni çok sevindiriyor; ama bunun tersi hep beni utandırıyor.
Yaşamımın 34 yılından sonra ve bugüne kadar birkaç kez Kürdlüğümden utandım. Bir: Uzak bir diyardan olmama rağmen, 1978’de meydana çıkan, önce “Kürdistan Devrimcileri” ardından UKO, yani “Ulusal Kurtluş Ordusu” adıyla kendilerini tanıtan ve ilk silahı kendi kardeşlerine çeviren, dünyada Ulusal Kurtuluş Mücadele’sini başarıyla taçlandıran ve kendi Ulusal Devleti’ni kuran toplumlardan, ayrıca Botan Bey’i Bedirxan, Şeyh Ubeydullah, Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı, Zilan ve Dersim direnişlerinin neden başarıya ulaşmadığından ders almayan, sonra da kurdukları siyasi kuruma “Partîya Karkerên Kurdistan” ismiyle kendi halkına karşı şiddeti kullanan, yüzlerce beyin insanını, hatta kadın ve çocukları da öldürdüklerinde, (çocuklar için) “Yılanın yavrusu zehirsiz olmaz” (bir Avdocu sersem mürit, evimde bana bunu söylemiş, onu evimden kovmuştum) deyip, küçücük çocukları da öldürdüklerini duyduğumda Kürdlüğümden çok utandım. Oysa o çocuklar yarının Kürdü ve birer Masum î Pak idiler. Kadınlar ise, Kürdün Tanrıçalarıydı; ki onlar erkek kavgalarında, baş örtülerini ortaya attıklarında kavga, savaş durur, sükûnetin tahsisini sağlayan, barışın beyaz güvercinleriydi. Kısacası kadın Ana ve Tanrı, ona el kaldırılmazdı eski atalarımız zamanında; ama İslâm dini bu uğursuz davranışı Kürd’e de aşıladı ve Avdo bu uğursuz işi şartlandırdığı müritlerine yaptırdı.
Zaten parti isminde de bu şuursuzluk, bu bomıklık aklı başında her Kürd yurtseveri biliyordu. Parti adı hâlâ aynı, yönetenler, herhalde bu ismi kendileri için koymamışlar, zavallı müritleri için olsa gerek. Oysa parti ismi öz Kürdçe ile şöyle olmalıydı: “Partîya Karkirin Kurdistan”, “Karkerên Kurdistan” değil.
İkinci kez Kürdlüğümle utanmam. Saddam 1988, Mart ayının 16’sında, (yani bu yazıyı yazdığım bu Mart ayının 16’sında, başka bir deyişle 33 yıl evvel) Helebce ve ardından Enfal sonrası, özellikle de Kuveyt işgali ve sonrasındaki yine o Kürdistan parçasında yaşayan 6 milyon kardeşlerimize saldırması ve yüzbinlerin o kış kıyamet günlerinde dağlara, Türkiye ve İran’a kaçmalarından sonra, Birleşmiş Milletler örgütünün ve ABD’nin yardımıyla oluşan 36 paralel ve uçuş yasağı günlerinde, Kürd halkının o acıklı durumu bütün dünya insanlarının gözleri önünde ve bütün dünya insanseverleri Saddam’ı bir canavar, kuduz bir it olarak nitelerlerken, Celal Talabani Saddam’la buluştuğunda, onu kucaklayıp öpmesinden, hem son derece iğrendim ve hem de Kürtlüğümden utandım. Hiç unutmam, benim o günlerde Westmead semtinin tren istasyonuna yakın, bir alış-veriş merkezinde, bir aşhanem ve kahvehanem vardı. Tren istasyonun köprüsü üstünde gazete, dergi, kağıt kalem satan dükkan sahibi, Marrylin isimli bir İngiliz Hanım, ben sabah saat 6’da dükkanı açtığımda, koşarak yanıma gelip, Richard (O bana Richard diyordu) deyip, ağzında ne kadar tükürük varsa yere tükürüp boşalttıktan sonra, “Sizin o lideriniz hiç utanmıyor mu dünyanın gözü-önünde o düşman itini öpüyor? demesi, sanki kalbimi zehirli bir ok ile parçaladı sandım. Celal’in, Saddam’a sarılıp onu öpmesi, bütün dünya Kürdseverlerini çok incitti ve Kürdler o davranışa
lanet okudu. Bende o çirkin ve iğrenç davranışı televizyondan seyrederken, oturup ağladım ve o olayla ilgili uzun bir şiir yazdım, o şiirim “Hîroşîma Duhem Helebce” adlı kitabımda yayımlandı. Bir dörtlüğü şöyle: (İlhami merhum şehidimiz Alişêr’den alarak)
Aman, aman, aman, aman
Helebce bu mij û duman
Hember çavên hemû cîhan
Talabanî seg maç dikir. (kûçik, kelp)
Üçüncü utanmam.
