
Sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim, gerçek kardeşlik bir anne ve babanın kan ve insani hücrelerinden ana rahminde gelişip doğan kız veya erkek kişilere “Kardeş” denir. Yani biyolojik anlamda. Bu kardeşler belirli bir zaman süreci içerisinde, anne ve babanın emeğiyle büyür, evlilik çağına geldikleri zaman evlenir, kız olan kardeşler o evden çıkarak bir başkasının evine, yani evlendiği kişinin evine gider, erkekler ise evlendiklerinde, eğer köyde yaşıyor ve ev de müsait ise, belirli bir zamana kadar o evde anne, baba ve kardeşleriyle kalır, daha sonra anne, baba ve kardeşlerinden ayrılır, kendine yeni bir ev yapar oraya gider yerleşir. Yani gerek köyde yaşasın ve gerekse şehirde, günün birinde bütün kardeşler birbirinden ayrılır, gider kendilerine yeni evler yapar yerleşirler. Anne baba öldüklerinde de, eğer ana ve babadan kalan mal ve mülkleri varsa, kardeşler kendi aralarında paylaşır, herkes kendi malına, mülküne, tarlasına sahip olur. Yani kardeşlerin hepsi kendi evinin, malının, mülkünün sahibi olur. Hiçbiri bir diğer kardeşinin evine zorla giremez ve ona “Bu evi sen babamızın mülkü üzerinde yaptın, bu ev de benimdir” deme hakkına sahip olamaz ve o kardeş: “Kardeşim biz anne ve babamızdan bizlere kalan her şeyimizi paylaştık, lütfen benden bu evimi isteme, git kendi evinde otur, beni rahatsız etme” deme hakkına yüzde yüz sahiptir. Kısacası istisnalar dışında dünyamızda ölünceye kadar birlikte yaşayan kardeşler olmamıştır. Zaten doğanın bütün canlılar için kanunu böyledir. Hayvanlar gerek memeli ve gerekse memesiz, yavrularını belirli bir zamana kadar emzirir, besler, büyütür, günü geldiğinde kendisinden uzaklaştırır. Bunu biz gözlerimiz ile görüp şahit oluyoruz. Bir koyun veya keçi, doğurduğunda kimseyi yavrusuna yaklaştırmak istemez, ama birkaç ay sonra, yavrusu memesini emmek istediğinde, başıyla sert bir şekilde onu iter ve kendinden uzaklaştırır. Kuşlar da aynen böyledirler. Yavrusunu uçacağı güne kadar yuvasında besler, daha sonra onu kendinden uzaklaştırır. Biz dört kardeş Kürd’ün de evleri ayrı. Bu evi biz kendi istek ve irademizle dörde bölmedik, atalarımızın aptallığından dolayı, akıllılar dörde böldüler. Biz kendi irademizle de bölseydik, yine her kardeşin evi, bağı, bahçesi, tarlası ayrı olurdu.
