
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, 85 yaşı geride bırakarak, 86’nın içine girdim. Bu 86 yılın 15’i benim çocukluk ve delikanlılığa doğru giden yıllar, ki bu yıllar doğup büyüdüğüm Kupık adlı köyümde geçti. O yıllar içinde, 11 yılım çocukluk, çobanlık ve merhum babamla rençberlik ve 5 yılım de düşman okulunda geçti. Ayrıca birkaç kez de, köyümün ünlü Seyidleri ile Dêrsim, Elazığ ve Bingöl köylerini gezdim. Yani Seyid taliplerini ziyarete ve hak kula almaya giderken, bende Seyid’e Kürdçe “Koçek” Türkçe ise “Kamberlik” ettim ve değişik coğrafyalar, koca koca yüksek dağlar, verimli geniş ovalar, tepeler, dereler, buz gibi su akıtan çeşmeler, Munzur, Harçık, Murad ve Peri gibi ırmakları, yüzlerce her boydan, her yaştan kendi halkımdan insanlar gördüm, onların anlattıklarını, inanç bakımındaki bilgi ve görüşlerini dinledim, cemlerde onlarla beraber zikir, dua ettim, sema döndüm, bilinmez, hayal gücü ile yarattıkları Tanrılarına, doğa ziyaretgahlarına bende inandım. Ve zaman 14 Nisan 1951 gününe geldiğinde, ben doğup büyüdüğüm o köyümden ve o gezip gördüğüm cennet ülkemden ayrılarak, oldum bir terki-vatan. İlk durak Çukurova Adana, pamuk tarlalarında çapacı, inşaatlarda harççı, kiremit, kerpiç taşıyan hamal. İki yılım o benim için yabancı olan coğrafya ile köyüm arasında gelgitle geçti. Orada da sayısızca değişik insanları, değişik
coğrafyalar gördüm ve Ağustos 1952’ de tekrar köyüme döndüm ve o yılın kışını köyümde, üvey ağabeyimin zulmü altında yaşadım ve o yılın bahar, Nisan 14, 1953’te babamı kaybettim, bir yıl sonra, yani yine Nisan ayında, üvey ağabeyimin zulmünden kaçarak bu kez yönümü verdim İstanbul’a. Orada akla gelen her türlü işte çalıştım; başta hamallık olmak üzere. 6-7 Eylül, 1955 yılındaki zalim Türk devletinin o koca şehirde binlerce yıllardan beri yaşayan Yunan halkına uygulamak istediği zulüm gününün gecesinde, Örfi-İdareden yakalandım, ama dosyamda çapulcu olarak gösterildim ve 5 ay hapis sonrası firar ettim, iki sene çeşitli yerlerde gizlendim, sonra bir genel af ile kurtuldum. Selimiye ve Sirkeci Askeri ceza evinde binlerce insan gördüm, kavgalarına, kumar oyunlarına, iğrenç hareketlerine şahit oldum. Genel af sonrası Beyoğlu gece kulüplerinde komi, garson olarak çalıştım ve o batakhanelerde çalışan zavallı ana sıfatındaki kadınların hayat hikâyelerini dinlerken ağladım. 16 Ekim, 1959 günü asker oldum, Bahriyeli. Tam üç sene düşmana askerlik, İstanbul, Sarıyer Orduevinde şef garson. Orada yüzlerce faşist emekli, örneğin Orgeneral Fahreddin Günaltay ve görev başında olan generallerden birinci Ordu Komutanı Elazığlı Cemal Tural, o zaman Tuğ Amiral olan, Celal Eğicioğlu (Sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı) ve her rütbeden gelen o faşist ordunun subaylarını, Kürd haini Reisicumhur Cemal Gürsel’i tanıdım, bunlara yemek ve kahve servisine de bulundum. Teskere sonrası, yani 22 Aralık 1962 de Kıbrıs’a gidip, Türk sandığım, fakat köken olarak Kürd çıkan bugünkü 58 yıllık eşim Refah hanımla evlendim. Orada yaşayan Türkler dışındaki Rumları, Ermeni ve Yahudi asıllı küçük toplulukları gördüm. Sonra 22 Aralık 1963 te çıkan Türk, Rum savaşı sonrası her şeyimi kaybettim ve (bu hikâye uzun, anılarımda bahsettim) 28 Şubat 1965’ te iki çocuğum ve eşimle tekrar İstanbul’a döndüm.
