
Sevgili okuyucu kardeşlerim, insanlık tarihini ne yazık ki hayatın her alanında, sonsuza dek yaşam bulması için emek üreten, ter döken emekçiler yazmamış. Herodot’tan günümüze kadar tarihi yazanlar, hep egemen zorba güçler olmuştur. Egemen zorba güçler insanlık tarihini yazarlarken, kesinlikle gerçeği yazmamış, hep yalanları emekçi toplumlara gerçek olarak sunmuşlar, ki günümüzde de yapılan budur. Tarih öncesinde de kanımca durum böyle idi. Güçlü zayıfı ezerken, şeytani zekâya sahip kişi de yine aynı yola baş vurmuş, emekçi yığınları yalanlarıyla kandırmıştır. İnsanlık tarihinde bütün dinler yalan ve bilinmeyen metafizik üzerine kurulmuşlardır. Musa, Tûr î Sinan da Tanrı ile konuştuğunu söylerken emekçi Yahudiler hep inandı ve o söylem süreç içerisinde bütün insanlık dünyasına yayıldı. İsa’nın havarileri ise, “İsa, Tanrı’nın oğludur” dediler, bugün koca Hıristiyanlık dünyasının tüm dindar emekçileri buna inanır ve bir ay sonra İsa’nın Noel Baba kıyafetine girip sakal takan yalancı Noel Babalarla milyonlar büyük süper marketlerde kendi çocuklarıyla resim çekmek için sıraya girecekler, İsa’nın yedi kat gök üstünde babası Tanrı ile birlikte olduğunu söyleyecekler. İslâm Peygamberi Mekkeli Muhammed ise emekçi yığınlara yer altında cennet, cehennem, sırat köprüsü, orada her mümin kişiye: “Kırk güzel huri, sakın İslâm olmayan kişilere selam vermeyin; salavat getirmeyen kişinin kafasını uçurun, kadınlar kocalarını dinlemiyorlarsa, kocaları dövsün ve ganimeti de her İslâm kişiye helal” demiş ve bugün iki milyara yaklaşık budala emekçi yığınlar buna inanmakta. Muhammed’in bu önerileri bugün ülkemiz Kürdistan’da talebeleri İŞİD’li canavarlar ve Gürcü Erdoğan’ın zalim ve barbar orduları tarafından yapılmaktadır. Doksan dört yıl önce de bu iş Selanikli, bêbav Mustafa Kemal ve arkadaşlarının emriyle yapılmıştı. Kısacası bu söylenen yığınlarca yalan, milyonlarca insanı öldürten egemen güçlerin yalan tarihleri gerçek, asıl gerçek tarihten bahseden dürüst ve namuslu kişilerin doğruları ise, yalan yığınların altında kayıp olup gitmekteler. Bugün Türkiye’de zalim egemen güçlerin yalanları, halkımız üzerindeki zalimce katliamları yalan, on binlerce katledilen insanlarımızın ölümü yalan ve bu yalana inanan milyonlar.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bunları niçin yazıyorum? Yalanları biz emekçi yığınlara “Gerçek tarih budur” diyen alçaklar için yazıyor, ancak dünyada ve ülkemizde gelişen katliam ve siyasi olayların yorumuna girmek istemem. Çünkü bu işi yapan yüzlerce uzman var.
Sevgili dostlar, kanımca dünyadaki bütün egemen güçlerin egemenliği hep yalanlar üzerine kurulu olmasına rağmen, Türkün egemenlik hegemonyası daha çok zalimce ve yalanları da koca kuyrukludur. Örneğin bêbav Mustafa Kemal, kendine övünerek “Türk’üm” diyen kişi ve kişiler için bir melâike, evliya, karınca ezmez bir kişilik; yedi düvele karşı kahramanca savaşan, yoktan varlığı var eden bir Tanrı. Çünkü hem onun gerçek kişilik tarihi ve “Türk” denilen Moğol asıllı bir toplumun tarihi yalan üzerine yazılmış ve halen de bu yalan tarihi yazan alçak kişiler var.
Sevgili okuyucular, kendisini şahsen tanımadığım, fakat e-mailimi nereden aldığını da bilmediğim ve zaman zaman da belirli yazılarını bana gönderen, tahminimce Kıvılcımlı siyasetinde olduğu Sayın Demir Küçükaydın’ın “Çocuklarınız Okullarda Nasıl Bir Erdoğan Portresi Okuyacak?” Kısa makalesinin altında, Büyük Ermeni Yazarı, Sayın Sevan Nişanyan’ın bir Kemalist kişinin sorusunu yanıtlayan yazısıyla birlikte olduğu gibi sizin okumanıza sunuyor, gerçek ile yalanları birbirinden ayırmayı size bırakıyorum.