Sevgili Kürd kardeşlerim, bunları size niçin yazıyorum? Elbet bunun bir sebebi olmalı. Evet, sebebi de şudur: Ülkemiz Kürdistan on binlerce yıllık ana yurdumuzdur. Biz bu ana yurdumuz üstünde, bütün insanlık tarihi süreci içerisinde hem birbirimizle zaman zaman kavga etmiş, hem de o cennet ülkemizi elimizden almak isteyen zalim zorbalarla savaşmış, tarih 1923 yılına gelince, zalim emperyalist güçler, özellikle de İngiliz ve Fransızlar ülkemizi parçalayıp, Türk, Arap ve Perslere verip, bizi onların uşağı yapmışlardır. Zaten daha evvel, cennet ülkemiz 1639 yılında Kasrı Şirin antlaşmasıyla iki zalim İmparatorluk arasında ikiye bölündü, 1923 Lozan antlaşmasıyla bu kez dört parçaya dönüştürüldü. Yani ülkemiz Kürdistan üç zalim ırkın, dört barbar devletin egemenliği altına girdi. O günlerden sonra halkımız bu zorba barbar üç ırka karşı defalarca baş kaldırdı, ne yazık ki birçok sebepten dolayı başarılı olup, esaret zincirlerini kırıp parçalayamadı. Bana göre bunun birinci nedeni bağnaz İslâmî anlayış, İslâm kardeşliği ve İslâm’ın değişik mezheplerinin birbirlerine karşı olan düşmanımsı görüşleri. İkincisi, dostun kim, düşmanın kim olduğunu birbirinden ayırt-etmememiz. Üçüncüsü ise birlikte düşmanlara karşı bir güç olmamamız. Kanımca dermansız ve birinci sebep İslâm dini. Yani İslâm’ın bize ne verdiğinin ve bize ne yaptığının bilincinin sağlıklı kafalarda bilince çıkarılmaması, dosta giden yolun Kürd Lider, Şeyh, Seid ve ağaların görmemesi, dünyanın kaç bucak ve kaç kıta olduğunun bilincinden yoksun olmaları, bizi bu günkü çekilmez acıklı duruma getirmeleri ve bir de coğrafyamızın durumu. Cenneti çevreleyen üç barbar canavar kurt. Tirk, Ereb, Farıs. Vana mala me xira, bihişta me jî qirêj kirin, lê çavên kor nabînin.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, canlılar hep birbirlerini yiyerek yaşarlar. İlkel toplumdan günümüze kadar, bütün canlı varlıklar içerisinde biz insanlar ne kadar birbirimize karşı savaşmışız ne kadar birbirimizi öldürmüş, yemişiz, herhalde bunun matematik rakamının hesabı yok. Yani tarih bize bir rakam veremez. Ama 106 yıl önce başlayan birinci dünya savaşı ve 80 yıl önce başlayan ikinci dünya savaşında ölen insanların matematik rakamlarını biliyoruz. Tabii bu rakamlar içerisinde, yani 1910’dan 1937-38 yılına kadar ne kadar Kürd kardeşlerimizin öldürüldüğünü matematik hesabına katmamız gerekli olduğunu düşünüyorum. Yüz binlercesi de Kürd. Bu yüzbinlerin ve ülkemizin dört parçaya bölündüğünün bilincine varan Kürd yurtseverler özellikle Kuzey parçada 1965’ten sonra esaret zincirlerini parçalayabilmek için örgütlendiler ve 70’lerden sonra illegal anlamda siyasi partiler kurdular ki bunların içinde 1977 yılında kurulan PKK’da vardı. PKK çıkarken, lideri Abdullah Öcalan, ilk düşman olarak onun partisinden önce kurulan bütün siyasi Kürd parti lider ve kadrolarını, üye ve sempatizanlarını, yurtsever aşiret ağalarını, Şeyh ve Seidleri, bunları seven tüm Kürd insanlarını birinci derecede iç düşman olarak gösterdi ve bu iğrenç anlayışla yüzlerce beyin insanımızı yok etti. Küçük Kürd aşiret reisleriyle birleşip, büyük aşiretlere karşı savaş açtı ve yüzlerce insanımızın ölümüne sebep oldu. (İlk örnek, Bucak