
Diğer namıyla Kazım Of, kimdir…?
Kendisi, Hesenan aşireti mensubu ve soylu bir ailenin ferdidir. Vakur duruşuyla o, zamana direnen deli bir fişek ve onurlu bir duruşun da adıdır. Ömrü onun sıradan bir ömür değildir, çileli ve bir o kadar da soylu bir soluktur.
Onun acılı yaşam hikayesinde bitip tükenmek bilmeyen bir keder, onurlu bir kavga, sürgün, karanlık zindan, Mahabad’ın kuruluşunda görev ve sorumluluk heyecanı ve de gururla söylenecek bir yiğitlik vardır.
Süreç itibarıyla onun yaşamı, destansı ve yaralı hayatımızın da bir parçasıdır.
Babası, Silêmanê Ehmed Beg ve annesi de soylu bir hanım olan, Asya Xanımdır. Üç erkek kardeşin de ortancasıdır, Kazım Beg. Erkek kardeşlerinden büyüğü Ferzende Beg ve bır ufağı da Eliziver Beg dir.
İki de kız kardeşi vardır onun: Kudret ve Zubeyde Xanim.
Kazım Beg, onurunu miheng taşında bilemiş soylu bir damarın inatçı ruhudur. Mücadeleci ve inançlı bir karaktere sahiptir. O, bükülmez ve dize gelmez bir iradenin sahibi, ölümsüz bir addır.
Son nefesini verdiğinde de yine heybetli ve vakur duruşludur, o.
Soylu duruşundan tek bir taviz vermez ve teslimiyeti de asla kabul etmez ve anında ret eder. Hiç kuşku yoktur ki insan, onurlu duruşuyla insandır.
Onun kitabında teslimiyete yer yoktur. Teslimiyet, insanlık onuruna sürülmüş kara bir lekedir ve o, bunu asla kabul etmez. Bunu böyle bildiği için de ölümsüzleşmiş ve asil ruhun timsali olarak tarihte kendine yer edinmiştir, yer bulmuştur. Evet, o yer edinmiştir ama sen gel gör ki bunu bilenlerin sayısı ülkem de acaba kaç kişidir…!? Kavganın her safhasında o; tavizsiz, kararlı ve merttir. Ve yine o, o acılı yılların yılmayan çığlığı, cesaretin ve vakurlu duruşun da adıdır. Yıl, 1916 ve işgalin ayak sesleri yankılanmaktadır ülkemde. Birinci dünya savaşının yıkıntıları arasında ayakta durmanın ne olduğunu, onu en iyi yaşayanlar bilir. Ölüm kapıda, ülkem paylaşıma tabi tutulmuş ve yaşanan da acımasız, kanlı ve kirli bir savaştır. Kürdistan’ın dağlarını kara bulutlar kaplamıştır. Doğuda Rus işgali, Güney de İngilizler ve Güney Batı da da Fransızlar atını koşuşturmaktadır. Ülkemin kaderi, o günlerin dayanılmaz acılarıyla pey der pey şekillenecektir. Kürdistan, sınırlarıyla birlikte adım adım karanlıklara gömülmektedir. Böyle buyurmuştur bir el ve öyle de olacaktır. Kazım Beg, asaletini babasından ve yiğitliğini de Ferzende Begden almış bir kahramandır. O, asil bir anneden terbiye ve ahlaki değerleri alarak büyümüştür.
Belki de o, gençliğinin baharında Bilîcan dağlarında Rus işgaline direnen soylu bir soluktur. Ferzende Beg, ki ustasıdır onun; çelikten bir yürek ve ölümsüz bir ad…
Şayet savaş bir hüner ise hiç kuşku yoktur ki o hünerin de bir ustası vardır. O usta? O usta da Ferzende Beg’den başkası değildir. Kazım Bege sorun. O da bunu böyle bilir ve böyle de söyler. Haksız da değildir. Onlar ki Rüstemê Zalın soyundan ve kahramanlıklarıyla bilinirler, düşmanlarına kök söktürmek de onlara yakışır. Kazım Beg, savaşın her alanında düşmanına kök söktürmüş birisidir…Gel gör ki, Kürd, Kürdün düşmanı ve yarınlar umuda gebe değildir. Kürdün yarası, kendisidir. Ataları boşuna dememiştir:
”Kurme darê ji darê nebe zevala darê nîne û dar narize.”
