Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim; bu Kürd sitesinde birkaç kez, kaç yaşımda olduğumu yazdım, müsaadenizle bir kez daha yazayım. Tam 85 yaşımın içindeyim, tabii yakın bir zaman diliminde ölmezsem, önümüzdeki Ekim ayında 86 yaşa adım atacağım; ama bunun mümkün olup olmadığını bilemem. Dilerim bugünlerdeki Korona virüsten ölmem, seksenden doksana geçişten sonra ise Azrail’le buluşup dönüşü olmayan istirahatgahıma varıp orada ebedi kalacağım.
Sevgili kardeşlerim 85 yaşında yaşlı bir Kürdüm. Daha önceden de bu sitede yazmıştım. Yani 11 yaşıma kadar bir dünyam vardı, köyüm Kupık, bütün tanıdığım yöre köylerini ve gezip gördüğüm o kutsal cennetimsi coğrafyanın ismi de Kürdistan’dı. O güne kadar ne Türk ismini ne de Türkiye Cumhuriyeti adında bir devletten haberim vardı. Ben sadece merhum annemden “Tırkmen” ismini duymuş, onu da ben yalnız başıma kuzu, oğlak ve danalarımı otlatmaya götürdüğümde, bana: “Lalê min miqate xwe, karik, golik û berxikên xwe be. Qet ji xwe bîhrneke, gurên
birçî dê bên karik, berx û golikên te bixwin, Tirkmen jî him karik, berx û golikên te serjêbikin bixwin, him jî te” diyordu. Yani oğlum kendine, kuzu, oğlak ve danalarına dikkat et. Kuzu, oğlak ve danaları dağın aç kurtları gelir alıp götürür yerler, fakat Tirkmenler gelirlerse, seni de kuzu, oğlak ve danalarla beraber kesip yerler” diyordu; ama ben Tirkmen nedir bilmezdim. Onları insan değil, Kurt’a benzer vahşi bir başka hayvan zannederdim. Ama ben kurtları defalarca görmüş, nasıl sürüye saldırdıklarını biliyordum. Hatta bir gün köyün davar gütme nöbet sırası bize gelince, ben, merhum büyük ablam Elif ve kendilerine yarıcılık yaptığımız Seid Bavo’nun benden 5-6 yaş büyük olan oğlu merhum İmamla davarı “Gaz” dediğimiz bir otlak yere götürdük, aniden, beş on kurt birden davarımızın içine girdiklerinde, tam 60 koyun ve keçiyi boğup, bizim bütün bağırıp çağırmamıza rağmen, sonuçta her biri bir koyun ya da bir keçi alarak gidip gözden kayboldular, biz ise bağırma, feryat sonucu sesimizi de kaybettik. O gün tam 60 koyun ve keçi kurtlar tarafından boğulup parçalandı ve bu 60 hayvanın içinde “Apikê Îsmaîl” dediğimiz ailenin tam 30 keçisi kurtlara kurban olmuştu. Boğulan “Devgur” dediğimiz hayvanların leşlerini de yine dört ayaklı kurtlara bıraktık. Çünkü, inanca göre “Devgur” yani kurtların boğduğu eti yenilen hayvanın eti yenilmezdi. İşte kurtların ilk vahşetine o gün şahit olmuş, daha sonra da defalarca kurtları görmüş, çoban arkadaşlarımla onları kovalayıp hayvanlarımızdan uzaklaştırmış, ama ben insan eti yiyen Tirkmenleri hiç görmemiştim.
Evet, 11 yaşımdan sonra iki Türk jandarması, Lodek adlı köye yeni muhtar olmuş, kirvemiz merhum Haydar Akagündüz -Paris’te PKK’lılar tarafından şehit edilen Hüseyin Akagündüz’ün dedesi, nüfus kaydımız o köyde idi, halen ben, eşim ve üç çocuğum o köyün kütüğüne kayıtlıyız- gelip, babamdan beni “Şilk” adlı, 1943 yılında silah tehdidi altında yapılan okula göndermesini istediler. Eğer göndermek istemezse, o zamanın parası 150 lira ceza isteniyordu ki, 150 kuruşu olmayan babam nereden 150 lira ceza verecekti? Öylece okula başladım, ama bir tek kelime Türkçe de bilmezdim. Ama merhum eğitmenim Şükrü Can hocamın -Kemal Burkay’ın köylüsü- beyaz gömlek, kravat, çizgili lacivert takım elbisesinin cazibesi bana üç ayda Türkçeyi öğretti. Nasıl, öğretmiş değil mi?
