
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, her normal insanın yaşamında, yaşamın zikzakları var ve bu zikzaklar bazen kişi ve kişileri çeşitli yönlere yöneltir. Bazen yaşamın rüzgârı seni güneşe, aydınlığa doğru sürüklerken, bazen de seni gecenin karanlığına sürükleyerek, seni Kürdçe “Baçermok” Türkçe ise “Yarasa” denilen kuşun yanına sürükler ve sen o karanlık içinde bir zinardan, yani yüksek bir kayalıktan düşerek, ya bir daha eski yaşamına dönmemek üzere ölüp gidersin, ya da bir daha eski kişi olup yaşamın güzel şeylerini göremez ve tadını alamazsın. Ayrıca bütün canlı varlıklardan ayrı, beynini çalıştıran, yaratıcı zekâya sahip her insan yaşadığı süre içerisinde, her zaman kendi insanlığına yaraşır şekilde iş yapmaz, bazen de çok yanlış şeyler yapar. Yanlış şeyleri yapan eğitimsiz kişilerin yanlışları, normal zekâya sahip kişi tarafından normal karşılanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü insanlığa özgü güzel bir eğitim görmemiş bir insanın yanlışları, gerçek insani duyguya sahip, eğitimli kişiler tarafından af edilir ve normal karşılanabilir. Ama eğitim görmüş, üniversite bitirmiş, bir hukukçu, bir mühendis, bir doktorun çok ağır yanlışları af edilmez. “Af edilmez” derken, onlarda herkes gibi insan, doğrunun, yanlışın olduğu bir dünyada yaşıyor ve yanlış yapabilirler. Çünkü yaşam iki yönlüdür. Bu diyalektiğin bir kanunudur. Yani doğrunun
ve yanlışın olduğu bir dünya ve yaşam biçimi içinde yaşıyorsun; ki zeki ve filozof kişi de bazen yanlış şeyler yapar. Tam gerçeği söylemek gerekiyorsa, dünyamızda en kötü ve en iğrenç yanlışları yapan da ne yazık ki hep eğitim görmüş kişilerdir. Örneğin dünyamızdaki bütün
devletleri yöneten kişi ve kişiler. Savaşları çıkaran bunlar. İnsanı insan eliyle öldürten yine bunlar. Size bir başka örnek, ki yirminci yüzyılın adamı, Albert Einstein’nin Atom icadı. Tabii Albert bunu yaparken, icadın sonuçlarını hiç aklına bile getirmemişti. O, Atomu insanın yararı için düşünmüş, fakat onu Hiroşima’da Atom’un nasıl ve ne için kullanıldığını görünce kendinden bile utanmış “Ben bu icadı bu felaket için düşünmemiştim” demişti. Yani böylesine filozof ve yaratıcı zekâya sahip kişiler de yanlış şeyler yaparlar. Tabii Bill Gates’i ayrı tutmamız lazım.
Sevgili okuyucular, böylesine uzun bir girişten sonra, başlıktaki iki ayrı konu meselesine gelmek istiyorum. Birinci konu Sayın Osman Baydemir’le ilgili. Ben ülkemin 18.000 kilometre uzağında, yani Avustralya’nın Sydney kentinde, bugünkü modern uluslararası iletişim aracı internet ve onun sosyal medyasında, Osman Baydemir’in ismini ve resmini ilk Amed Belediye Başkanı olduğu dönemde çeşitli Kürd internet sitelerinde, gazete ve dergilerde gördüm, okudum. Osman, düşman üniversitesin de hukuk okumuş ve avukat olmuş. Kanımca çok iyi bir hukukçu ve güçlü bir şekilde de İslâm dinine bağlı bir kişi. Siyaset platformunda ise, ben onu takip ettiğim kadarıyla Apocu çizgisinde biri, gücünü ve tüm desteğini onun taraftarlarından alıyordu. Yani Osman’ı Amed’e Belediye Başkanı yapan PKK’lılardı ve O’da onların bir militanı gibiydi. Ayrıca, zaman zaman da Güney Kürdistan’a giderek, oradaki yetkililerle görüşürken güzel şeylerde söylediği bir gerçek. Yani sanki ikili oynayan bir kişi. Bir başka deyişle ikiyüzlülük. Bir yüzü beyaz, bir yüzü kara. Bütün bunlara rağmen ben Osman’ı hep sevdim. Çünkü bazı söz ve çıkışları çok hoşuma gidiyordu. Sonra Sayın Kemal Burkay’ın dönüşünde ve Kemal’in Amed’e gidişinde, Osman’ın Kemal’a İslâm dininin kitabı Kur’an’ı vermesi, Osman’ın ne demek istediği beni çok üzmüş, onu sevmediğimiz eski Halife Osman’a benzetmiştim. Yani onun o tavrı hiç Kürdçü bir tavır değil, İslâmcı, anti Rêya Heqçi, anti Sosyalist bir tavırdı. Tıpkı bir İŞİD’çinin, bir Êzîdî Kürd’e, bir Sosyalist ve Komüniste bakış açısı gibi. Daha sonra yine Osman’ın bazı söz ve davranışları beni çok sevindirmiş, onun yanlışlarını, güzel söz ve çıkışlarının yanında az görmüş, onu bir Kürd yurtseveri görüp sevmiştim, ki halen de severim. Hele onun zalimlerin meclisindeki, bir barbarın “Kürdistan nerede?” diye sorması ve onun sağ eliyle kalbine vurarak “Kürdistan burası” demesi, beni son derece sevindirmişti. Kanımca her Kürd yurtseveri en az benim kadar sevinmişti; ki Osman’ın o çıkış ve sözleri, Osman’ın o zalim ülkeden kaçmasına vesile olmuş, Osman yurtdışına çıkarak İngiltere’ye gitmiş, o özgür ve demokratik ülkede 26 Mayıs’ta haykırarak, -ki ben Hasan Bildirici’nin Rojeva Kürdistan sitesinde okudum- aynen şunu söylüyordu: “Bu devlet maalesef bizim devletimiz değil, bu meclis maalesef bizim meclisimiz değildir. Bunu hepimiz haykırmalıyız. Bizim açık açık söylememiz lazım; benim bir coğrafyam var, adı Kürdistan.