Yıllar, ulusal bilincin yara aldığı yıllardır. Bir taraftan aşiret kavgaları ve birinde de ihanet yol vermez. Vermez ki, Kürd muradına ere.
Dört tarafı ülkemin puşt zulası ve bahtı karadır, gayrı. Din ve mezhep çelişkileri de ayrı bir sorundur ülkem de ve bu soruna neşter vurulmamıştır daha.
Yol vermez, yol vermez Kürde ki Kürd, kendi kaderlerinin efendisi olsun, birliktelik renk alsın ve düşmana karşı direniş sergilensin. O kavgadır ki Ferzende Beg’in sesinde hoş bir sedadır ve gürce yankılanır.
Savaş meydanlarında o, şöyle seslenir:
“Ölüm ve kavga, erkek ve yiğitçe olduğu zaman güzeldir. (‘Mirin bi mêr û mêrxasiyê xweş e.’ F. Beg)
Savaşın da bir kuralı vardır elbet ve şayet o kural kuralsızlığa dönüştürülmüşse buna sessiz kalınmaz. Ferzende Beg, buna hiçbir zaman sessiz kalmadı.
O, silahını en iyi kuşanan ve kullanan biridir. Atını ustaca şaha kaldırabilen bir başka adamdır, o.
Bundan dolayıdır ki hiç kimse ona boşuna;
‘Siwarê Eznawir û bavê Elfesya…” demedi.
Evet, yıllar da geçse onun adı ve sanı bu topraklarda yankılanacaktır ve ebediyete kadar da bu öyle sürecektir. O, bu topraklar da gürül gürül akan bir destanıdır.
Biz yine Kazım Bege dönelim. Kazım Beg, gençliğinin baharında ustası Ferzende Begle birliktedir. Tarih itibarıyla Rus işgali ve onun zulmüne karşı direnerek gelecek günlere bilenir ve sıraya Romiler girene kadar da böyle sürer.
17 Ekim Rus devrimiyle birlikte Ruslar işgale son vererek çekilir ve boşalan ülkemin topraklarına da işgalci ordunun askerleri pey der pey doluşmaktadır, İttihat Terakki.
İttihat Terakki, bu topraklarda zulmün adıdır ve yeni isyan, direniş bu kez de ona karşıdır. Bu direnişlerden bir tanesi 1925 hareketi öncesi Hanoğlunda ki kalkışmadır, Evdilbaqi’nin, Evdilbaqi olarak nam saldığı günlerdir.
Zulmün kol gezdiği o topraklar da gayrı analar ağlasın ve bacılar yas tutsundu. İttihat Terakki’nin, ne dini ve ne de imanı vardır, sadece zulmü dillere destandır. Kürdistan nazlı bir gelin gibidir ve daha muradına ermemiştir.
Muradını alsın diye hummalı çabanın içinde olanların sayısı da gün be gün artmaktadır ve analar, bu günlere yiğit doğurmuştur.
Onların en önde geleni ve bu uğurda kavgayı kavgaya ekleyerek düşmana diş bileyen biri vardır. Adı onun, Xalid Begê Cibrî’dir.
Xalid Begê Cibrî ki soylu ve o kadar da azametli bir adamdır. Düşmanı düşman ve dostu da dost bilir. Onun davası, davaların en yücesi ve bu uğurda o, rêya yar û miradê de davaya baş koymuş ve hayatını kendi milleti için adamıştır. Dönüşü olmayan bir yoldur bu yol.
İnsanın davası kutsal olursa hiç şüphe yoktur ki kavgası da amansız olur. Dava adamının en güzel yanı direnerek var olan kavgayı alevlendirmektir. Xalid Beg, bunu böyle bilmiştir bir kez, bu yoldan dönüş olur mu hiç. O, zamana meydan okumuş, Mustafa Kemale restini çekmiş ve etrafına dostlarını alarak kutsal bildiği davanın yolunu açmıştır ve şöyle seslenmiştir:
”Daw û doza min hiqûqê miletê Kurd e. Ez ê bi kîjan wîjdanî ’mefkureya xwe ya millî’ terk bikim”
O, Helîme ananın doğurduğu ak yüzlü bir yiğit ve tarihe meydan okuyan bir şahsiyettir.
