
Sevgili okuyucu kardeşlerim, uzun bir zamandan beri kendi ana dilimle yukarıda okuduğunuz başlıkla ilgili bir yazı yazmayı düşünüyordum, ama bir türlü yazamadım. Doğrusu, yazmamamın iki sebebi vardı. Bir: “Eğer ana dilim Kürdçe ile yazarsam kaç kişi okur” diye endişesi yazmama engeldi ve halen de engel, ama yazacağım; maksat herkesin okuyup anlayacağı bir mesaj olsun diye. Çünkü Kuzey Kürdistan parçasında kendi ana dili olan Kürdçeyi okuyan, yazan çok az insan olduğu kanısındayım. Bunun sebebi sadece faşist Türk devleti değil, bunun sebebi Kuzey parçasında, Bir: PKK’nın ortaya çıkışı ve lider Öcalan’ın “Dil o denli önemli değil, biz bir Kürd devletini kursak bile, belki kırk yıl devletimizi Türk diliyle yöneteceğiz” deyişi ve başlattığı kirli savaş içinde müritlermiş on binlerin bunu kabullenmeleri ve bunların da bu söylemi yüzbinlere ve milyonlara aktarması sonucu ana dilimiz Kürdçe büyük bir darbeyi hem bu söylem sonucu yedi ve hem de faşist Türk devletinin yüzyıllık inkâr ve barbarca zulmü sonucu oldu ve ne yazık ki bugün durum yürekler acısı. İstisnasız bugün Kuzey Kürdistan parçasında 80-100 yaşındaki ihtiyarlarımız bile Kürdçe konuşmuyor. Nene ve dede yaşlılarımız torunlarını sevebilmek için, ihtiyar yaşta mecburen Türkçe öğrenmeye çalışıyor, ama yüzbinler hâlâ torunlarını kucağına alıp “Ez gorî, nevîyê minê delal, nevîya mina rindik” diyemiyor. Yani araya çelikten bir duvar örülmüş; o duvarı da kim yıkacak belirsiz. Yani bu nedenle yazmayı düşündüğüm konuyu, Türkçe yazmayı daha yararlı ve uygun buldum. Çünkü Kuzey parçada çok az kişi Kürdçeyi okuyabiliyorsa, yüzbinler, milyonlar Türkçe okur ve yazar. Çoğu da Kürdçeyi küçümser ve ona, haşa huzurunuzdan “Kaka” diyebilir, Kürdçe konuşmaktan utanır.
Düşman metropoluna düşmüş Kürd ana ve baba Kürdçe konuşursa kendini ilkel, cahil, düşük köylü, Türkçe’yi konuşursa kendini medeni, uygar, hanımefendi, beyefendi sayar. Bunun örneğini öz yeğenim Anık, kocası amcam oğlu Yado’yu göstermiş, onların gerçek durumunu destanlaştırmış, bundan kaç ay önce bu sitede, ana dilim Kürdçe’siyle yayınlayıp siz değerli okuyuculara sunmuştum.
İkinci sebep:
İkinci sebep, bin yılların örümcek ağının insan kafasından hâla bir türlü temizlenmediği için. Yani din ve biz insanların hayalı olarak yarattığımız Tanrı. Nedense bu konu dindar, bağnaz ve muhafazakâr toplumlar için en hassas ve kutsal bir konu haline gelmiş. Dindarlar yanında, dini, dini yaratan, yayan kişileri, yani Peygamberleri eleştiremezsin. Bu nedenle uzun yıllardan beri düşündüğüm dinlerle ilgili düşüncemi yazıya döküp, bir makale şeklinde yayınlatmadım. Ama bugün artık yazacağım. Yazarken de haşa kimseye küfür ederek değil, din, Tanrı ve Peygamberler için ne düşünüyorsam onu yazacağım. Belki bunun için benim de sonum din ve Tanrı’yı eleştiren Turan Dursun ve benzerleri gibi olacak, olsun umurumda değil. Zaten yeteri kadar yaşadım. “Tanrı’yı yaratanların Tanrı’sı bereket versin” diyorum. 84 yıl, kısa bir ömür sayılmaz. 1600 yılın başında Dünya’nın döndüğünü söyleyen ve bunun için Kilise’nin ateşe attığı Boeno o zaman kaç yaşında idi bilemem. Bildiğim tek şey, onun söylediği gerçek için ateşe atılması.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, yazının başlığını yazmadan önce uzun uzun düşündüm. Yani kafamdaki düşünce ile ilgili başlık. Sonunda yukarıda okuduğunuz gibi “İslâm Dini ve Ona İnanan Toplumlar” cümlesini uygun buldum. Çünkü bu dine inanan bir toplum içinde büyüdüm ve bugünde bütün İslâm ülkelerinin durumu gözler önünde. Açlık, sefalet, yoksulluk, rüşvet, adam kayırma, anaya karşı davranış ve hareketler, onu kara çarşafla birlikte, karanlığa mahkûm edip, istediklerinde onu bir alım, satım metası haline getirmeleri, ona: “Saçı uzun, aklı kısa, eksik etek, kör tavuk, şeytan, cadı” demeleri gibi sıfatlar isnat etmeleri ve nedense bütün ayıbı kadın saçında bulup, saçı, başı sıkı sıkı çeşitli şekillerle örtmeleri. Kıllı saçtan ayıbı ve kerameti arayan toplumlar.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, yukarıdaki üç satırda İslâm dini Anaya verdiği sıfat ve ne şekle getirdiği konusuyla ilgili hemen aklıma şu dizeler geldi. Yani bir dörtlük. Onu parantez içine alıyorum. Şöyle:
Anaya bu zulmü reva görene
Ona biz hangi sıfat verelim?