Sevgili kardeşlerim, zaman 19 Ocak, 1970 gününe gelince eşimi, üç çocuğumu, beş küçük kardeşimi ve yaşlı annemi bırakarak bugün içinde yaşadığım Avustralya kıtasının Sydney kentine gelip yerleştim, ölünceye kadar da oturma vizesini aldım. Devlet 7 ay sonra eşimi ve üç çocuğumu parasız olarak buraya getirdi. Daha sonra ben üç küçük kardeşimi de buraya getirdim. Buraya gelirken de Türkiye’deki sendikacılık çalışmamı ve anarşist bir komünist olmamı unutmadan, 1974 yılının Ekim ayında kendi oturduğum 33 Villiers St, Merrylands semtteki evimde birkaç Kürd Türk solcu yoldaşlarla “Avustralya Türk Emekçiler Birliği” adlı derneği kurdum ve derneğin yayın organı Uyanış gazetesinin isim babası oldum. Çıkan 11 sayısında, o günkü bilincimle sosyal yaşamla ilgili yazılar yazdım. İki yıl Türk solcularla çalıştıktan sonra, onların şoven duygu hareketlerinden dolayı, bütün Kürd üye kardeşlerimi ikna ederek dernekten ayrıldık ve dernek kapandı. Derneğin kapanışından sonra bütün enerjimi ve var olan bilincimle Kürd kardeşlerimi örgütlemeye harcadım ve 29 Ocak 1979 günü, “Komela Kurdên Avustûralya” yani “Avustralya Kürd Derneği” adlı derneği kurdum, ben oldum Sekreter, Kobaneli şair, yazar Şahin Bekir arkadaş da başkan. Derneğin bütün üyelerinin yüzde 99’u biz Kuzey Kürdistanlılardık, fakat dil konusunda dili iyi bilen arkadaşlarımız yoktu. Şahin’i ben 1971 de tanımıştım, bir Avustralyalı kızla evlenmiş, Üniversite Edebiyat bölümünde okuyordu, daha sonra bitirerek lise öğretmeni olmuş, Kabramata adlı bir Sydney nahiyesinin lisesinde öğretmenlik yapıyordu. Şu anda O’da benim gibi emekli 75 yaşında.
Sevgili kardeşlerim, ben adı geçen dernekte üç yıl aktif bir şekilde Sekreterlik yaptım, 1982 yılında, detaylarını anılarımda anlattığım şekliyle dernekten ayrıldım ve 1983 yılının Mayıs ayında o güne kadar Kabe bildiğim Sovyetler Birliği’nin Başkenti Moskova hava-alanında uçaktan inerek, “Kosmos” adlı bir otele yerleştiğimde dünyam yıkıldı, Kabe saydığım Moskova, bana bir cehennem ve dilenciler şehri gibi göründü. Oradan, Azerbaycan başkenti Bakü, Gürcistan Başkenti Tiflis, Ermenistan Başkenti Erivan ve oradan da Leningrad, son durak tekrar Erivan ve dönüş Sydney. O dönüşten bir yıl sonra, yani Nisan 1984’te kalp krizi geçirdim, ölümden döndüm, bugüne kadar da yaşıyorum. Kendime geldiğimde, bu kez Melbourne kentine giderek oradaki Kürd kardeşlerimi örgütledim ve o yılın sonunda “Melbourne Kürd Derneği’ni” kurdum; merhum Kayseri, Sarız Kürdlerinden Zeki Çakır’ı de Başkan olarak gösterdim ve o Başkan seçildi. Birinci Sydney Kürd Derneği, o günlerde sadece Apocu olarak bilinen ve burada gizlice Apoculuk yapan Bingöl, Kiğili biri, Şahin Bekir arkadaştan alarak, derneği Apocu hareketinin bir şubesi haline getirdi, daha sonra Avrupa’da sözüm-ona Avdo’nun emriyle kurulan “Yurtdışı Kürdistan Meclisine, Avustralya Kürd Parlamenteri” oldu. (Sonrasını anlatmayayım, zira uzun hikâye) Melbourne’deki dernek de iki yıl sonra, O’da Apocuların eline geçti ve o Kürdlük çalışmam için iki sefer, hain bir MHP’li Kürd’ün, ölüm suikastına uğramama rağmen, iki dernek bu ülkede Apocuların şubesine dönüştü, bugünde bu görev, bahsettiğim iki büyük şehirde yerine getiriliyor. Af buyurun, çünkü kurda eril eşekler zırlayarak, tavuklarda tilkiye viyaklayarak koşarlar. Okuyucular beni bağışlasın, ne yazık ki halkımız hep kurda, tilkiye, patlayan silaha doğru koşar. Bu gözler bunu gördü ve görüyor.