Eyyy, acımasız hayat!
Umut nedir, gülmeyecek mi bu mazlum millet.
Dava adamı kavganın gür sesidir ve ona artık Xalid Beg yanıt olsun. Kemal, oyunbazdır, sinsi ve kalleşe çıkmıştır adı.
Bunu en iyi Xalid Beg bilir ve kılıç kınında sessiz kalmaz gayrı. Oyun büyük ve talebi Mirê Zirav’in, artık bağımsız Kürdistandır. O, bağımsızlık şiarını esas alarak 24 can yoldaşıyla birlikte Erzurum’da Azadi’yi kurar.
Kürdistan’da, kavga dalga, dalga yayılmakta ve Azadi’nin saçtığı ışık, Muş Ovasını baştan başa aydınlatmaktadır.
Mustafa Kemal, şaşkındır. Ve Erzurum’un yıldızı da o günlerde kimi zaman bizden yana ve kimisinde de düşmanından yana parlamaktadır.
“Rom xayin e û bextê Romiyan nîne” sözü o günlerden kalma bir sözdür. Ve artık söze ne hacet. Kemal, yalan ve hileleriyle Kürde yaklaşmakta ve Kürdistan’da tahribata tahribat eklemektedir.
Kürdistan’da hava pusludur ve kurt da dumanlı havayı sever. Kemal, bir kez el atmıştır Kürde ve gün be gün çember daralmaktadır. Bu da ayrı bir hikâye ve biz yine dönelim Kazım Beg’e.
Eyyy, kahraman Kürd yiğitleri…!
Ne zaman Azadili günlere tok bir ses olursunuz.
Eyyy, asaletleriyle ölüme meydan okuyan Kürd kahramanları!
Tek yürekte birleşmenin vakti gelmedi mi daha?
Kazım Beg, babasından aldığı asalet ile birlikte bu sese kulak kabartanlardandır. Ve ekilen tohum giderek filiz vermekte ve umut dalga, dalga yayılmaktadır. Zaman, kavgayla güzelleşir ve o kavga da erken geçer. Karanlık ağırlaşmış ve ülkemin yiğitleri bir bir sıraya alınmıştır. Önce Yusuf Zîya tutuklanır ve sıraya Xalid Begê Cibrîyî alınmıştır.
Hile ve entrikaya başvurmak Kürd düşmanının hüneridir ve Xalid Beg de bu hile ile tutuklanış ve umuda gölge düşmüştür gayrı. Felek xayîn e, bira.
Eyyy, Erzurum…!
Erzurum, adın ki güncesinde ülkemin hep kara ve yüreğimiz senden yana yaralıdır.
Xalid Begê Hesenî adında namlı bir adam vardır, bilirsin. Azadî’nin üyesi ve Xalid Begê Cibrî’nin de kadim dostudur. Sevdaya birlikte baş koymuşlar ve ölüme de bilerek koşmuşlar. Hangi kavgadır ki, ölümler destansız ve çığlıklar acısız olsun.
O, dostluğuna asla leke sürmeyen Hesenanlı bir kahramandır. Asalet, dar günde imdada yetişmektir. Hesenanlı Xalid, bunu böyle bilir ve başka türlüsü de zaten şanına yakışmaz onun.
Xalid Beg Hesenî, Kürd yiğitlerinden bir deste seçer ve Xalid Begê Cibrîyî kurtarmak için yola çıkarır. Bu gurupta Ferzende Beg, Evdilbaqî ve daha birçok namlı kahraman vardır.
Yola çıkarlar çıkmasına ama, geç kalınmıştır. Ok bir kez yaydan çıkmış ve talih yaver gitmemiştir.
Amaç, Xalid Beg Cibrî’yî Bidlîse varmadan kurtarmaktır.
Maalesef geç kalınmış ve zaman akıp geçmiştir ve yiğitler, kadere küfür ede ede gerisin geri gelmiştir. Kader ağlarını örmüş ve felek de hain çıkmışsa, gayrı yapılacak bir şey kalmamıştır.