Sevgili kardeşlerim, yaşam hikâyem uzun. Anılarımın bir kısmını “Serhatîyên Rustem û Namerdîya Namerdan” adlı bir kitapta romanlaştırdım. Diğer kısmını da iki dilde, Kürdçesi: “Serhatî û Bîranînên Min, Jan û Jîyan”. Türkçesi: “Coğrafyasını Arayan Irmak, Acı ve Yaşam”. Sosyal uyanışımın tarihi – daha önce bir kaç kez söylemiştim- 1962. Önce bilinçsiz, Enternasyonalist bir Komünist ve Dünya Proletarya Devrimini hayal eden bir hayalperest ve kendi halkının tarihinden, ülkesi Kürdistan’ın sosyal ekonomik yapısından, bütün uzun bir tarih süreci içerisinde, bu ülke ve halkının hangi badire ve süreçten geçtiğinden habersiz bir delikanlı, dünyayı toz pembe ve her şeyi sadece kızıl renk ve orak çekiçte gören bir zavallı bomık, daha sonra aynı isteğin bir anarşisti ve ülkeyi terk etmek zorunda kalışı, kendini dünyanın Güney Kutbu, Avustralya kıtasında bulması ve yeniden insan hayatını ve dünyanın dört kıtasını dolaşıp, sayısızca kitap okuması, dört kez bir zamanların güzel hayalını, kendisine Kâbe gördüğü, sözüm ona Sosyalist, Komünist, Sovyetler Birliğini gezmesi, Elegaz dağında çobanlarla kara kıllı çadırlarda yatması, onları ve bir çok Kürd bilim insanıyla taşınması, onlara şagırt olması, daha sonrada ülkesi Kürdistan’ın dört parçasını gezip, o kutsal ve cennetimsi coğrafyayı görmesi ve yoğun bir çaba ile, Huri, Guti, Karduk, Medya tarihi ve Arap İslam’dan günümüze kadar, karınca kadarınca kendi halkının tarihini okuması ve bu halkın bugünkü duruma nasıl geldiğinin bilincine varması.
Önce bugünkü durumun, tarih süreci içindeki sebeplerine bir göz atalım. Dünyamızdaki bütün tarihçiler, bilim insanları, “İnsan Uygarlığının Beşiği Mezopotamya ve tarihi de “Sümerlerden başlar” diyorlar. Huri ve Guti atalarımızın Sümer çağdaşları olduğu, hatta bazı tarihçiler, “Sümerler Kürdlerin atası” diyorlar, ama ben bunun ne kadar gerçek olduğunu bilemem. Ama Sümerleri tarih süreci içinde yok eden Kuzey Afrika’dan gelen Akad, Arap Sami ırkının babaları. Barbar Akadların gelişiyle Mezopotamya, Kürdçe gerçek adıyla Cizira Botan, iki ırmak, yani Dicle ile Fırat arasında ve bu suların çıkış noktalarının Batı ve Kuzey dağ ve ovalarında yaşayan Kürd asıllı toplum ve diğer toplumların hayatı bir cehenneme dönüşür ve o barbarların çocuk ve torunları Elamlar, Asur ve Babiller, o kutsal coğrafyayı bir kan gölüne dönüştürürler. Neden bunu yaparlar, Kuzey Afrika çöllerinden gelen bu barbarlar? Çünkü Mezopotamya dünyanın bir cenneti. İnsan yaşamı için ne istersen bu coğrafyada fazlasıyla var. “Su” desen koca koca ırmaklar, akan buz gibi on binlerce çeşme, sayısızca kükürtlü sıcak ılıcalar, koca-koca dağlar, uçsuz, bucaksız verimli, tarıma elverişli ovalar, her çeşitten ağaçlar, meyve, sebze türleri, ki bu da barbar kurt insanın iştahını çeken hayatı şeyler. Akad torunlarının hükümranlığını ortadan kaldıran Kussi Kürdlerinden Demirci KAWA’nın Dehaq zulmüne son verip, Ari toplumlarını özgürlüğe kavuşturması, ardından M.