Zalim mi, cahil mi, yoksa bir hissiz
Söyleyin bilgeler, biz ne diyelim?
Peki insanlar neden hâlâ bu soyut kavram ve savaş dinine inanıyor? Tabi bu sorum diğer dinler içinde geçerli. Örneğin Musevi ve Hıristiyanlık dini. Buda, (M.Ö 563-483 ) İndu (İ.Ö 1400-1500 arası) ve Konfisyuç’a (M.Ö. 551-479) inananları biraz ayrı tutuyorum. Eski dinleri de bunların dışında tutuyor, “Dinler insanlık tarihi içinde hep kötülük yaptılar” demiyorum. Elbette, pozitif rolleri olmuştur bunu inkâr edemeyiz, ancak günümüzde dinler fonksiyonlarını yitirmiş, zararlı hale gelmiş, savaş aracı olmuşlar diye düşünüyorum.
Sevgili canlar, kanımca dünya ve tüm koca evrenin varlığının tarihi bilinmez. Kimileri, daha doğrusu bu günkü bilim dünyası, “Milyarlarca yıl öncesi dünya ve koca evren, mavi gök kubbesi, milyarlarca yıldızlar, gezegenler yaratılmış” diyor. Yaratılan üst evrende, yani koca mavi gök üstünde nelerin varlığından, yani canlı varlıklardan kesin haberimiz henüz yok. Üstünde yaşadığımız Dünya’nın bütün kara parçaları üstünde üç çeşit canlı varlık yaşamakta. Denizlerde ise çeşitli canlı balıklar. Kara parçalar üstünde üç canlı varlık hangi tarihte ortaya çıkmış O’da yine kesin olarak bilinmez. Darwin teorisine göre de insan bir maymun türünden türemiş diyorlar ki bende buna inananlardan biriyim. Neyse, bu üç canlılar şunlar: Kanatlı uçan kuşlar, dört ayaklı hayvanlar ve yine bir hayvan türü olan iki ayaklı, maymundan türeme insanlar. Yani insanlar da hayvan kategorisi içinden çıkan canlı bir varlık. Yunan filozofu Plato bunu söylemiş diyorlar, bence doğrusu da budur, ama diğer iki hayvan türünden farklı. Yani dili ile konuşan, kafatası içindeki beyniyle düşünen, onunla diğer canlılardan farklı, yaratıcı aklı olan bir hayvan.
İnsanlığın ilk tarihi hiç şüphesiz ilkel tarih dönemidir. Yani insanoğlu o gün pamuk ekerek, onu ipliğe çevirip fabrikada kumaş haline getirip, kendine elbise, koyun yününden, keçi kılından da ne elbise yapmasını biliyordu ne örüp çadır yapmasını ve ne de arpa, buğday ekerek, ekmek yapıp yemesini. Yaşam dağ mağaraları ve ağaç kovuklarının içi idi. Bu yaşam biçimi kaç milyon, ya da kaç yüz bin yıl almış, O’da kesin değil. Yani denilenler kanımca tahmin.