aşireti, parti olarak da KUK) Bütün Kürd siyasi partilerin en önemli kadrolarını imha etmeye ve susturmaya çalıştı ve bu yolla yine yüzlerce genç ve beyin insanımızı yok etti ve bu kirli, iğrenç mantığın devamında çoğu insanımız ülkesini terk etti. Daha sonra, yani 1984’te sözüm ona Türk devletine karşı başlattığı savaş nedeniyle zalim devlet 4000 köyü yaktı, yıktı, tüm Kuzey Kürdistan coğrafyasını viraneye çevirdi, altı milyondan fazla insanımızın yurdunu terk etmesine vesile oldu. Bunu daha önce birkaç kez yazdım ve yazanlarda çok oldu. Kısacası PKK 42 yıl önce kuruldu, 35 yıldır de kirli bir savaş içinde. Bu 35 yıllık savaş süreci içerisinde bu parti ne bir karış Kürdistan toprağını özgürleştirdi ve ne de dost kim, düşman kim olduğunun bilincine vardı. Üstelikte kendi savaş alanını terk edip, gidip 1990’dan sonrası, Amerika’nın yardımı ile ve yüzyıla yakın bir savaş sonrası özgürleşen, federatif bir yapıya kavuşan Güney Kürdistan parçasının da başına bela oldu. Orada da elini Kürd kanıyla kızıllaştırdı ve BİRAKUJÎ’ ye sebep oldu, binlerce Pêşmerge ve genç Gerilla şehit oldu. Onun savaş alanı Kuzey Kürdistan parçasıyken, gidip Güney sınırları içerisinde olan Kandil dağında karargahını kurdu. Ve oradan zaman zaman gelip bir Türk askeri karakoluna baskın yapıp geriye dönüp kaçtığında, Türk devleti onu kovalama taktiğiyle, top, tankıyla birlikte arkasına düşüp o özgür parçanın toprağında da askeri kışlasını kurup o özgür parçayı da işgal ediyor, ki bunun sebebi, Kürd’ün baş belası PKK. Yani PKK o özgür parçanın baş belâsı haline gelmiş, bugün barbar Türk devleti PKK’nın vur, kaç eyleminden dolayı 40 kilometre o özgür ve bütün Kürd yurtseverleri için kutsal bir mekân olan parçanın içine girmiş, orada askeri üs kurmuştur. Bu olumsuz ve kardeşine karşı düşmanca davranan, zarar veren PKK’lı beylere: “Yahu insaf, yapmayın, düşmana malzeme vermeyin, o parçadan çekilin, nereye gidiyorsanız, orada kardeşi kardeşe tepki temelinde örgütlüyor, kardeşi kardeşe düşman ediyorsunuz, yeter artık bu olumsuz, uğursuz huyunuzdan vazgeçin, o parçadan çekilin, gidin karargâhınızı Ağrı, Cudi, Sipan, Munzur ve diğer Kuzey Kürdistan dağlarında kurun dediğimizde, hırsla bize: “Sus lan hain, orası Kürdistan toprağıdır, senin ve Barzanilerin babalarının toprağı değil” deyip düşmanca tepki gösteriyorlar. Özelikle de Barzani ailesini birinci derecede düşman olarak görüyor, mümkün olsa bu ailenin bütün fertlerini hiç acımadan yok ederler. Yani PKK’nın bütün kurmayları ve sözüm ona yazarları, çizerleri, tüm sempatizanları hep böyledirler. Bunların 40 yılda Kürd halkına verdikleri zararı, düşmanlar bile vermedi. Hele bir Haydar Işık, Ahmet Karaman, Selim Fırat, Sara Aktaş Hanımefendi, Ferda Çetin gibiler, Barzani düşmanlığını yaparlarken, Süleymaniye ve Kerkük bölgesini Irak ve Haşdi Şabi’ye teslim eden Celal Talabani’nin hain oğlu Lahor Şeyh Cengi, Pavel’i överken, “Kürdistan toprakları Barzani aşiretinin malı değildir” diyorlar, ki bu bomıkların Şeyh Abdulselam’ın bütün toprağını ne zaman ve kimlere dağıttığından zerre kadar haberleri bile yok. Selim Fırat “Türkiye’nin başlattığı saldırıların özellikle de KDP onayıyla gerçekleştiği biliniyor” derken, büyük