Hiç unutmam, bundan yıllar öncesi, yani 1993 yılında PKK, KDP ve YNK arasındaki kardeş savaşı döneminde, bana çok saygılı, beni ağabeyi gibi sevdiğini söyleyen, Dep, yani Karakoçan, Çan nahiyesine bağlı bir köyün genç adamı, telefonda: “Rıza abi hemen gel sana bir şey seyrettireceğim” dedi, gittim. Hoşbeşten sonra, hemen bir kaseti televizyonun videosuna koydu. Med TV’de bir seminer toplantısı, Abdo’da Şam’dan telefonla toplantı konusuna katılarak, Sayın Mesud Barzani’ye, haşa huzurunuzdan “O…….Ç….. diyordu. Bu iki sözcüğü duyduğumda o zır cahil müride: “Kuro utanmıyor musun? Beni bunun için mi çağırdın, utanmaz herif? deyip evinden çıkarken, o sözü söyleyen ve beni evine çağırıp o iğrenç sözü bana videodan seyretmeye çalışan kişiyle aynı halkın bir evladı olduğumdan son derece utandım, utanıyorum.
Dördüncü utanmam.
Örneğin dünyadaki bütün halklar, tarih süreci içinde birbirleriyle kavga etmiş, kardeş, kardeşi öldürmüş. Yani aynı coğrafya üstünde yaşayan, aynı dili konuşan, aynı kültüre, tarih, örf ve adetlere sahip olan bir halk, kendi halkıyla zaman zaman kavga etmiş, birbirlerini öldürmüş, ama diğer yabancı bir halkın, ya da toplum saldırısı karşısında, o halkın bütün fertleri, bir vücut, bir yumruk olmuş, saldıranları kendilerine düşman saymış. Hele Fransız devrimi (1789)
sonrası kurulan Modern Ulus Devletler, bugün hepimizin gözleri önünde. Yine örneğin ülkemizin dört yanını çevreleyen Türkler, Araplar ve Farslar. Onlarda kendi aralarında kavga eder, birbirlerinden adam öldürürler. Ama bir dış saldırı anında hep bir vücut, bir yumruk olurlar. Ama biz Kürdler böyle değiliz. Eğer bir Kürd, diğer bir Kürd’ü öldürürse, ölen tarafın gücü zayıf ise, hemen düşman ile birleşir, kendi soydaşından intikam alır. Bu tür olayları biz kendi halkımız arasında çok görüyoruz, ki bu da beni son derece hem üzmekte ve hem de Kürdlüğümden utandırmaktadır. Neden biz böyleyiz? Bu bir alışkanlık veya genetik bir gerçeklik mi? Bilmiyor ve utanıyorum. Belki de bu lanet ve ihanet ruhu, son Med Kralı zalim Astiyagers’in askeri komutanı Harpagos’tan, Kürd halkına bir miras olarak kalmıştır. Zaten ben zaman zaman hep böyle düşünüyorum. Bakın Kuzey parçada PKK’ya. PKK, Kürdistan’ın dört parçasında, onun gibi düşünmeyen, onun gözüyle dünyaya bakmayan, onun beyniyle olay ve olguları bilim yöntemiyle incelemeyen, yorumlamayan, herkesi ve her siyasi gücü kendine düşman görüyor. Kendisi üç düşmanla dost oluyor, onlardan her türlü yardım ve desteği alıyor. Örneğin İran, Irak, Haşdi Şabi, eskiden Suriye zalimi, Hafız ve Cemil Esad kardeşler. Ama Güney’in, mecburiyet karşılığı Türkiye ile ticari ilişkilerini kendine düşman görüyor. Oysa onun onlarca adamı TC meclisinde, her ay 25 bin lira maaş almakta ve üstelikte mecliste “Ülkenin Bölünmez Bütünlüğü ve Mistê Kor’un devrimleri üzerine yemin etmekteler, ki bu da beni utandıran diğer bir gerçek.