Her hikâye başlı başına bir konudur ve her konunun da bir anlatanı ve bir de dinleyeni vardır mutlak. Biz bu hikâyeyi en iyi bilen Kürd dengbêjlerine bırakalım ve 1925 yılına gidelim.
Zamansız bir ayaklanmanın ayak sesleri duyulmaktadır. Tohum ekilmiş ama, zamansız filiz vermiştir. Kendisini savaşın ortasında bulan aşiretler, bir bir silaha sarılmıştır; Hesenanlılar, Cıbranlılar, Zırkanlar, Mıstanlar ve daha birçok aşiret…
Ama hareket dağılmış ve yenilginin acımasız soluğu bu topraklara yayılmıştır. Harabelerin arasından sıyrılıp uzaklaşmak da varmış kısmette ve 500 atlı, aileleriyle birlikte yola çıkar. Gayrı yol görünmüş ve Kürdistan da yaşam hakkı kalmamıştır. Kemalistler ülkem de kan kusturmakta ve taş üstünde taş bırakmamaktadır.
Hesenanlılar, baba topraklarını terk ederek İran’a doğru çekilmeye karar vermiştir bir kez, başka da çareleri kalmamıştır.
Bahtın karaya çaldığı ve umudun yaralı olduğu yıllardır. Gayrı analar ağıt yaksın ve sesleri dağlarda yankılansındı. Yolculukları ıstıraplı ve geçişleri de sancılıdır. Çatışmasız gün olmuş mudur ki şimdi de olsun.
Kafile yorgun, çoluk çocuk perişan ve yarınlar soluktur artık. Heyderan bölgesinden geçmek te başlı başına bir zorluktur. Düşmanlık had safhada ve puştluk pusudadır.
Dağ taş, her taraf asker kaynamaktadır, kuşatılmışlar ve bu hengamede yol almakta zorlaşmıştır. Ve buna bir de kahrolası Kürd çeteleri katılmıştır.
Süleymanê Ehmed ki yaşamış ve gün görmüş günlerden beter. O, ak saçlı bir bilgedir. Ve o, oralardan geçerken iç çeker dağlara bakarak. Belki de son bir bakıştır, o bakışı.
Onlar, atlarıyla birlikte oradan geçerken bir çiftçi toprağında çiftini sürmektedir. Çiftçi, gözyaşlarını içine gömer, kafileye bakar ve hiddetlice öküzüne sopayı vurur.
Ses garip ve kızgınlık sebepsiz değildir. Amacı sinyali vermektir. Kızgınlığı onun yaşanan durumadır.
Bir taraftan sopayı vurmuştur öküzüne ve bir taraftan da şöyle seslenmiştir:
“Be heyyy, gözün kör müdür! Önüne baksana…!!!”
Sülêyman Beg, çiftçinin sinyalini almış ve sonrasında da gözcü kolunu öne çıkarmıştır.
Gözcüler etrafa göz atmış ve sonrasında da gerekli olan haber ile gelmişlerdir.
Verilen haberde, önlerinin türk askerlerince kesilmiş olduğu, kuşatılmışlık çemberi içine alındıklarıdır…
Sonrasında güzergahlarını değiştirerek adım adım, pey der pey yol alırlar; kimisinde çatışmalı ve kimi zaman da sessizlik dağı taşı kaplamıştır. Namlıdır Kör Hüseyin Paşa. Umut vermez ve maalesef o da yol vermek istemez. Engel çıkarılmış ve geçişlerine izin verilmemiştir. İran sınırını aşarak gitmekten başka seçenek yoktur ve mutlak gidilmelidir. Simko Şikakî, bu toprakların aziz evladıdır, oraya gidilmeli ve yaraya merhem sürülmelidir.
Asıl acı olan düşmanın kuşatması değil ama, acı veren Kürd aşiretlerinin yol vermemesidir. Kürdün kara talihidir bu ve bunun adı da ihanetin çemberidir. Bu çember kırılmalıdır ve yol da görünmelidir. Kürd onuruyla yaşar. Onur yaralı ve yüreklere ihanetin hançeri sokulmuştur. Dağlarda çığlık, acı acı yankılanmaktadır.
