
Sayın okuyucu Kürd kardeşlerim, şu anda 85 yaşın içindeyim. 16 yaşıma kadar benim bir dünyam vardı, ki O’da doğduğum köyüm Kupık, bir memleketim vardı, onunda adı Kürdistan idi. 16 yaşıma girdiğimde, üvey ağabeyimin zulmünden kaçarak oldum bir terki welat. İlk mekân Adana, sonra İstanbul, üç yıl düşman ordusunda askerlik ve 22 Aralık 1962 yılında da, kader beni İskenderun’a oradan da Tahrı adlı bir gemi ile Kıbrıs adasına sürükledi. İlk adımımı attığım Larnaka limanında koca bir balyoz kafama inerek, sosyal uyanışıma vesile oldu. Yani Kıbrıs’ı Türkiye, köyüm ve Kürdistan ile mukayese etme ve doğrunun, yanlışın ne olduğunu arama günüm.
Gençlik her insanın toz pembe günleri ve yıllarıdır. O dönemde kesinlikle yanlışı doğrudan kolayca ayırmak o denli kolay değil. Çünkü gençliğin enerjisi insanı kolay kolay yüzde yüz doğruya götürmez. Ayrıca mutlak ve ebedi doğruluk da yoktur. Tek ve ebedi kalacak bir
doğruluk var ki, O’da her gün güneşin Doğudan doğduğu ve Batıdan batıp kaybolması. Yani hiç değişmeyen doğruluk, gece ile gündüzün ve bunu meydana getiren dünyaya hayat veren güneşin ve onun etrafında saatte 108. 000 kilometre hızla dönen dünyamız. İşte bu dünyanın bir parçası olan ülkemiz Kürdistan ve o parçanın bütünü üstünde yaşayan, bugün nüfusu 50 milyona yaklaşan koca bir topluluk ve devletsiz, her türlü insanı değerleri, dili, kültürü, tüm örf ve adetleri yasak ve inkâr edilen bir millet, koca bir ulus. Bu toplumun tarih süreci içerisinde, neden bu hale düştüğünü bir yazı ile anlatmam mümkün değil. Sebebin hikâyesini anlatmak ve yazmak için birlerce sayfa kitap ve aylarca anlatılacak gerçek ve dramatik uzun bir hikâye.
Sevgili kardeşlerim ilk köleliğimizin İslâm ile başladığını söylersem buna yalan denilmez. Bugün hangi Müslüman Kürd’e bu gerçeği söylesen, kesinlikle kabul etmez. Sanki İslâm’ın orduları Kürdistan’a geldiklerinde, bu doğruyu kabullenmeyen İslâm’a kul olmuş bu fanatik
muhafazakâr Kürd’ün yedinci asrın başındaki ataları o barbar ordulara “Siz Kürdistan ülkemize hoş geldiniz” demişler gibi. Daha sonra, sözde Müslüman olmuş, barbar Türkleri İslâm kardeşi bilerek, onlara Anadolu yolu açan ve başlarına getirdikleri en büyük bela, ki bu bela o günden bugüne kadar, milyonlarca insanımızla birlikte 20’inci yüzyılın başında bir buçuk milyon Ermeni’yi, yarım milyona yaklaşık Yunan asıllı Pontusluları ve diğer azınlıkları. Bizim bu yüzyıldaki yüzbinlerce şehitlerimiz önce Koçkiri’de başladı, ardından Şeyh Seid,
Ağrı, Zilan ve Dersim. Peki neden bu kadar şehit verdik ve bir türlü bir devlet sahibi olmadık? Sahiden biz Kürdler Arap, Fars ve Barbar Türklerden daha mı çok ahmak, beyinsiz, aptal ve anormal bir topluluk muyuz? Hiç zannetmem ve bunun detaylarına girmek istemem. Çünkü bu konu çok uzun.
Evet sevgili Kürd kardeşlerim, bütün yanlışlarımıza, katledilmiş yüzbinlerce Kürdistan şehitlerimize rağmen, halkımızın yüzde doksan beşinden fazlası 1960 yılına kadar kendi ana toprağı, köyünde, gomunda, mezra, büyük şehir ve küçük kasabasında oturuyor, kendi dilini konuşuyor, örf ve adetlerini her koşulda yerine getiriyordu. Fakat bu durum 1960 sonrası hızla değişmeye başladı. Beyaz gömlek, kravat ve takım elbise cazibesi nasıl ki beni Türk okuluna gönderdi, bu kez bu uğursuz hastalık halkımıza bulaştı. Herkes, yerini yurdunu terk
ederek düşman metropollere akın etti, kimi oralarda sokak çöpçüsü, apartmanlarda kapıcı, iskele, sanayi ve meyve, sebze hallerinde hamal olarak çalıştı, 1965 sonrası devletin bir politikası gereği gecekondu evler. Milyonlarca Kürd insanı düşman illerinde gecekondu yaparak, ailesini yanına getirerek, bütün çoluk çocuğunu asimilasyon çarkının önüne atarak, onları Türkleştirdi. Sonra yeni bir moda çıktı. Sözüm ona siyası sol partiler kuruldu, herkes ben gibi oldu Sosyalist, Komünist ve Devirmeci, -yapıcı değil- ki çoğu Sosyalizm’in, S harfini,
Komünizm’in de K harfini bilmiyordu. Oysa ki Kürd halkının önünde duran sorun, kosyalist ve komünist devrim değildi. Kısacası 1965 sonrası, Kürd göçü yavaş da olsa başladı, ama yine köyler bir bütün boşalmamış, herkes tarlasını sürüyor, ekip biçiyor, hayvan besliyor, o güzel
cennet coğrafya da yaşıyordu. Yıl 1970’lerden sonra birçok Kürd illegal siyası sol Kürd partiler kuruldu. Kimi partiler Moskova’yı kendilerine Kâbe ve kıble yaparken, kimileri de Pekin ve Tiran’ı kıble yapıp birbirlerinden sayısızca insan öldürdü. Ki bunların en büyük şampiyonu ise, 1977’de kurulan PKK oldu. PKK’nın çıkışı halkımızı iki volkan ateşinin arasına sıkıştırdı ve halkımız yanmamak için düşman metropollerine akın etti, koca tarihi coğrafyanın dört bin köyü yakıldı, yıkıldı ve insansızlaştırıldı. Barbar Türk devleti halkımız üzerine bir vahşet uyguladı, ki dünyada görülmemiş bir vahşet. Yiyecek her maddeyi karneye bağladı. Dersim’de genç anamıza, kocası için cinsel ilişki testi bile yapıldı. Peki sebep kimdi?????