Gelecek Tarih’te Kurulur.
Bugün genişçe bir kesimin alayla bakıp, izlemediği “Kuruluş”, “Diriliş” gibi dizilerde, aslında Erdoğan diktatörlüğünün gelecekte yazacağı ve okullarda mecburen okutacağı tarih kitaplarının ilk denemeleri yapılıyor diyebiliriz. Erdoğan’ın diktası kurulduğunda çocuğunuzun nasıl bir Erdoğan portresini okulda tarih ve diğer kitaplarda okuyacağını merak ediyorsanız, Atatürk’ten bir analoji yapılabilir. Okullarda okutulan resmi Atatürk’ü herkes yeterince biliyor; bu nedenle onu değil, bilinmeyen ve unutulmuş gerçek Atatürk’ün kısaca bilinmesinde yarar var. Bu nedenle uzatmamak için, gerçek Atatürk’ü anlatan Sevan Nişanyan’ın yazısını aşağıda aktaracağız. Böylece gerçek ile okunan Atatürkler arasındaki uçurum, bugün bildiğimiz gerçek Erdoğan ile yarın okullarda okutulacak Erdoğan arasındaki uçurumun nasıl bir şey olacağı hakkında bir fikir verir. Yarın nasıl bir Erdoğan Portresi okunacağını yazmayacağız. Bunu okuyucunun ferasetine bırakıyoruz. Çünkü üç bilinenden dördüncü bilinmeyeni hesaplamak çok kolaydır. Bilinenler:(1) Resmi Atatürk; (2) Aşağıda açıklanan gerçek; (3) Bugünkü Erdoğan. Bilinmeyen (1) Yarınki resmi Erdoğan. Çocuğunuzun okulda okuyacağı Erdoğan’ı bulmak okuyucuya kalıyor. Yine de bir iki ipucu verelim. 1) dört işlemi bilmeyenler, ”Kuruluş”; “Diriliş” gibi dizi filmlere baksınlar. Orada geleceğin ipuçlarını görebilirler. 2) Benzeri hikâyeler bütün tarihte vardır. Gerçek İncil ile resmi İncil’in İsa’sı; gerçek İslâm ve Muhammet ile bugün öğrenilen Emevi İslam’ı ve Muhammet’i; gerçek Rus Devrimi ile Stalin’in yazdığı Rus Devrimi gibi onlarca örnek ortada durmaktadır. Bu vesileyle Sevan Nişanyan’ı bulunduğu unutulmuşluk kuyusunun içinde unutmadığımızı da belirtmiş olalım. Nişanyan’ın tam beş yıl önce 13 Ocak 2012’de yazdığı “Terminatör” başlıklı yazıyı, aşağıda olduğu gibi aktarıyoruz.
Evet sevgili okuyucular, bakın Sayın Sevan Nişanyan o günkü yazısında neler yazmış ve ne demiş.