Ö 612 yılında Medya Kralı Kiakser tamamıyla Asur barbar kölecil devletin sonunu getirmesi, o devletin tarih süreci içinde yok edilmesinden sonra bu kez Kürd yurdu Harpagos ve benzerlerinin namertliği sonucu, Medya yıkılıyor, Kürd yeğeni Kiryos “Parsevan” dediğimiz Perslerin Kralı oluyor; ama uzun dönem bir arada yaşıyorlar, ta ki Sasani yönetimin barbar İslâm orduları tarafından ortadan kaldırılmasına kadar. M.S 612 Hicret tarihiyle Arabistan çölünde çıkan İslâm dini ve barbar orduları ilk önce Kürdistan’a sefer yapıp, mazlum halkımızı kılıçtan geçirip o kutsal yurdumuzu kan gölüne çeviriyorlar, 639-40 yılına kadar yüzbinlerce atalarımızı öldürüp, kılıç zoruyla İslâmlaştırıyorlar, kaçan azınlık bir Kürd gurup ise barbar İslâm ordularının yetişemediği Kuzey dağlarına kaçıp, oralarda yaşayan kendileri gibi Zerdüşt, Mazdek ve Mani inançlı kardeşlerinin yanına gidip canlarını kurtarıyorlar, ki onların torunları olan bugünkü Dersim, Erzincan, Erzurum, Kars, Bingöl, Muş, Malatya, Maraş ve Sivas’ta yaşayan Aleviler ve bugün Kürdistan’ın dört parçasında yaşayan İslam dininin kılıcıyla Müslüman olan, Sünni Kürd kardeşlerinin zulmü -Hamidiye alayları- sonucu çoğu ülkesini terk edip, Ermenistan ve Gürcistan’a sığınırlarken, çok azınlık bir gurup ise ana yurtlarında kalıyorlar, ki bu son yılların kirli savaşın nedeniyle kalanlarda ülkeyi terk edip Avrupa’ya gidip yerleşiyorlar. Yani o homojen kalmış Kürd Êzîdi kardeşlerimizden bahs ediyorum. Evet sayın okuyucu kardeşlerim, Mezopotamya toprağının en eski halkı olan, insan uygarlığının beşiğinde, ilk defa hayvanları evcilleştiren, arpa, buğday ve her çeşit tahıl ürünlerini yetiştiren, bağ, bostan eken, su bentleri yapan, insan uygarlığına büyük katkı sunan Kürd atalarımızın bugünkü biz torunlarının acıklı durumu gerçekten hüzün verici. Birinci sebep ülkemizin bir cennet olması ve barbarların bu cenneti elimizden alma gayeleri, ki almışlar. Önce Parsevanlar, sonra Barbar İslam’ın halifeleri ve onların barbar orduları. Ardından barbarlarında barbarları, Moğol dölü bêbavların İslâm adına bizim 1071’deki atalarımızın “Din kardeşliği” adına o kan emicilerini getirip, başlarına bela etmeleri ve onlar için bir kurbanı koç olmaları. 949 yıl önce onlar, 1408 yıldır da barbar Araplar ve onların kanlı kılıç dini bizi bugünkü acıklı duruma getirmiştir. Kısacası biz Kürdler koca bir tarih süreci içinde dost kim, düşman kim bilemedik. Yüzyıl önce Koçkiri, 95 yıl önce Şêx Seid, 93 ve 89 yıl önce Ağrı, Zilan, 83 yıl önce Dersım’de yüzbinlerce insanımız, çoluğumuz, çocuğumuz, genç, ihtiyar annemiz, babamız, kız kardeşimiz gelinimiz zalim barbar Türk’ün silahlarıyla yok edildiler. Çocuklarımızı kuzu keser gibi kestiler. Gebe anamız, bacımız ve yengelerimizin karınlarını süngü ile deşip bebekleri çıkarıp, “Kız mı, oğlan mı”? diye baktıktan sonra, yine süngü ile parçaladılar. Öldürülen ana bacı ve gelinlerimizin ırzına geçip, memelerini de keserek cesetleri üst üste yığdılar, ne yazık ki Kürdler bu zulmü çabuk unuttu. Ve hâlâ Türk’ün, bu yıllar içinde, Arap’ın Güney parçamızda yüz yıla yakın yaptığı zulüm, Enfal ve Helebce katliamları, Pers’in Mahabad Çarçıra barbarlığı bugün de devam ediyor ve bu üç barbarın barbarlığı devam ederken, Kürd’ün bu vahşi barbarları İslam din kardeşi görmeleri ben gibi Kürdlere ıstırap ve hüzün veriyor. Evet, bugünkü koca modern dünyanın insan cebinde olmasına rağmen, Kürd’ün bu uğursuz huy ve anlayışından vazgeçememesi, kardeşiyle kardeş olmaması, dost kim, düşman kim bilmemesi, gerçeklere kör gözle bakması, ortak düşmana karşı kardeş birliğini hiç aklına getirmemesi, her aklı başındaki insani şaşırtıyor ve hâlâ düşmanlarla iş birliği yapan Axa, Şêx ve Seid’e kul, köleliğini sürdürüyor. Kimileri de sözüm ona Siyası Parti kurmuş, ama siyasetin ne olduğunun bilincinde