Kazım Beg, bu lanetli duruşa derinden derine iç çeker. Ve kendi kendine söylenir:
“Bu yaşananlar ihanettir ve ihanet her zaman acı vericidir. Düşman düşmanlığıyla bilinir ve acısı onların ihanetin verdiği acıdan daha fazla değildir…”
Kafilede yer alanların her biri bir vatan parçasıdır. İçlerinde biri var ki, adıyla nam salmıştır, Zırkanlı Kerem Beg (Kerem Begê Qol Aaxasî). Beylik ona yakışır. Kemale yeminlidir ve onurlu bir duruştur onunkisi.
O, kader arkadaşı Xalid Bege Heseniye bakar, bakar da iç çekerek bakar. Ve sonrasında şöyle der:
“Xalid! Biz nerede ve niçin kaybettik. Azadi umudumuzun hikayesiydi. Biz bu davayı kaybetmemeliydik. Kaybetik mi sence…!?”
Xalid Begê Hesenî, o azametli duruşuyla elini omzuna koyar dostunun ve onunkisi sıcak bir bakıştır.
Şöyle yanıtlar soruyu:
“Yok, hayır biz kaybetmedik. Biz kaybetmedik ama biz derinden bir yara aldık.
Her Kürd yaralı bir aslandır ve mutlaka bunun devamı da olacaktır. Biz haklı bir davanın peşindeyiz ve yarınlar mutlaka bizim olacaktır. Sen de bilirsin ki umudunu yetirenlerin yarınları hiç olmamıştır. Umut var oldukça kavgası da hep olacaktır. Bizim asıl kaybımız, Xalid Begê Cibrînin ta kendisidir.
Onun yokluğu ölümün soluk yüzüdür. Yusuf Ziya, Dr. Fuad, Bavê Tûjo, Elî Riza, Mele Evdirehmanê Şirnexî ve daha nice nice babayiğitler bu uğurda canlarını feda ettiler. Onların yokluğu acının dayanılmaz adıdır. Yarınlar mutlaka zaferle taçlanacaktır. Bizsiz de olsa yarınlar umuda gebe ve mutlaka zafer bizim olacaktır…”
Her yaralı aslanın bir ahı ve her dostun da mutlak bir sözü vardır. Sülêymanê Ehmed, Şeyh Eli Rızan’ın yanı başında atını sürmektedir. Her Kürd gibi efkarlıdır.
Döner ve şeyhe şöyle seslenir:
“Bu kavga bizim kavgamızdı. Kürdün bahtı karadır. Bu yaşananlar içler acısı bir zulümdür. Torunlarımız var oldukça bu kavga daha çok sürecektir. Hiç ama hiç kuşkum yoktur ki Kürdistan mutlaka bir gün görecek ve muradına erecektir. Gelecek kuşaklar şunu iyi bilsin ki, zulüm ile şan ve şeref elde edilmez. Kim ne derse desin gelecek mutlaka bizim olacaktır…”
Evdılbaqi, ki kardeşliğini hep Fezende Beg ile sürdürdü ve onunla dava adamı misyonunu yüklendi. Kavgayı hep birlikte verdiler ve bir gün olsun teslimiyet kavramına sıcak bakmadılar. Şemsedine Xalid, babasınca kavgaya adanmış bir armağandı. Genç bir filinta ve onurun mihenginde dövülmüştür.
İran, düşmanıdır Kurdün. Sömürgeci karakteriyle yıllar yılıdır Kürde kin besler. Yeni bir kavga daha kapıda, yol vermezler gelenlere.
Silahınızı teslim edin derler.
Kürdler, ki silahı namus bilmiştir. Hiç olur mu, namus düşmana teslim edilir mi?
Tarih yazmamıştır, görülmemiştir Kürdlerin silahını elleriyle düşmana teslim ettiği.
Kavga yeniden gürleşmiş, İran pasdarları ile Kürd yiğitleri arasında gelişen bu kavga ölümlerle sonuçlanmıştır.
Kerem Beg, Şemsedinê Xalid, Sülêymanê Ehmed Beg ve daha onlarcası kurşunlara hedef olmuş ve şehadet şerbetini içmiştir. Onlar, ölümsüzlüğün adı ve Ferzende Beg de yaralıdır. Kürdün kavgası bitmez, ölür ama teslimiyete sıcak bakmaz. Haksızlığa karşı Kürdün davası haklı ve soylu bir davadır. Kurşun sesleri bu kez Ağrıda yankılanmıştır. Ağrı, Bro Heske’nin sesiyle yankılanmış ve isyana yönelmiştir. 1926 yılı şanlı başlangıçtır.