Facebook profilimde gırgıra yazdığım bir cümle var. Gencin biri ona takmış, bana sitem etmiş: “Merhaba Sevan bey, ben sizin henüz kitaplarınızı okumadım ama bazı programlarda fikirlerinizi dinledim…Facebook sayfanızda Atatürk’ün insan öldürdüğünü ima etmişsiniz. Lütfen sizden rica ediyorum beni aydınlatır mısınız, Atatürk nerede insan öldürmüştür? Ha bizim namusumuzu, özgürlüğümüzü savunduğu savaşlarda insan öldürdüğünü söylüyorsanız o savaşta olmayı ben şeref kabul ediyorum, onu da bilmenizi isterim…!” Dayanamadım, etraflıca cevap yazdım. Şöyle: “Dayı, gazete mi okuyorsun? Sırf Dersim’de 13.000 (13.000 değil, 70.000 R.Ç) kişiyi köpek gibi itlaf ettirdi, hem silahlarını toplatıp liderlerini bertaraf ettikten sonra. İsyan, misyan ettikleri yoktu, korkudan paniğe kapılmış taş devri aşiretleri idiler. Devlet başbakanın alkol ve iktidar hastalığıyla zıvanadan çıkmış fantezisinin eseri bir manasız katliamdı. “Almanlar yapıyorsa bizim neyimiz eksik”ten öte bir mantığı yoktu. Başbakan İnönü’yü “olmaz artık bu kadar” dediği için görevden aldı, yerine emirlerine daha kolay boyun eğecek bir yalaka getirdi. Av operasyonunu baştan sona bizzat idare etti. 1930’da Zilan vadisinde katledilen köylülerin sayısı belirsizdir. Devlet Başkanının şahsi emriyle kadın, yaşlı, çoluk çocuk belki 10.000 Kürd öldürüldü. Daha geri git: 1925’te bütün Kürdistan’da kaç bin kişi idam edildi, kaç on bin kişi dağda bayırda katledildi belli değildir. Koskoca Genç kasabası Gazi Hazretlerinin emriyle taş üstünde taş bırakmamacasına yok edildi. (Şimdi adı Genç olan kasaba değil, eski il merkezi; yerinde yeller eser) 1930’da Menemen kasabasının da havadan bombalanarak yok edilmesini emretti; yine İsmet’in tavassutuyla vaz geçirdiler. 1925’te Devlet Başkanının kaprisi doğrultusunda şapka giymeyi reddetti diye memlekette onlarca kişi çarşı meydanlarında asıldı. Şapkaya karşı gösteri oldu diye Rize şehrini denizden topa tuttular. Hasbelkader kendini Devlet Başkanı ilan ettirmiş generalin teki “Herkes kafasına külah takacak” yahut “Sakallar tıraş edilecek” diye emretse sen olsan ne yapardın? Seni bilmem ama ben inadına sakal uzatırdım gibi geliyor bana.
Milli Mücadele’nin ilk günlerinde yanında duran hemen herkesi 1925-26’da iktidarını pekiştirdikten sonra idam ettirdi, bilir misin? Milli Mücadelenin başlıca finansörü olan Cavit, Sivas Kongresine İttihat ve Terakki örgütünün desteğini getiren Vasıl asıldı; Milli Mücadelenin İstanbul ayağını örgütleyen Kara Kemal saklandığı kümeste kendini öldürdü. Liseden beri en yakın arkadaşı olan Albay Arif Bey’in idam kararını imzaladığı gece parti verip sabaha kadar dans etti; herkesi de zorla dansa kaldırdı. Rauf’u, Halide Edip’ ve Adnan Adıvar’ı da astıracaktı; vaktinde haber alıp kaçtılar. Karabekir’in idamı için emir verdi, yine İsmet’in araya girmesiyle, “Ordu ayaklanır” diyerek vaz geçirdiler. Karabekir kimdi? Vahdettin’in ve İngilizlerin adamı diye bilinen Mustafa Kemal’i Erzurum Kongresinde Milli Mücadele ekibine kabul ettiren ve liderliğe gelmesini sağlayan kişiydi. Onu da yok etmek istedi; beceremedi. 1923’te Meclis’te kendisini diktatörlükle suçlayan Ali Şükrü Bey’i Çankaya bahçesinde şahsı muhafız alayının başı olan Topal Osman’a öldürttü. Çok fazla tepki alınca bu sefer Topal Osman’ı da öldürttü. Bundan iki ay önce aynı yerde, 3 yıllık sevgilisi ve muhtemelen gayrı meşru çocuğunun anası olan Fikriye’yi kafasının arkasından vurarak öldürdüler. Tetiği bizzat kendisinin çektiği rivayet edilir, ama kesin kanıtı yok. Yine bundan bir süre sonra karısının kuzeni ve Halit Ziya Uşaklıgil’in oğlu Vedat intihar etti veya ettirildi. Onun da hikâyesi çok uzun, ama başka zaman anlatılması daha doğru olur.
Milli Mücadele sırasında bizzat Başkomutana bağlı ve onun emriyle iş yapan İstiklal Mahkemeleri 9000 civarında insanı sorgusuz, sualsiz idam etti. Bunların ezici çoğunluğu 7 yıl süren savaşta sefil olmuş, ocağı batmış, İttihatçı manyaklığından takati tükenmiş zavallı Anadolu köylüleriydi. “Milli Mücadele” adı verilen Yunan Harbinde şehit olan asker sayısı, İstiklal Mahkemelerince idam edilenlerden azdır, farkında mısın? (Genelkurmay kayıtlarına göre Yunan ve Ermeni Harplerinde şehit asker sayısı 9177)
Dünya Harbinin son günlerinde Filistin’de iki adet orduyu (merak ediyorsan 7. ve 8 ordular) bütün mevcuduyla İngilizlere esir verdi; beceriksizlik mi yoksa danışıklı döğüş mü, henüz aydınlığa kavuşmuş konu değildir. Kalan bir avuç askeriyle ricat ederken Harpte Araplar ayaklanıp gösteri yaptı diye kentin ana caddesine mitralyöz kurup sivil halkın üstüne ateş açtırdı. Kaç kişinin öldüğü belli değildir.