Sevgili kardeşlerim, yukarıda Kâbe bildiğim Moskova, cennet bildiğim Sovyetler Birliği’ne dört kez gittim. Yani Moskova, Bakü, Tiflis, Erivan, Leningrad’dan sonra Taşkent, Alma-Ata, yani Kazakistan Başkenti, diğer ikinci büyük kenti Canbola, 18 kez Avrupa kıtası ve bu kıtanın Almanya, Danimarka, İsveç, Norveç, Portekiz, İspanya, İtalya, İngiltere, Belçika, İsviçre, Fransa, Avusturya, Yunanistan’ı, Amerika kıtasında ise, ilk durak Los Angeles ve diğer birkaç küçük kasaba, Chicago, Florida eyaletinde Jacksonville ve yine birkaç küçük şirin kasaba, Washington, New York. Daha sonra Kanada, başkent Toronto, Çin, Pekin, Çin seddi ve diğer birçok turistik yerleri dolaştım. Yaşadığım Avustralya’da da Melbourne Victoria ve Brısbane, Queensland Eyaletlerini. Yani yaşamımda bu kadar yerleri dolaştım, gördüm ve binlerce insanla tanıştım. Her tanıdığım insanı kendime bir öğretmen bildim, ondan çok şey öğrendim. Ermenistan Elegez dağında sürü sahiplerinin çadırında uyudum, onlardan ve çobanlarından masallar, fıkralar, atasözlerini dinledim, hayvanlarla ilişkilerine, bakım şekillerine şahit oldum. Yani başlıktaki “Gözler Gördüğünü, Kulaklar Duyduğunu Anlatır” deyişiyle yola çıkarak şunu demek istiyorum: “Sosyal uyanışımın tarihi, 22 Aralık 1962’dir. Mazlum halkımın sorununa eğildiğim tarih de 1975 yılıdır”. Yani o yıldan bugünkü gün ve yıla kadar, karınca-kadarınca çalıştım, emek sarf ettim, 2001 yılında ülkemin dört parçasını dolaştım, Kürd kardeşlerimle kucaklaştım, her türlü günlük ve siyasi çalışmalarına bakıp onlardan ders aldım, bilgi edindim. Hewlêr Emniyet Amiri merhum Ömer Botani’yi makamında tanıdım, onu dinledim, yardımcısı Sayın Salah Osman kardeşim, (ki 2017 Haziran ayında kendisini makamında ziyaret ederken, Kültür Bakan yardımcısı idi; bu görüşmeyi ve K24 TV’nin benimle bir söyleşiyi HAK-PAR temsilcisi, yoldaşım Sayın Zana Sezer organize etmişti) beni gezdirdi, çok yerler tanıdım, çok bilgiler edindim ve sonra o günlerde Başbakan olan, merhum Sami Abdülrahman ile Özgür parçanın Hewlêr Parlamento binasındaki ofisinde oturup sohbet ettim, (onu 26-6-1990, Moskova konferansında tanımıştım) sorular yönelttim, cevapları dinledim. Sayın Mesud Barzani’yi Selahaddin’deki ofisinde ziyaret ettim, onunla konuştum, sorular yönelttim, evsiz kalan, holık gibi evlerde yaşayan kardeşlerimin içinde bulundukları durumu ona aktarınca, titreyen dudaklarının, nurlu gözlerindeki çeşme gibi akan gözyaşlarına şahit oldum ve daha sonra onun o evsiz kişilerin her birine 50 bin dinar vererek hepsine ev bark yaptığını duydum. İkinci gidişimde ise, o gün Kültür Bakanı olan Sayın Nasırla parlamento binasındaki ofisinde görüştüm, onu dinledim, anlattıklarına kulak verdim ve daha sonra, o beni kendi arabasıyla Hewlêr’in birçok yerine götürdü, Talabani güçlerinin bombalarla yıktıkları binaları gösterdi ve sonra birlikte bir lokantada yemek yedik, dertleştik. Ben onu da Moskova üniversitesinde