Peki bu iki ayaklı hayvan, yaşayabilmesi için o çağda ne yemiş o ilkel yaşamı döneminde? Kanımca önce O’da diğer hayvanlar gibi çeşitli otları, aşısız meyve çeşitlerini, kendinden güçsüz diğer hayvan türlerini öldürüp etlerini yemiş. Hatta kanımca birbirlerini öldürerek, birbirlerinin etini de yemişler diye düşünüyorum. Hem de pişirmeden çiğ-çiğ. Çünkü o günlerde ne ateşi biliyor bu ilkel insan ve ne de tuzun ne olduğunu. Zira bugünkü bilim dünyası, ilk insanlar bir milyon yıl önce ateşi kullanmayı bildiklerine dair yeni kanıtlar elde ettiklerini söylüyorlar, ki bunun kanıtını da Güney Afrika’daki Wonderwerk mağarasını gösteriyorlar. Tabi bu da ne kadar doğru, kanımca henüz kesin değil.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, biz insanların o günkü atalarımız, diğer hayvan türünden, his ve akılca farklı olduklarından, başlangıçta birbirleriyle sesli işaretlerle konuşur, süreç içerisinde evrimleşerek yavaş yavaş dillerini konuşturup, birbirleriyle konuşmaya, birlikte yaşamaya, yeme içmeyi birlikte paylaşarak yerlermiş. Tabi gurup, gurup. Daha sonraları ise hikâye uzun; onu anlatmak istemem.
Evet, insanoğlu ilk önce, hem kendisinden çok güçlü olan yırtıcı, örneğin, kurt, aslan, kaplan gibi hayvanlardan korunmak için ve hem de hem cinsi olan, kendinden güçlü zalim insanı öldürmek için, Kürdçe’de “Xırç” Türkçe’de ise ucu sivrilenmiş “Şiş” denileni icat eder. Peki o insan nasıl şişi yapmış? Kanımca sopa şeklindeki bir ağaç parçasını taşa sürte-sürte ucunu sivrilterek koca şiş haline getirmiş, onunla hem karşısındaki rakibine vurmuş ve hem de şişin ucuyla onu öldürmeye başlamış. Yani öldürme olayı uyduruk Adem’in iki oğlu Habil ile Kabil’den gelme değil. Çünkü Adem hikâyesinin tarihi beş, altı bin yıllık; oysa insanlık tarihi milyarlarca yıllık diye düşünüyorum.
Sevgili kardeşlerim, insanoğlu ilk konuşmaya başlamasından ve şiş yapmasını öğrenmesinden sonra, avladığı avın çoğunluğuna Pazar da ortaya çıkınca, bu kez insanoğlu iki sınıfa ayrılıyor. Keskin şiş sahibi, fizikken güçlü ve şeytani zekâya sahip olan egemen güçler, bu üç unsurdan mahrum olanlar da ezilenler. Yani köleler ve köle sahipleri. İşte o çağlarda “Din” denilen soyut kavramı o günkü egemen güçler icat etmeye başlar. Yani Karl Marks’ın dediği zehirli morfin. Bir başka deyişle halk üstündeki maddi korkularına ek olarak bir de manevi Tanrı ve din korkusu; cennet, cehennem, kaynayan katran kazanları, eli topuzlu zebaniler, kıldan ince, kılıçtan keskin Sırat köprüsü, filan, vs. vs. Siirtli Arap asıllı tarihçi Erdoğan Aydın bir kitabında, “İnsanoğlu Yahudi Musa devrine kadar üç yüz milyon din yaratmış” diye yazar, tabii bu da ne kadar doğru onu bilemem; ama Sümer tarihinden günümüze kadar Tanrı ve din hakkında yeterince yazılı tarihi kanıtlar var. Örneğin eski Sümer Rahipler Devleti’nde Tanrı’ya insan kurban edildiğini kitaplarda okuyor ve buna karşı olan çıkanlardan biri de Harranlı İbrahim olduğu söyleniyor. Tabii bu söylence ve mitolojinin de ne kadar doğru olduğu ayrı bir tartışma konusu. Örneğin İbrahim’in nasıl yakılmak istendiği hikâyesi. Mesela Urfa’daki göl içindeki balıklar. Bu hikâyelerin filmleri bile çevrilmiş. Tabii gerçek ile ne kadar alâkası var O’da ayrı bir konu. Amaç kandırmaca ve ticaret.