Bro Heske Tellinin çığlığı yankı, yankı yankılanmış ve ses Doğu Kürdistan’da duyulmuştur.
Hesenan aşiretinin akyüzlü yiğitleri, bu sese kulak vererek rotalarını Ağrıya çevirmiştir artık.
Babayiğitler, Ağrı Dağını adres bilerek yola çıkmış ve bu direnişe renk katmıştır. Ferzende Beg, Evdilbaqî ve daha birçok nefer, ulusal mücadelenin öne çıkan isimleri olacaklardır. Analar ki yiğit doğurur ve yiğitler destan yazar.
Bir nebzecik de olsa Asya Xanım’ın ağıtları dinmiş ve o, dualarıyla yönünü Ağrıya çevirerek beklemeye koyulmuştur.
Bir bekleyen yalnız o değildir ve yanı başında da gelini, Ferzende Beg’in hanımı Besra da durmaktadır.
Geleceğe umuttur bekleyiş.
Ve Ağrı Dağı direnişi bir ayrı destandır. O bütün görkemiyle bir tarafta kalsın. Ağrı direnişinin düşmesiyle birlikte yiğitler, bir kez daha yönünü İran’a çevirir. Yeni bir macera ve yeni bir zulme doğru.
Dil varmaz anlatmaya, acılı bir sayfadır. Ferzende, ki deli dolu bir yürektir. Kavgası diller destan, hançeri durmaz kınında. Ondan yana gün var mı ki kavgasız geçsin. Kurşun namluda suskunluğu bilmez ve çatıktır kaşları, Ferzende Beg’in.
Bir olaydan dolayı İran pastarlarınca yakalanır ve zindana atılır. Deli yürek suskunluğa gebedir. Hapishane görüş gününe kapalı ve Besra artık o şiire küskündür.
“Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele mendil salla el salla
Merhaba,
İzin olsun mahpushane içinde
Seni senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaramın ateşi
Gitme ne olur dayanamam.”
Ferzende Beg’e zehir verilerek hayatına kıyılır. Yürek dayanmaz bu cefaya. Evdilbaqî ki Simko’yla oturmuş ve kavganın hikayesini anlatmış asaletli bir adamdır. Mir olarak adlandırılmış ve şanına layık bir sıfatla onurlandırılmıştır.
Onun kalbi Ferzende’nin katledilişini kabul etmez. Ferzende Beg’den 15 gün sonra o da şahadete ulaşır.
Yiğitler bir, bir düşmekte toprağa ve gün solumakta. Anaların ağıdı dalga dalga yayılarak Bingöl dağlarının eteklerinde yankılanır.
Kazım Beg, zindanlı günlerin akabinde Güney Kürdistan’a geçer ve peşmergelerin safında yerini alır. Ve sonrasında o, Mele Mıstefa Barzani ile birlikte Mahabad’ın kuruluşunda da rol oynar.
Qadı Muhammed’in divanı, ki her zaman yiğitlerin sığınağı ve hoş sohbetin konuşulduğu yer olmuştur ve Qadı, döner Kazım Bege ve sorar:
“Hele şu suskunluğunu boz ve olup bitenleri anlat bana, Kazım Beg. Seni dinliyorum…” Qadî Muhammed, sadece kapıyı aralamış ve sözü Kazım Beg’e bırakmıştır.
Kazım Beg, hangi birini anlatsın. Zaman yeter mi, yürek dayanır mı anlatımlara.
O, acısını yüreğine akıtarak yavaş yavaş, kelimeleri incitmeden başlar geceyi sabaha devirmeye. Kazım Beg anlattıkça, Qadî’nın ağzından sadece bir: “Off, offf…!” çıkar. Dil suskun ve divan sessizdir. Akşamı sancılıdır, Mahabad’ın.
O akşam, o kederli akşamda Kazım Begin acılarına ortak olan Qadî Muhammed, onu Kazım ‘Off’ olarak beleklere kazımıştır. Off ki off! Kazım Beg, artık Kazım Off’tur.