Bir başka gerçek…
Bugün Kürdistan’ın dört parçasında bulunan bütün siyasi partiler hepsi birbirine düşman gibiler. Bu siyasi partilerin liderleri “Rêya Xwedê” için, boklu hedikler altında inleyen anaları Kürdistan için, kardeş gibi bir araya gelip, güçlerini ortak düşmanlara karşı birleştirmez, hatta birbirlerine selam dahi vermezler. Örneğin Kuzey parçada, HDP, ki bugün bu partiyi iki Arap yönetiyor; onu geçelim, HAK-PAR, PAK, PSK, HUDA-PAR, bunların başkanları birbirleriyle ne kadar yakınlar? Bunlar neden güç birliği yapmıyorlar ortak düşmana karşı? Küçük Güneybatı da yüze yakın parti var, hepsi birbirlerine karşı tepki temelinde kurulan partiler. Hele Aldar Xelil gibi sözüm-ona lider ve eşbaşkanlar, Roj Pêşmergelerini düşman, kendilerini de Kürdistan’ın kurtarıcı gücü ve asil sahipleri olarak görüyorlar. Onların bu tavırları ben gibi Kürdleri hem üzüyor ve hem de utandırıyor.
Diğer bir gerçek.
KDP ile YNK’nin, yıllardan beri birbirlerine karşı olan düşmanlıkları ve kardeş gibi barışıp, Pêşmerge güçlerini bir Kürdistan Ordusuna dönüştürmemeleri yine beni hem üzüyor ve hem de utandırıyor. “Yahu nedir bu düşmanlık; utanmıyor musunuz” diyesim aklıma geliyor ve yine utanıyorum. Ahhh dünyayı görmeyen kör gözler, örnek almayan Kürd Seroklar, Rêberler, Şêx, Seîd ve feodal Ağalar.
Utanıyorum
Hêro Xanım ve oğlu Pavel, KDP ve Barzanî düşmanlığından dolayı, Güney parçasının yarısını, yani kendi ülkeleri, anayurtları, Süleymaniye, Helebce, Kerkuk ve Xaneqîn’î düşmana teslim etmelerinden, son derece utandım, kahroldum, hâlâ aynı duygu içimi sızlatıyor.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, ben Hero Xanım’ı ve hain oğlu, Pavel’i, eski Hititli hain Patasana’ya benzetiyorum. Herhalde o hainin ruhu da Hêro, oğlu Pawel ve yeğenleri Alaya geçmiş diye düşünüyorum; Kubat hariç. Hatta burada da onlara benzeyen bir hayli kişiler var.
Geçenlerde bir Talabani müridi, Patasana ruhlu, bana: “Mam Rıza, Mele Mustafa Barzani hain ve cahş idi, oğlu ve tüm ailesi de aynı” dedi, kendisine ne diyeceğimi bilemedim. Sadece ona “Lütfen benden uzak dur ve bana bir daha “Mam Rıza” diye hitap etme, ben senin Mam’ın değilim” demekle yetindim; ayrılırken de yine böylesine Kürd ile aynı Kürdlük ad ve sıfatını taşıdığmdan da utandım ve utanıyorum.
Utanıyorum.