öğrenciyken tanımıştım. Yani, eski İngiliz Dışişleri Bakanı, merhum Lord Curzon’un Türk Delegenin Başkanı, Lozan’da Kürd asıllı, hain İsmet İnönü’ye: “Eğer kör değilsem bir Kürd’ü, bir Türk’ten ayırırım” demesi gibi. Eğer bende kör değil, sağır da değilsem, o Özgür parçadaki durumu gördüm. Toplam Özgür parçayı dört kez dolaştım. İlk kez dönüşümde, Dema Nû adlı gazetede Kürdçe “Gav Bi Gav Kurdistana Azad” adlı başlıkla oradaki gördüklerimi 7 sayıya aktararak yazdım. Son 2017 yılında tekrar eşimle birlikte gidip geldikten sonra, bu sitede “Adım Adım Özgür Kürdistan” başlığıyla yine orasıyla ilgili yazılar yazdım. Kısacası, elbet o Özgür parça bir Avustralya, İngiltere, İsveç, İsviçre, Almanya değil. Her şey “Dörtdörtlük, güllük-gülistanlıktır” denilmez. Çünkü İslam faşizm inancının yoğun olduğu bir Ortadoğu ülkesi. O ülkede İslam Halifesi Osman’ın ruhunun orada olmadığını söyleyemeyiz. Rüşvet, adam kayırma, çeşitli yolsuzluklar yoktur diyemeyiz. Ancak o 30 yıllık Kürd Federe Devleti’ni, aklı başında ve insani vicdani olan hiçbir insan, diğer Arap ve İslâm devletleriyle mukayese edemez. O parça Ortadoğu’da İsrail Devleti’nden sonra en demokratik bir devlettir. Anayasa’sında 5 resmi dil var. Orada her türlü dini inanç serbesttir. Her topluluk kendi ana dilini konuşur, örf ve adetlerini yaşatır. Orada yapılan şehirlerarası otobanlar, inşa edilen modern köyler, koca, koca modern yüksek gökdelenler, süper marketler göz kamaştırır. Yani o Özgür parçayı, her kim ki kendine “Kürdüm” diyorsa, iki gözünün ışığı saymalı ve “Korumalıdır” diyorum. Yine kendine “Kürdüm” diyen her Kürd bireyi, Ala Rengin Bayrağımızın o Özgür parçanın bütün kent ve köylerinin sokaklarında, dağ ve tepelerinin doruk noktasında dalgalandığını görmeli ve onunla gurur duymalı. Yine hiçbir Kürdün unutmaması gereken çok önemli bir şey daha var ki, O’da, orada her Kürd çocuğunun ilk okuldan üniversiteye kadar kendi ana diliyle eğitim görmesidir. Oradaki bütün okullarda ne Arapça, ne Farsça ve ne Türkçe dili yoktur; ne yazık ki bunu görmeyen körler var. Bu körlerin çoğu da ne yazık ki, kendilerine “Yurtsever, Kürdperwer, Demokrat, Bilge, Vatan Fedaileri” diyen PKK’cılar. Bunlar İmralı’daki korkak, kendini büyük filozof, yarı Tanrı sayan, Karl Marks’ı, Engels’i, Lenin’i, Newton’u, Hegel’i, Albert Einstein’i aştığını söyleyen kişiye de “Rêberê Neteweya Kurd” diyor, Barzani ailesini de, hain, düşman işbirlikçisi, Federal Yönetime de “Kukla, ikinci İsrail, KDP, Barzani Devleti” diyorlar. Peki bu niteleme doğru mu? Mesud Barzani, yeğeni Neçirvan, oğlu Mesrur, bunların hangisinin Recep Tayyip Erdoğan’ın köşkü yanında saray ve villaları, Zilan ve Munzur vadilerinde askeri karargahları var? Bunlar, düşman Hafız Esad güdümünde 15 yıl hizmet mi ettiler? Bunların ailesinden hangi kişi Saddam faşist rejimine, boyun bükerek, eğilerek “Ben yanlış yaptım, hizmete hazırım, benim annem de Arap” dedi? Bunların hangisi, “Ben devlet istemiyorum, ulus devletin miadı dolmuştur” dedi? Bunların hangisi Federe Kürd devletine “İkinci İsrail dedi? Bu konuda “Genel Kurmayı uyarıyorum, ikinci bir İsrail kuruluyor” diyen kim? Kısacası bu tür sorular yüzlercedir, uzatmak istemem. Yalnız bir Kürd yurtseveri olarak PKK ve onun tüm yönetici kadrosuna:
Bir: Lütfen silahlı mücadeleye son verin, genç fidanlarımızı bir hiç uğruna kandırıp zalim Türk’e av edip öldürmeyin, yazıktır o gençlere. Çünkü siz Kürdün devlet sahibi olmasını istemiyor, sözüm-ona Demokratik Türk Cumhuriyetini, bilmem Halkların Kardeşliğini, Türkiyelileşme ve Ortadoğu Konfederasyonunu, halkımızın hiç bilmediği “Ekolojik Toplum” sistemini istiyorsunuz. Peki bu mümkün mü? Yani zalim Türk, Arap ve Fars, Kürd ile dost olacak, birlikte Ortadoğu Konfederalizmi içinde, bir anadan doğan dört kardeş gibi yaşayacaklar. Kürdistan toprağına giren Kapitalizmin üretim araçları, örneğin Kürd Alo ve Memo’su traktör, patoz ve biçerdöveri bırakacak, kara sabanla çift sürecek, harmanda düvenle “ho-ho” diyerek öküzleri ha babam döndürecek. Sahiden bu mümkün mü? Bir diğer gerçek, 1400 yıldır Arap Sünni ve Şiası savaşıyor, ırkdaş ve kardeş olamadılar, Kürd’e, Türk’e, Farıs’a nasıl dost olacaklar. Bu renkli rüyayı gören kim? Yarı Tanrı Avdo, kulları da inanıyor. Çok yazık, hezar mıxab. Lütfen bu sevdadan vazgeçin, zavallı halkımızı kandırmayın, yeter.
İki: PKK basını, yazarları Ferda Çetin, Tikkocu Ziya Ulusoy, Nureddin Demirtaş, Meral Çelik Hanımefendi ve diğer birçokları, mazlum zavallı halkımızı KDP ve Barzani ailesine karşı tepki ve düşmanlık temelinde örgütlemesinler. Ayıptır, yazıktır. Böyle Kürdlük ve yurtseverlik
olmaz. Elbet KDP ve Barzani ailesi tamamen, bir bütün “Pürüpaktır, eleştirilmez” diye bir akıl olamaz. Dünyamızda eksik ve yanlışları olmayan, kurum ve kişiler yoktur. İnsanlar görünmeyen, bilinmez Tanrı’yı, Peygamber Musa, İsa ve Mekkeli Muhammed’i bile eleştirmeli diye düşünüyorum. Tabii küfürsüz, bilimsel, akıl ve mantığa uygun eleştiri. Bir başka dünya gerçekliği, bütün dünya devletlerini kuran, kesinlikle Ağa, Bey ve Krallar olmuştur. Dünyada Avdo gibi, sırada fakir bir ailenin çocuğu devlet kurmamıştır. Çünkü okuyan, matematiği, sosyoloji bilimini, tarihi okuyan, devlet çarkının nasıl döneceğini bilen o okumuş Ağa, Bey ve Krallar olmuştur. Unutmayalım, bazılarının “Kürd” dedikleri Spartaküs’ün kurduğu Köle Devleti’nin ömrü çok kısa oldu ve onların hepsi Roma Kralı emriyle çarmıha gerildiler. Elbette bizim devletimizi de, bizim yurtsever, Ağa, Bey, Şeyh, Seyid ve okumuş aydın insanlarımız kuracak. Kandil’deki sözüm-ona seroklar, dünyada haberleri olmayan genç deneyimsiz gerillalar değil.
Üç: “Özgür Kürdistan toprağından çıkın” diyoruz. Eğer Türk devletiyle savaşmak istiyorsanız, Sivas’ın batısından, Edirne’ye kadar Türklerle savaşın, Kuzey Kürdistan parçasını savaş alanına çevirmeyin. Zaten yeterince zarar verdiniz.