değil. Bunların siyaset bilinci, sadece kardeşi kardeşe düşman, asıl düşmanı da din kardeşi saymaktır. Ülkenin Kuzey parçasında, kurtarıcı bir lider sıfatıyla çıkan adam, kardeşi, kardeşe tepki temelinde eğitmiş, beynini yıkayarak halkına düşman etmiştir. Bu mantıkla on binlerce insanımız öldürülmüş, vatan toprağının birçok kesimini insansızlaştırmış, milyonlarca insan göçe zorlanmış, düşmanın asimilasyon çarkının önüne atılmıştır. Güney de ise 66’nın caş ruhu yeniden hortlamış, koca vatan parçasını düşmana teslim etmiş, düşman hapishanesinde 17 yıldan beri gençliğini çürüten ve bugünkü dünyamıza ölüm saçan korona virüs nedeniyle hapishaneden kaçıp ülkesine gelirken, o lanet ruh, o yiğit ve mazlum Kürd’ü düşmana teslim edip, onun idam edilmesine vesile olmuştur. Bundan başka o uğursuz ruh hâlâ kendini bilinçle donatmış, son derece medeni, uygar toplum, Kurmanc, Bedinan, Barzani yanlısı Kürd’ü de ilkel, eğitimsiz ve düşman görmektedir. Küçük Güneybatı da ise, İmralı Şêxin müritleri hâlâ eski alışkanlık ve müritliğini bir tarafa bırakmamışlar. Mustafa Ebdi, PYD komutanı gencimiz de, ismini değiştirerek Mazlum’a çevirmiş. Yani onların değişiyle Mazlum çağdaş KAWA olmuş, ama gerçek tarihi KAWA’nın yaptığını yapmamaktadır. Gerçek KAWA, Dehaq zulmünü üç beş kişiyle ortadan kaldırmadı. Tüm Ari halkıyla o zulme son verdi, “Çağdaş KAWA” dedikleri hemşerim Mazlum Doğan ise kendini bir bilinmeze kurban etti. Çok yazık o genç, son derece zeki ve yeğenimiz sayılan merhum kişiye. Dilerim uzun bir tarih dönemi içinde, yapılan bütün yanlışlıklardan Kürd halkının bugünkü gerçek yurtseverleri, liderleri, aydınları, sanatkârları geçmişten ders alır, dost kim, düşman kim olduğunun bilincine varır, ortak
düşmanlarına karşı kardeş birliğini sağlayacak,“Birakujî” anlayışını büyük bir Kürdlük ve vatansever ruhuyla karanlık bir mezara gömecek, Bağımsız, Özgür bir Kürdistan için ne gerekiyorsa onu yapacak, son KDP, PKK ve YNK arasında vuku bulan gerginlik sona erecek, PKK artık kırk yıllık inadını bırakacak, bütün Kürd yurtsever güçlerle kardeş olacak, o özgür parçaya daha fazla zarar vermeden, o toprağı terk edecek, 35 yıldan beri savaştığı Türk devletiyle eğer, daha da savaşmak istiyorsa, Kuzeye dönmeli, karargahını Ağrı, Cudi, Sipan, Munzur ve diğer Kuzey dağlarına kurmalı. Böylesine bir dilekle, tüm yurtsever Kürd kardeşlerime, dört Mayıs günün gecesinde, 1937-38 yılında Dersim Tertele ve jenosidin de şehit edilen 70.000 şehitlerimizin ruhu-hürmetine bir mum yakmalarını rica edeceğim. Her ne kadar tüm şehitlerimizi anma günü 31 Mart ise de, Kuzey Kürdistan’da son büyük katliam Dersim’de olmuş. Ayrıca Dersim Kürdü’nün bir inancı olan, her Perşembe akşamı, mum yakma, ışığa inancı için, “Birer mum yakalım” diyorum. Böylesine bir dilekle.
Saygılar, sevgiler.
rizacolpan@gmail.com
Not: Yeni duydum, hemşerim, cefakâr yurtsever, Xıdır MAK hakka yürümüş. Bu vesileyle onun eşi, kızım gibi sevdiğim Mine’ye, oğlu Baran, kızları Şilan ve Dilan’ın, kardeşi Hasan’ın ve tüm ailesinin, arkadaş ve yoldaşlarının, bütün yurtsever Kürdistanlıların başı sağ olsun diyorum. Hepimiz o yolun yolcusuyuz ama, Xıdır hâlâ çok genç, yolun sonuna yaklaşmamıştı. Çok yazık, anamız Kürdistan cefakâr, yiğit bir evladını kaybetti. Toprağı bol, mekânı Dersim’in kutsal yurdunda rahat uyusun. Sevenleri onu hiç unutmayacak.
Rıza ÇOLPAN ve eşi Refah, Sydney. 1-5-2020