PKK’nın legal yayın organı, Yeni Özgür Politika gazetesinde yazarlık yapan, işleri, güçleri KDP ve Barzani ailesine karşı düşmanlığı körükleyen, Elazığ, Baskilli Ferda Çetin, Palulu Nureddin Demirtaş, Dersimli Ziya Ulusoy, Veysi Sarısözen, (yoksa bu Türkçü Muzaffer Sarısözen’in oğlu ve ya torunu mu?) Hain, Xormek aşiret reisi Vartolu Mehmet Şerif Fırat’ın torunu mu, yeğeni mi, Selim Ferhat, Hanımefendi Meral Çiçek ve künyesi sayın Şeyhmus Özzengin tarafından açıklanan sözüm-ona rîhsipî, yaşlı yazar, Ahmet Kahraman ve diğerlerinin zehir, zemberek KDP ve Barzani ailesine karşı düşmanca yazılan yazıları ve kardeşin, kardeşe düşman olması için kalem kullanan, mürekkep harcayan yazarlardan utanıyorum. Hele de Ferda Çetin ve Ahmet Kahraman’dan. Ahmet Kahraman Barzani ailesinin ayak tortu bile değilken, “Barzaniler Kürd mü? diye, seviyesiz yazılar yazıyor. Acaba kendisi nedir ve ne kadar Kürddür; ne kadar Kürdçe biliyor?????
Utanıyorum.
Abdo’nun yakalanmasında ve onun için yüzden fazla gencin kendilerini yakmalarından. Abdo’nun yakalanmasından, onun iki Türk bayrağının arasındaki duruşundan. Düşman bayrağını öperken, kedi ve tavşan korkaklığıyla “Annem de Türk, hizmete hazırım” demesinden ve bütün savunmalarından.
Utanıyorum.
24 Şubat günü, Ferda Çetin’in Yeni Özgür Politika Gazetesindeki “Görüşe Çağrı Mektupları” başlıklı yazısında, 25 yıldır Almanya’nın Dresden kentinde yaşayan, 1971 yılında Siirt’in Eruh ilçesinde dünyaya gelen, Halil Şen isimli Kürd yurtseveri, Kürd Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komploya karşı, 13 Şubat, 2021 günü Dresden’deki Eyalet meclisi önünde kendini ateşe verdi” demesinden. Yine Esma Akbalık bacımızın 18-2-2021 günü, Nêrina Azad sitesinde, “FEDAİ EYLEMİ” başlıklı yazısında, insani derinden üzen bir olayı 17 Şubat 2021 Yeni özgür politika gazetesinin haberinden almış. Haber başlığı aynen şöyle: “Şarkan 3 Nolu T Tipi Cezaevi’nde 3 Şubat’ta fedai eylem gerçekleştiren açlık grevindeki tutsak Mahmut Yıldız, kaldırıldığı Çiğli Devlet Hastahanesinde 14 Şubat’ta şehit düştü”. Kürd Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı açlık grevi devam ederken fedai eyleminde bulunan tutsak Mahmut Yıldız şehadete ulaştı. “Mahmut arkadaş mektubunun içeriğinde Önderliğe bağlılığını yazıyordu. Ailesindeki diğer şehitlerden de bahsediyordu. Kendine ve kendi gerçekliğine ihanet etmeyeceğini özellikle belirtiyordu. Mektubun sonunda da Önderliğe ve Harekete bağlılığını en güçlü şekilde ortaya koyacağını belirtiyordu. Mektubun sonunda” Bê Serok Jîyan Nabe” ve “Bijî Serok Apo sloganlarını kaleme almıştı” deyip yazan, bu tür ilkel davranışını hoş görenlerden son derece iğreniyor ve utanıyorum. Hele kendini yakan kişi ve kişilerin bu tür davranışlarının doğru ve insanı olduğuna inanmıyorum. İnsan sevdiği kişi için neden kendini yaksın veya öldürsün? Oysa insan sevdiği her şey için yaşamı tercih etmeli, yok kendini öldürmeyi. İşte Kürd’ün bu davranışı beni hem üzüyor ve hem de utandırıyor. Kürd sevmeyi değil, ısırmayı, sevdiği şey için yaşamayı değil, ölümü tercih eden bir şaşkındır, ki bu da beni yine utandırıyor. Ya konvoy halinde on binler, Serok Abdo’nun doğduğu