Dört: Şengal’den, Kandil’den, tüm Özgür Güney Kürdistan parçasından çıkın, gidin Haşdi Şabi dost ve yoldaşlarınızla beraber mollalar ülkesi koca İran’a, ya da Bağdat’a. Hatta gizli dostunuzun başkenti Ankara’ya …
Beş: Eğer başka hiçbir yere gitmek istemiyorsanız, silahlarınızla birlikte, içten özür dileyerek Pêşmerge ordusuna katılın, yüzyıla yakın bir savaş ve yüz binlece şehidin kanıyla ve ABD yardımıyla kurulan o yönetimi tanıyın, saygı duyun, onurluca orada ölün.
Altı: Ala renginin o dört anlamlı renklerine saygılı olun, onu sevin, namus, gurur, onur ve çok kutsal bir değer olduğunu kabul edin. O Kürd halkımızın Kutsal’ı ve namus sembolüdür.
Yedi: KDP, Barzani ailesine ve sizin gibi düşünmeyen, sizin gözlerinizle olay ve olgulara bakmayan herhangi bir Kürd kurum ve kişilerine “Hain, ajan, işbirlikçi, katli vacip” demeyin. Her insani düşünceye saygılı olun.
Sekiz: Dört parçadaki bütün Kürd yurtseverlerini kardeş bilin. Sizi eleştiren kişiye hemen “Ajan, hain” deyip öldürmeye, ortadan kaldırmaya kalkmayın. Her Kürd yurtseverin ortak noktada bir arada olması gerektiğini unutmayın, ki o nokta da “Özgür, Bağımsız bir Kürdistan’dır” bunu unutmayın.
Dokuz: Kuruluş tarihiniz 42, savaşma yıllarınız ise 36 yıl. Bu kadar uzun savaş yıllarınızda, 4200 köyün yakılıp, yıkılmasına, yüz bine yakın gencimizin bir yok uğruna şehit, koca bir coğrafyanın tahrip olmasına, 10 milyona yakın mazlum halkımızın yerini, yurdunu terk etmesine ve düşman metropollerindeki asimilasyon çarkının önüne atılmasına, binlerce kızımızın, ana ve bacılarımızın genel evlerine ve diğer fuhuş yerleri olan randevu evlerindeki yaşamları ve bu şekliyle namusumuzun peymal olmasına, binlerce genç insanımızın hırsız, yan kesici, tinerci, uyuşturucu eroin ve alkole bağımlı, yüz binlercesini de hain, düşmanın burjuva sınıfına ucuz işgücü haline getirerek, onların palazlanmasına, milyarder, holding sahibi olmasına, halkımızı da bir lokma ekmeğe muhtaç etmelerinize rağmen, bir karış Kuzey Kürdistan toprağını, hatta Tanrınız Avdo’nun evini, köyünü bile özgürleştirmediniz. Lütfen bu gerçeğinizi görün, halkınızdan özür dileyin, daha fazla zarara sebep olmayın, çekilin o Özgür parçadan, o insanlarımızın başına bela olmayın, çorap örmeyin.
Evet, böylesine bir dilekle, şimdiden bütün Kürd yurtseverlerinin, beni okuyan okuyucularımın, 2021 yeni yılını en derin hislerimle kutlar, 2021 yılının bütün dünya halkları için, barış, kavgasız, savaşsız bir yıl, biz mazlum Kürdler için de Özgür ve Bağımsız bir Kürdistan yılı olmasını diler, burada “Yazıya son vereyim” diyorum. Biliyorum yine de uzattım, bağışlayın, kısa yazmayı bir türlü beceremedim.
Not:
Başlıkta “Gözler Gördüğünü, Kulaklar Duyduğunu Anlatır” dedim ve bende gördüklerimi ve duyduklarımı siz değerli okuyuculara aktarmaya çalıştım ve bu yazıyı da, bu son günlerde Güney Kürdistan Federe Yönetimi ile PKK arasında gelişen ve yüreğime korku salan olaylar için yazdım. Tabii anılarımın da kısa bir hikâyesi oldu. İnanın doğruları yazdım, kitabımda “Yalan” namertliktir. Selamlar, saygılar. Gelecek yeni yılda buluşmak umuduyla.
rizacolpan@gmail.com