Ben bir halkım, Kemalist faşistlerin kavgasıyla, İslamist faşistlerin kavgasından bana ne, canınız cehenneme. İkinizin de canı cehenneme. İstanbul’unuzdan, Ankara’nızdan, İzmir’inizden bana ne. Bizim öncelikle halkımızın zihin dünyasına ve yürek dünyasına bu devletin ve bu devletin tüm mekanizmalarının artık Kürd’ün, Alevi’nin veya ötekisinin devleti ve mekanizmalar olmadığı gerçeğini nakış gibi işlememiz lazım. Bizim bu devlete açıkça “Bu devlet benim devletim değildir” dememiz lazım. Ben demiyorum buna gücümüz var. Buna gücümüzün yetmediğini ben biliyorum. Gücümüz onlara yetmiyorsa, bizim gücümüz kendimize yeter, onların oyunlarının bir parçası olmayalım. Türkiye ile iyi komşu olmanın zeminini, duvarlarını yavaş yavaş örmenin vakti gelmiştir. Şu anda ideolojik hegemonya zamanı değil, şu anda var olma zamanıdır. Milletimizin, bizim var olma zamanıdır. Şu anda milletimiz Rojava’da, Kuzey’de hatta ve hatta Güneyde de dört parça Kürdistan’da da bir yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü biz bir kez daha 1915’i yaşama riskiyle karşı karşıyayız. Tüm ideolojiler Kürd ulusunun ulusal ittifakına kurban olsun. Bütün partilerin siyasi çıkarları ve hegemonik çıkarları Kürd halkının ulusal ittifakına bin kere kurban olsun. Siyasal partiler sadece ve sadece araçtırlar; bu ulusu, bu halkı zulümden, esaretten kurtarmanın aracıdırlar. Amaç nedir? Bu halkı özgürlüğe kavuşturmaktır. O zaman bizim araçları amaçların önüne koymamamız gerekir. O gün gelecek! Ama biz o güne hazır değiliz. Çünkü biz o devletin demokratikleşmesi peşindeyiz. Bu bütün enerjiyi, eforu, bütün kurbanları olmayacak bir şey için harcıyoruz, olmayacak bir şey için harcıyoruz…
Evet, Sayın okuyucu Kürd kardeşlerim, yukarıdaki sözler ve haykırış, Sayın Osman Baydemir’in 26 Mayıs günü Londra’da dile getirdiği sözler. Osman’ın bu sözlerine, haykırışına karşı aksi bir şey söylemek hiçbir Kürd yurtseverin işi değil. Osman’ın bu haykırış ve doğru sözlerinden dolayı kendisini kutlamak lazım. Ancak, Osman ne kadar kendi öz iradesine sahip, o nokta belirsiz. Bence Osman her şeyden önce gerçek safını ortaya koymalı ve PKK ile ara mesafesi kaç metre olduğunu açık açık zavallı halkına anlatması lazım diye düşünüyorum. Buna benzer birkaç soruyu da sayın Profesör Aziz Yağan kardeşim bir yazısında sormuş.