Evet sevgili Kürd kardeşlerim; PKK şu sloganla ortaya çıktı: “Büyük, Birleşik Sosyalist Kürdistan” diyen PKK, 35 yıllık bir zaman süreci içinde, bırakın bir köyü, bir karış Kürdistan toprağını dahi zalim Türkün ayağı altından kurtarıp özgürleştiremediği gibi, yüz bine yakın
genç insanımızın zalim Türk’e kurban olmasına, Güney’de binlerce Pêşmerge ve genç Gerillanın şehit olmasına vesile oldu ve bugün de Batı Kürdistan’da yüzbinlerce kardeşlerimiz bu uğursuz örgütü kuran ve bu kadar vahşete sebep olan, bu karanlık ve kimin ortaya çıkardığı beli olmayan, -aslında belli- kişinin kurbanı oluyor, ne yazık ki sözüm ona diğer Kürd güçlerinden de bir ses çıkmıyor. “Bırakın burunları sürtülsün” dercesine, sessiz sedasız yerinde oturuyorlar. Beni düşündüren bir başka gerçek ise Kandil’deki sözüm ona Rüstem’i
Zallar’dan da bir sesin çıkmaması. Bir diğer hatırlatma. Ülkemizin Kuzey parçasını bir bütün yıkıma uğratan Avdo için yüzden fazla kişi kendini yakarken, PKK’dan bir kaçı canlı bomba olup bir İstanbul köprüsünü, bir büyük fabrikayı yıkmadı. Yani bütün tahrip eylemlerinin
odak noktası Sivas’tan doğu cephesi, yani Kürdistan coğrafyası oldu.
Çok yazık. Ev in mêrxwasên me.
Sevgili kardeşlerim, biz Kürdlerin sevme öpüşmeleri ısırma, nefret ve düşmanlığımız ise vahşicesinedir. Öperken ovalamayı, okşamayı bilmediğimiz gibi, yanlış yapan, bilmeyerek biz gibi düşünmeyen kardeşlerimizi de katiyen af etmeyi asla aklımıza getiremeyiz ve dünyadaki insan topluluklarından ders alamıyor, örnek, uygar ve hoşgörüye sahip bir topluluk olamıyoruz. Bakın Batı Kürdistan’da savaşan, bir korkak ve ne olduğu belirsiz kişiye kul olmuş, dünyayı toz pembe ve kendilerini dünya kahramanı sayan kardeşlerimiz, kardeşçesine bütün Kürd kardeşlerine, bir çağrıda bulunarak “Geçmişte yaptığımız hatalardan dolayı tüm Kürd kardeşlerimizden özür dileriz, gelin birlikte düşmana karşı savaşalım, bundan sonra bir ses, bir vücut ve bir kale olalım” demiyor, ötekilerde karşıda oturup seyrediyor. Kimileri de Amerika’yı suçluyor, Suriye’yi Irak zannediyor. Amerika’nın Türkiye ile savaşa girmesi, iki NATO ülkesinin savaşı olur ki bu NATO’nun genel yasa ve antlaşmasına aykırı. Ancak şu
olabilir: Bütün NATO ülkeleri bir toplantı sonucu oy birliğiyle Türkiye’yi NATO üyeliğinden çıkarırlarsa bu mümkün. Bu olmayınca hiçbir NATO ülkesi Kürdler için Türkiye ile savaşmaz. Diğer yandan Türkiye’nin jeopolitik konumu, iki büyük kıta arasında bir köprü olduğu gibi 82 milyonluk koca bir pazar aç kurtlar için… Ayrıca merhum Çorçil’in şu tarihi sözünü de unutmamak lazım. “Devletlerin Dostu Olmaz, Çıkarları Her Şeyin Önünde” dediği gerçeği görmemizde fayda var. Kısacası Amerika isterse ancak belirli ekonomik yaptırımlarla, Türkün barbarlığına bir son verebilir. Dilerim bunu yapar. Yine dilerim Kürdler artık yanlışlarından ders çıkarır, af edersiniz, inadına boklarını yemez, biran önce birbirlerinden özür diler, bütün güçlerini ortak düşmana karşı seferber eder ve ayrıca da PKK’lı kardeşlerimiz de her miting ve Kürdistan sorunuyla ilgili protesto yürüyüşlerinde, dünyanın “Teröristlerin başı” dedikleri
Avdo’nun portesini ve Kürdistan’ı temsil etmeyen bayrak ve flamaları getirmezler, biraz akıllı davranırlar.
Böylesine bir dilekle yazıya son verirken şunu diyorum: Bi ya Xwedê…
rizacolpan@gmail.com