Sevgili okuyucu kardeşler, bu kadar hikâyeden sonra başlıktaki cümle konusuna gelmek istiyorum. İnsanoğlu milyarlarca yıldan beri diğer canlı türlerle varlığını bugüne kadar getirmiş, ama ne yazık ki gerçek bir Melek, karıncayı dahi ezmez, derin merhamet hissini taşıyan bir varlık olamamış. Şişi yapmış, onunla yetinmemiş; bu kez ok ve yay, ardından, bıçak, hançer ve kılıç, ama onu da kafi görmemiş, bu kez barutlu tüfek, onunla da yetinmemiş, başlamış otomatik, ağır-makinalı tüfek, zırhlı, kurşun geçmez top, tank, hava için bombardıman uçakları, denizlerde zırhlı savaş gemileri, denizaltı gemiler ve en son Atom, Hidrojen bombaları ve göğe uçan Apolloları yapmış. Peki ne için yapmış bu can alan silahları? İnsanları öldürmek ve Dünya’ya hakim olmak için. Peki Dünya’ya hakim olanlar, ölmezler mi? Elbette ölecekler. Tarih süreci içinde hangi egemen güç ölmemiş ki? Nemrutlar, Firavunlar, Hanlar, Krallar, Şahlar, Doklar, Mirler, uydurulan 24.000 Peygamberler, Musa, İsa, ve Mekkeli Muhammet; hiç biri kalmamış bu fani dünyada.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, kanımca insanın insana karşı zulmü önce bir türlü vahşi hayvani hissini, gerçek insani hissiyle öldürmemesi, ki bu hissin sabit kalmasının sebebi de dinler ve hayal ile yaratılan Tanrı olduğuna inanıyorum. Dinler tarihi, bir vahşet tarihidir. Özellikle de Semavi dinler tarihi, insanlığa en korkunç vahşeti yaşatmıştır. Musa bir sihirbaz iken, kendini Allah’ın elçisi, onunla Turi-Sinan dağında buluştuğunu söyler ve insanlar buna inanmaya başlar. Onun Tanrı’sını görmek isteyen 72 kabile reisi, Tanrı önce onları birer taş heykel yapar, sonra Musa’nın ricası üzerine birer birer diriltir, ki her dirilen diğerlerini görsün ve onun varlığına inansın diye. Peki bu doğru mu? Ama “Doğru” diyen milyonlar, uyduruk hikâyelerle dolu koca Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an adlı dört kitap var. Tabii bunlardan önce de bir haylı dinler vardı. Mesela Zerdeşt dini ki, Kürd Zerdeşt Peygamber Musa’dan çok öncedir. Kimileri “Tek Tanrı yolunu Musa’ya açan Zerdeşt” diyorlar ki, ben buna inananlardan değilim. Zerdeşt dininde iki Tanrı var. Biri iyilik Tanrı’sı Ahura Mazda, diğeri kötülük Tanrı’sı Ehriman. Ehriman İslâm’daki Şeytan değil. Zerdeşt dininin, kitabı Zend Awesta da Cennet, cehennem, katran kazanları, Sırat köprüsü, eli balyozlu zebaniler, her mümin kişiye kırk Huri Melek de yok. Zerdeşt, köpeği bile aç bırakanı doğru bulmuyor, ruhun da ölmediğine inanıyor. İyi huylu, mümin insanın ruhu doğacak bir başka insana, kötünün ise hayvana geçiyor diyor. Bugünkü Kürd Alevi inancı da bunu savunuyor. Zerdeşt inancında keskin kılıç yapıp insanları öldürmek yok. O insanların iyiliği için bütün düşüncesini on iki bin hayvan derisi üzerine yazmış, ne yazık ki önce barbar Makedonyalı Kral İskender, daha sonra ise İslâm’ın zalim kan emici orduları onun bütün inancını yakıp yok ettiler. İsa dini ise, koca Avrupa kıtasını kan gölüne çevirdi, ki İsa hiçbir zaman ne kendine “Ben Allah’ın elçisi Peygamberim” dedi ve ne de bir kişinin burnunun kanamasını istedi. Onu Peygamber, hatta Tanrı çocuğu yapan onu seven on iki havarisi idi; ama buna rağmen İsa dini için milyonlar birbirlerini öldürdü, daha sonra Luter isminde bir papaz bu kanlı dinde bir reform yaptı ve ikinci dünya savaşı sonrasında ise, İsa dininin önüne Demokrasi dini o kıtada filizlendi ve boy vermeye başladı. Yani Avrupalı toplum, günümüzde dinin yerine insan haklarını ve demokratik rejimini koydu. Şimdi orada her Avrupalı kişi ne İsa için adam öldürür ve ne de İsa’yı, “Baybıl” dedikleri Tevrat, Zebur ve İncil’i eleştiren ve ya söven kişiyi cezalandırır. Artık orada Allah’ın varlık inancı da günden güne yok oluyor. Çünkü “Allah” soyut bir kavram ve bu soyut kavramı yaratan da biz insanlarız. Eğer biz insanlar olmasaydık, Allah nasıl yaratılırdı? Allah’a inananlara da sormak lazım. Allah’ın anne ve babası kim? Unutmamak lazım, diyalektiğin yasasında iki gerçek var. Bir: Gök ile yer, yani dünyamız. İki: Erkek ile kadın, ön ve arka, iyilik, kötülük, sevap ve günah vs.vs. Yani her şey iki yönlüdür. Alt ve üstü. Yani anası,
babası olmayan hiç bir canlı varlık olamaz. “Allah nurdan yapılmış”deniliyor; peki nuru yaratan kim??????????