Eğer Osman gerçekten bu dediklerini derin Kürdlük duygusuyla söylemiş ve her zaman bu söylediklerinin Kürd’ü ise, PKK ile gerçek ilişkisini ve PKK’nın 42 yıllık çıkışı ve 35 yıllık kirli savaşıyla Kürd halkına ne verdiğini ne kazandırdığını da korkusuzca söylemesi ve dile getirmesi gerekmektedir. Çok iyi hatırlıyorum birkaç yıl önce Osman’ın bir demecinden dolayı İmralı’daki Tanrı Marduk “Gençlere söylerim, ağzını yırtarlar” demiş, Osman sus-pus olmuş, ona gereken cevabı verme cesaretini ortaya koyamamıştı. Şimdi ise Osman Londra’da “Türk devleti bizim devletimiz değil” derken doğru söylüyor, ama PKK için ise katiyen bir şey söylemiyor. Onun çıkışıyla ilgili, gittiği her Kürdistan parçasında, kardeşi, kardeşe karşı nasıl tepki temelinde örgütlediğini ve ne kadar “BİRAKUJΔ olayına sebep olduğunu ve 17.000 iç infazın sorumlusunun kim olduğunu da sorması gerekmektedir diye düşünüyorum. Ayrıca HDP’nin başına getirilen iki Arap kişinin Kürd halkına ne vereceklerini ve o partiye oy veren zavallı, siyaset dünyasından haberi olmayan halkımıza açık açık söylemesi gerekmektedir. Ayrıca faşist Türk devleti, o devletin meclisi HDP’yi hiçbir zaman muhalefet olarak da kabul etmiyor. Gönül ister ki Osman onlara seslenip, şunu demeli: Bir: “O meclisten çekilin, sizin yeriniz orası değil, Amed’dir”. İki: “İki Arabı kendinize başkan etmeyin. Zaten Kürd’ü bugünkü bu duruma sokan Arap inanç sistemidir”. Tabii eğer Osman bu cesareti kendinde bulabiliyor ve Londra’daki PKK’lılardan korkmuyorsa. Böylesine bir dilekle Osman Baydemir
konusuna noktayı koyup, öteki konuya kısadan değinmek istiyorum. O Konu da Ankara’da barbar Türk gençlerinin Kürd müziğini dinleyen genç Kürd kardeşimiz Barış Çakan’ın şehit edilmesiyle ilgili.
Sevgili Kürd kardeşlerim, günümüzdeki dünya, küçük bir köye dönüşmüş, bütün köyün insanları hergün birbirlerini açık gözlerle görüyor. Kaç gün önce Amerika’da George Floyd adlı bir siyah zenci, ırkçı beyaz bir polis tarafından öldürüldü, ki bugünkü korona virüs nedeniyle bütün dünya insanları, bu meret virüsten dolayı evlerinden çıkmazken ve Amerika’da bu hastalıktan yüz on bin kişi ölürken, o ülkede ve dünyanın bir çok ülkesinde yüzbinler sokağa çıkıp o polisin ırkçı ve zalimane davranışını protesto ederlerken, Türkiye’de ve ülkemiz Kürdistan’ın dört parçasında dört kişi dahi sokağa çıkıp zalim Türk devletinin ırkçı, faşist, barbar kişilerin Adapazar’da oğluyla Kürdçe konuşan baba ve oğlu orada şehit eden, Ankara’da Barış Çakan’ı öldüren o devletin faşist ve barbarlığını protesto etmek, dünyaya duyurmak kimsenin ne aklına geliyor, ne de birinin kılı kıpırdıyor. Çok yazık, hezar mixab. Em in ev gela. Hani kahramanlık? Hani sözüm ona 42 yıl önce ortaya çıkıp “Özgür, Bağımsız, Sosyalist Birleşik Büyük Kürdistan” deyip Kuzey Kürdistan’ı viraneye çevirenler? Hani sözüm ona, sözde yazar Fecriye Benek’in “Masumiyet Utandı Kendinden” adlı kitabındaki (sözde roman) Sincar dağındaki yedi leheng suvarilari, ki kaçan, tüfek, doçka, tüm silah ve mühimmatlarını bırakıp giden 7000 Pêşmerge’nin yerine geçip binlerce siyah maskeli İŞİD canavarlarını öldüren ve kalanları da oradan püskürtüp uzaklaştıran Mordem, Munzur, Şimal, Herekollar? Laf ile peynir gemisini yürütmeye çalışanlar. Palavralarla kahraman kesilenler çok bizim ülkemizde. Siyah Zenci köleler bir tek kardeşleri için, büyük dünya İmparatorluğuna baş kaldırıp koca ülkeyi sarsarlarken, bizimkilerden ses-seda yok. Çünkü
Türk’ü kardeş görür Kürd. Bir kardeş, diğer bir kardeşini öldürmüştür o kadar. Çok yazık, çok yazık, hezar mixab. Ayrıca sözüm ona roman yazan PKK’lı Fecriye Hanımefendi’nin romanı, romana benzer bir yanı yok. Bir Türk kadar Türkçeyi çok iyi bilen bu Hanımefendi kitabında hem KDP düşmanlığını yapıyor, hem de sanki İŞİD canavarlarının yanındaymış gibi “Küçük Efendi, büyük Efendi şunu söyledi, bunu yaptı deyip saçmalıyor. Oysa roman öyle yazılmaz. Romanın okuyucuya bir şeyler vermesi lazım. En az güzel bir insanı söz. Ama Fecriye Hanım’ın romanı KDP düşmanlığı, PKK’lı yedi cengawer suvarilerin methî. Yani yedi Gerillası. Tabii biz Gerilla gençlerimizi da kendi çocuğumuz bilir ve severiz, ama onlar bütün Kürd yurtsever kardeşlerini kardeş bilmelerini, onlara silah çekmemelerini ve dostun kim, düşmanın kim olduğunu bilmelerini diliyor ve bir daha da elleri BİRAKUJÎ kanına girmemeleri diliyoruz. Böylesine bir dilekle. Saygılar
rizacolpan@gmail.com