Çanakkale’de ve Bitlis Cephesinde hadi diyelim ki savaş vardı, aldığı emirleri yerine getirdi; onlar cinayet sayılmaz. Ya Libya’ya ne diyeceksin? Osmanlı Hükümetinin müdahale etmeme kararına rağmen, İttihat ve Terakki’nin gizli teşkilatının emriyle tebdil-î kıyafet edip 1912’de Libya’ya çıktılar, sözde İtalyanlara karşı direniş örgütlediler. İtalyanlara karşı tek kurşun atmadılar gerçi, ama arada yüzlerce gariban Arabı direnişe karşı çıktı yahut İtalyanlarla yaşamaktan memnun oldu diye katlettiler. Aklında bulunsun; cinayet işine gireceksen büyük gireceksin. On kişi öldürsen karın deşen Jak diye namın çıkar. Yüz bin kişi öldürsen vatan kurtaran kahraman olursun, ilkokul sınıflarına fotoğrafını asarlar. Misal 33 sivil Kürdü öldürdü diye General Mustafa Muğlalıyı katil ilan ettiler. Adamcağız hapishanede öldü; Van’da bir kıytırık kışlaya verdikleri adını zorla kaldırdılar. Ötekisi Zilan Vadisinde 44 tane köyü yakıp ahalisini top yekûn kılıçtan geçirdi. Kışlayı bırak, memleketin her kasabasında caddesi, meydanı, heykeli, okul, stadyumu var. Tahmin ediyorum ki gençsin. Koyun güdücülerin propagandasından kendini kurtarmaya çalış; ilkokul kitaplarında okuduğun her şeye kanma. “O savaşlarda olmayı şeref kabul ediyorum” gibi afili cümlelere de boş ver, kendini gülünç
duruma düşürmekten başka şeye yaramaz, diyen Sevan Bey, birkaç gün sonra aynı adama şunu yazıyor: “Geçen günkü “Terminatör” başlıklı yazımda “Karabekir’in idamı için emir verdi; yine İsmet’in araya girmesiyle, ordu ayaklanır diyerek vaz geçirdiler”, diye bir cümle kullandım. Bu konuları iyi bilen bir dostum uyardı, hikâyenin aslını anlattı. Meğer daha ilginçmiş. 15 Haziran 1926’da “İzmir Suikastı” adı verilen tuhaf komplo ortaya çıkarılır. 26 Haziran’da Ankara’da İstiklal Mahkemesi kurulur. Milli Mücadele’nin örgütleyicisi ve ilk yöneticileri olan kadronun neredeyse tümü tutuklanır. Bir hafta kadar süren duruşmalarda on dördü idama mahkûm edilir. Sıra Karabekir’e gelince Başbakan İsmet Paşa bir telgrafla Gazi’ye başvurur, Milli Mücadele’nin iki numaralı kahramanını idam etmenin birtakım sıkıntılar doğuracağını belirterek şefaat önerir. Bunun üzerine mahkeme başkanı Kel Ali (Çetinkaya bu it Kerküklü bir Kürd idi. (R.Ç) İnönü’nün de tutuklanmasını emreder.