evine gidip o kerpiç duvarı öpmeleri ve o duvar toprağını muska yapanlarına ne deriz? Hem de günümüz dünyasının gözleri önünde. Peki Abdo Bey 42 yıldan beri Kürd halkına ne verdi? Bir karış Kürdistan toprağını mı özgürleştirdi? Yıkımdan, ölümden başka zavallı Kürd halkına bir şey veremedi. Üstelik Kuzey Kürdistan’ı viraneye çevirdi, ama kör gözler bunu görmedi ve görmüyorlar, ki bu da beni yine son derece utandırıyor. Neden bu insanlar, bu adamın halkına ne verdiğine bakmıyor ve sormuyorlar? Bu adam yakalanmadan önce neden eline bir silah alıp ta arkadaşları Gerilla ile bir Kürdistan tepe ve dağına çıkmadı? Suriye devleti, Hafız ve Cemil Esad kardeşler ona “Buradan çıkmalısın” dediklerinde neden O’da arkadaşlarıyla beraber dağa gitmedi? Kız kardeşi bile onun dağa çıkmasını beklerken, o, “O cahil, ben dağa çıksaydım Türk devleti benim için bütün Gerillayı imha ederdi” gerekçesini ortaya attı, bomıklar da inandı. Oysa Kurmayları bugüne kadar, binlerce Gerilla ile beraber dağdalar. Cemil, Murad, Karasu, Altun, Ali Haydar, Duran ve diğerleri. Bir diğer gerçeklik, 22 yıldır Abdo İmralı adasında, tutsak ve “Tecritte” deniliyor. Peki neden o bir gün için de olsa açlık grevine girmiyor? Neden O’da Diyarbekir zindanındaki yoldaşları, Mazlum, Hayrı ve diğerleri gibi bir eylemde bulunmuyor? Sahiden onun tecritte olduğunu hangi Kürd görüyor. 22 sene tecritte hangi vücut dayanabilir? Oysa Abdo orada baya kilolu ve aslan gibi. Televizyonu, cep telefonu, her şeyi var. Para desen bol-bol, lira ve dolarlar. İyi sıhhat içinde olsun, tarihçi Ayşe Hür Hanımefendi, o Ada’nın tarihini yazmıştı. Cennet gibi bir ada. Acaba o Cennet’te bizim Öcalan Cehennemde mi yaşıyor???????????.
Moskova, New York, Londra ve Paris’i görmeyenlerin, bu şehirleri anlatmaları ne kadar doğru? Ama buna inanan yüzbinler var. Yani soru sormayan yüzbinler, hatta milyonlar. Yazık.
Evet sayın okuyucu Kürd kardeşlerim, bu tür insanlarla aynı halkın bir bireyi olduğumdan utanıyorum. Bizi bugünkü köle durumuna sokan, soru sormasını bilmeyen kişilerden ve birçok sahtekâr yazar, çizer, sözüm ona aydın, kedi ve tavşan gibi korkak liderlerle aynı Kürd adını taşıdığımdan utanıyorum. Biliyorum belki bazılarınız bu dediklerimi doğru bulmayabilir. Olsun, ben böyle düşünüyorum. Bu benim şahsi görüşüm.
Sevgili Kürd kardeşlerim, kusura bakmayın, bağışlayın yine çok uzun yazdığım için. Ne yapayım dertler, olaylar beni hep öten bülbüle dönüştürüyor, parmaklar da yorulmadan hep tuşlara basıyor.
Utanıyorum
Herkes gitti aya, biz hâlâ yaya
Utanıyorum ben, utanıyorum
Bağımsız devlete, yıl saya saya
Kuramadık onu, utanıyorum. Çok da üzülüyorum.
Evet, yazıya son verirken şimdiden siz okuyucularımın, bu sitenin koordinatörün ve emek sarf eden her kişinin, yazı yazan yazarların ve Kürdistan’ın dört parçasındaki bütün Kürd yurtseverlerinin hem yeni yılını ve hem de Özgürlük Bayramı olan Newroz’u kutlar, her türlü
çalışmalarında başarılar diler, bu ayda, yani Helebce ve Enfal’de, şehit olanlar, diğer bütün Kürdistan şehitlerini saygıyla anıyor, toprakları bol, kutsal Kürdistan rahmeti o topraklar üstünde eksik olmasın, diyorum. Saygılar.
rizacolpan@gmail.com