Kazım Beg, Mahabad’ın kuruluşuna katılarak tarihe not düşüren Kuzeyli bir Kürd olarak ne kadar bilinir bilinmez ama, bilinmemesi ayıptır.
TC, kanlı bir deryadır. Muradına ermiş ve mağrurdur. Kelleye kele ekleyerek muradına ermiştir. Hak ve hukuku ihlal ederek artık dünya devletleri safında yerini almıştır.
Sıra afta ve af diyerek uzaklaşanlara yeni bir tuzak kurulmuştur. Kazım Beg, onca acılı yıllardan sonra Kuzeye geçer.
Ne yuva kalmıştır ne de bir umut ışımakta. Sessizlik dalga dalgadır, toprak bereketinden, tanrı rahmetinden esirgemiştir Kuzeyi. Xalid Begê Cibrî, Xalid Begê Heseni, Kerem Begê Zirkî’li günler geride kalmıştır. Dr. Fuad asılmış ve Bavê Tûjo Kürd analarının yüreğinde ince bir sızı olarak gelip geçmiştir.
Gün kara, umut yaralıdır. Şeyh Said ve 49 arkadaşı da yoktur artık.
Kazım Beg, Kayseri’ye sürgüne gönderilir. Kara günlerdir, hayattan murad alınmamış günlerdir.
Bilemem, çok da önemli değildir; íki ya da üç sene deyip, geçelim. Sürgün sonrasında Kazim Beg Malazgirt’e, baba topraklarına döner.
Yaş 50 ‘yi çoktan aşmış ve o, bir evliliğe imza atar. M. Reşid ve Hanefi adında iki oğlu olur.
Biz onları vurduk, ama onlar gitmediler ve onlar bizi vurdu biz tükenmedik.
Bir süre huzur olur belki, ama nafile. Kazım Beg, sürgün sonrası köyünde geçmişi yad ederek yaşamakta.
Bir gün süngülü Romi askerleri dayanır kapısına ve tebliğde bulunurlar:
“Kazim! Sen asker kaçağısın. Askerlik bir şereftir. Her Türk asker doğar. Sen Türkoğlu Türk’sün ve zamanı geldi, hemen büroya git ve askerlik işlemlerini başlat…” derler ve defolup giderler.
Ah, ömür!
Sen ki ey ömür, onca acıya ilmik attın ve onca kedere şahitlik ettin.
Kemalistler de ne din, ne de iman vardır. Yaşam, kanlı bir zindandır zindan içinde.
Ölüm çanlarını çaldığında ve vakti saati gelmişse aman dinlemez. Sadece hüzün büyür gözbebeklerinde ölümün.
Ölüm anan öle.
Bu işe ne akıl erer ne de yürek dayanır. Bu hem zulüm hem de vicdana cefadır.
Kazım Beg, gökyüzüne bakar ve kadere yakınır. Onunkisi, zamana borçlu düşen bir son sözdür.
O, Bilîcan eteklerine bakar ve şöyle seslenir:
“Tanrım! Bu reva mıdır…”
Sonrasında yüreğini sıkar ve devam eder:
“Tanrım! Bana direnme ve güç ver. Bana bir kez daha silaha sarılmayı nasip et. Onurun ucuzladığı bir dünyada yaşamak bana azap ve eziyettir.
Eğer bana direnme ve yeniden silaha sarılmayı nasip etmiyorsan; hemen ruhumu al ve beni onursuzluğa mahkûm etme.”
Der ve der demez de kalbine yenik düşer. Ruhu şad olsun…
NOT:
Kuzeyli Kürdlerin bir kısmı halen Ala Rengine karşıdır.
O bayrak Ağrıda ve Mahabad ta dalgalandı.
Ve o bayrak, Kazım Beg’in anısını taşır. Evdilbaqi’nin kavgasını simgeler, Ferzende Beg’in asil ruhunu dillendirir ve temsil eder.
Geçmişi olmayanın geleceği olmaz. Geçmişini inkâr eden haramzadedir deyip ve ölümsüzlerin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Daha önce kaleme alınıp paylaşılan bu yazıyı bazı eksikliklerini düzelterek bir daha paylaşıyorum.
Saygıyla…
24.11.2020