Gazi bu kararı uygulatmaz. Duruşma günü elli kadar subay siyah sivil takım elbise (ve şüphesiz silahlı olarak) mahkeme salonunda yer alır. Mahkeme heyeti gelince ayağa kalkarlar. “Otur” emrine rağmen oturmazlar, mutlak sessizlik içinde ayakta durmaya devam ederler. Karabekir onlara dönüp “Oturun çocuklarım” deyince otururlar. Mahkeme heyetinde bet beniz atar, beraat kararı verilir. Filmi yapılacak sahne değil mi? İdam edilenler kimlerdir? Cavit Bey: İttihat ve Terakki’nin kudretli maliye bakanı; Alman ittifakına ve Enver’e muhalefetiyle ünlü; Mustafa Kemal’i lider olarak öneren kişi; 1918 Kasım’ında Mustafa Kemal’in Fethi (Okyar) ile birlikte kurduğu gazetenin finansörü; 1918-19’da memleketin her vilayetinde kurulan Müdafaa-yı Hukuk örgütlerinin tediye veznesi. Kara Kemal: Milli Mücadele’nin İstanbul ayağını örgütleyen kişi; 1918-1920 döneminde İstanbul kadrolarının Anadolu’ya geçmesini örgütleyen teşkilatın lideri. Doktor Nazım: Ermeni tehcirinin başlıca iki mimarından biri ve tek hayatta kalanı. Sonradan “Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti”adını alan Teşkilat-ı Mahsusa’nın liderlerinden biri. Albay Arif: Mustafa Kemal’in ilk gençlikten beri en yakın arkadaşı; Ankara’ya gelişini örgütleyen ve İstasyon binasında bir süre onunla aynı odayı paylaşan kişi. Halis Turgut ve Rüştü Paşa: Milli Mücadele’nin Sivas ve Erzurum ayaklarını örgütleyen, iki kongrenin yapılabilmesini sağlayan kişiler. İsmail Canbolat: Milli Mücadele’nin iç terör örgütünün liderlerinden biri.
Asıl idamı öngörülen örgüt başı Rauf Bey’dir (Orbay); zamanında haber alıp yurt dışına kaçar. Rauf, Mustafa Kemal olmazsa Milli Mücadele’nin lideri olması düşünülen “İkinci adam” dır. Gazi’den iki ay önce Anadolu’ya ayak basıp Milli Mücadele’nin Ege ayağını örgütlemiştir.
Misak-ı Milli ilan eden meclis gurubunun lideri ve Ankara rejiminin ilk Başvekilidir. Milli Mücadele’nin başlangıç manifestosu olan Amasya Bildirgesindeki yedi imzadan ikincisi odur. (Atatürk meşhur Nutuk’unda bildirgenin taslağını kaleme alan memurla yaverin adlarını anar, ama imzalayanları “Diğer bazı kişiler” diyerek geçiştirir. İnternette Kemal şakşakçılarının kaleme aldığı doksan bin anlatıda da o isimler “Diğer bazı kişiler” olarak kalır.) 1938’de İnönü’nün affıyla memlekete döner, ölünceye dek polis gözetimi altında yaşar.
Amasya bildirgesinde imzası olan yedi askeri liderden beşi (Rauf, Karabekir, Refet, Cafer Tayyar ve Ali Fuar Cebesoy, idam istemiyle yargılanır, fakat bir şekilde paçayı kurtarırlar. Altıncısı (Mersinli Cemal) Nutuk’ta Gazi’nin alay ve hakaretlerine maruz kalır. Milli Mücadele’nin en tanınmış ideologu Adnan Adıvar ile “Star” ismi Halide Edip, yurt dışına kaçarak kurtulurlar. Her ikisi de 1920’de Damat Ferit hükümetinin idam hükmü verdiği isimler arasındadır.
Şöyle bağlayayım. Sovyetler Birliğinde 1920 ve 30’larda Stalin’in yaptığı “Temizlik” hakkında bugün tonla literatür var. Bizde ise Kemal Tahir’den bu yana kimse bu konulara girmeye cesaret etmedi. Sizce vakit gelmemiş midir?
Sevan Nişanyan.
Evet, Sevan Bey’in yazısı burada son bulurken, Sayın Demir Küçükaydın’da konu ile ilgili şu notu düşüyor: “Bu yazıyı, birileri Gül, Arınç ve benzerlerine iletirse iyi olur. Kendilerini bekleyen akıbeti daha somut olarak görüp belki geç olmadan açık bir karşı duruş sergilerler. Ama sergileyemeyeceklerdir. “Fıtratları gereği (sınıfsal konumları, ideolojik şekillenmeleri gereği) kendi kuyularını kazmaya devam edeceklerdir”. Tabii bu Demir Bey’in görüşü, sonucu yaşayanlar mutlaka göreceklerdir.
Kürdçe bir dörtlükle son vereyim. Kusura bakmayın yazı yine uzun oldu, ama kanımca okumaya değer.
Dörtlük benimle ilgili.
Êdi kal bûme ez, ditewişim li ser lingan
Guh kerr bûne, qet nabihîsim deng û sedan
Kê danîye ev zagona jibo me mirovan
Him mirov bi kaltî dimire, him jî bi cengan.??????
21-11-2019
rizacolpan@gmail.com