yazar Haydar Işık Efendi de “Barzanigiller katil ile mağduru aynı kefeye koyuyor, PKK burada olduğu için Türkiye saldırıyor diyorlar. Hayret etmek gerekiyor, o topraklar Kürdlerin mi, yoksa Barzanigillerin mi? Afrin’de de mi PKK vardı? Afrin’i ne yaptlar?” diye soruyor Doğrusu insan bu bomıklara ne cevap vereceğini şaşırıyor. İnsan bu kadar da bomık olamaz. Önce Selim Fırat Beye sormak lazım, kendisini Berlin’de tanımıştım. Selim Bey “Sen nereden biliyorsun zalim Türk devletinin saldırıları Barzani’nin onayıyla gerçekleştiğini? Barzaniler PKK kurmaylarına: “Kardeşlerim lütfen bizim bu toprağımızdan çekilin, gidin mensup olduğunuz parçadan, Türk devletine karşı savaşın, başımızı belaya sokmayın, bizim zalim Türk devletiyle savaşacak gücümüz yok. Bizim savaş uçaklarımız, modern top ve tanklarımız, Atom ve Hidrojen bombamız yok. Bu topraklar sizin değil, bizim, lütfen bunu anlamaya çalışın” diyor. Peki bu yanlış mı Selim Efendi? PKK’nın orada ne işi var? Haydar Efendiye sorayım, ben Kürd’üm, Dersimliyim, ama Dersim’de bir karış toprağım yok, sen Dersim’deki evini bana verir misin? Ya da ben geleyim sana “Sen Kürd, ben de Kürd’üm, ama evsizim, bu evinde kalacağım” dersem, sen o evini benimle paylaşır mısın? Ya da Almanya’da ki kazancının yarısını bana verir misin? Yahu n’olur biraz akıllı olun, kardeşler birbirinden ayrılır. Her birinin evi ayrı olur, biri diğerine zorbalık yapmaz, ona zarar vermez, düşmanla birleşmez. Yularını onun eline vermez. Kardeş akıllı kardeşini sever, onu kıskanmaz, ayağının altına karpuz kabuğunu koyarak onu tekmeleyip düşürmek istemez. Barzani kardeşlerimiz yüzyıla yakın bir zaman kadar zalim düşmanla savaştılar. Aşiretinden 8 binden fazla, ailesinden 38 şehit verdiler, biraz saygılı olun ve Tanrı gibi taptığınız kişinin asıl asaletini tanıyın lütfen. Ayrıca onun ailesinden bugüne kadar kaç kişinin hapishaneye girdiğini, işkence gördüğünü, şehit olduğunu söyleyin halkımıza; söyler misiniz? Barzani’yi “Sevin” demiyorum, zaten sizden sevgi beklenmez, hiç olmazsa düşmanlık yapmayın, yazıktır, ayıptır. Eğer gerçekten Kürdlüğün temiz ve güçlü ruhu sizde varsa, o özgür parçayı gözünüzün ışığı gibi sayıp onu her türlü kötülükten korumalısınız. Orası bizim ışığımız, kutsal kâbemiz, lütfen o ışığımızı karartmaya, kutsal kâbemizi yıkmaya, kirletmeye çalışmayın ve o parçadan elinizi çekin. PKK Kandil’den çekilmeli, o özgür parçanın başına daha fazla bela olmamalı; zaten yeteri kadar hem o parçaya ve hem de Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine zarar vermiş, kutsal mücadeleyi “Terörist” diye dünyaya tanıtmıştır. Dilerim PKK kurmayları, yazar, çizerleri, seven yandaşları geçte olsa akıllarını başlarına toplar, kardeşi kardeş görür, onu düşman saymaz, günümüz dünyasının siyaset anlayışını, sorunların ne ile sonuçlanacağını anlar, kavrar, zorbalıktan elini çeker, kardeşlerine sevgi ile yaklaşır, kardeş yanlışlarını da, kardeşlik duygusuyla eleştirir, bugüne kadar yaptığı yanlışlarından dolayı da tüm halkından özür diler, 17 bin infazın da nedenlerini halkına ve onların anne, baba, kardeş ve tüm aile fertlerine açık yüreklilikle anlatırlar. Böylesine bir dilekle. Saygılar.
rizacolpan@gmail.co