Gelelim İslâm dünyasına.
Sevgili okuyucular bugün bu dine inanan, iki milyara yakın bir insanlar topluluğu var yeryüzünde. Endonezya’dan tut Avrupa’nın Doğusuna kadar uzanan belirli ülkeler. Bu ülkelerde yaşayan bütün insanlarda mantık felç, beyinler ise bu dinin yalanlarıyla yıkanmış. Yani bu ülkelerde her zaman yalan doğru, doğru ise yalan sayılmış ve sayılmaktadır. Biran için olsun, altıncı yüzyılın sonunu ve yedinci yüzyılın başlangıcındaki Arap çöllerinde yaşayan o eğitimsiz, aç, perişan, kabile halinde hayat süren, yağmayı, talanı, ganimeti aç kurtlar gibi meslek edinen bir topluluğun içinde, tüccar dul bir kadınla evlenen, ayrıca içinde yaşadığı toplumun bir egemen ailesinin çocuğu olan Muhammet, o kadının parası ile o çöl barbarlarına akla gelmeyecek yalanlarla, onların karnını doyurarak, onlardan bir ordu kuruyor ve o orduya her gün yeni bir yalanla onların önce beynini yıkıyor, daha sonra onları silahlandırarak, yani Davud’un zırhlı kılıçlarıyla diğer kabile ve yakın halkların üstüne saldırtarak, yüzbinlerce insanı öldürterek, onların mal ve bütün varlıklarını talan ederek getiriyor ve getirilen talan ve ganimetin yüzde yirmisini kendi ailesine ve “Allah’a” diyerek el koyuyor. Kur’an, Enfal Süre, Ayet 41. Adam hem insanlara “Bütün kâinatı ve tüm dünya insanlarını yaratan, onları evlatları bilen Allah” diyor, ardından bu Tanrı’nın “Kullarım, çocuklarım” dediği insanları vahşice öldürtüyor, ne yazık ki biri çıkıp da ona “Ya Muhammet, madem bütün insanlar Tanrı’nın kulları, onun çocukları, peki neden Tanrı bu çocuklarını birbirine saldırtarak öldürtüyor? Bir baba, çocukları birbirlerini öldürsünler diye mi dünyaya getiriyor?” demiyor. Adam her gece sevdiği bir kadınla yatıyor, sabah olunca bir öğretmenin talebelerine ders verişi gibi, barbar çöl asker Arap’ına: “Bu gece Burak ata bindim, yedi kat gök üstüne çıkarak kainatı ve bu koca evreni yaratan Allah ile oturup sohbet ettim, o beni tüm dünya insanlarına Peygamber olarak ilan etti ve ben bugünden sonra sizin ile Allah arasında bir elçiyim. O ne diyorsa her dönüşte size söylerim” diyor, ama yine biri çıkıp “ Ya Muhammet, insan nasıl bir at ile bir gecede yedi kat gök yüzüne gidip geliyor?” demiyor ve sormuyor. İlginçtir günümüzün yirmi birinci yüzyılın iki milyar insanı hâlâ buna inanıyor. Her yıl otuz gün oruç tutuyor. Peki niçin tutuyor? Cevap: “Allah için” diyor bomıklar. Peki neden biri çıkıp da “Bu koca dünyayı, uçsuz, bucaksız koca evreni yaratan Allah’ın kullarının orucuna ne ihtiyacı var? demiyor?” Sahiden Allah’ın yarattığı bir hayvanı neden kullarına “Benim için kesin, bana kurban edin?” desin ki. Bir diğer soru. Allah’ın yarattığı kullarına neden “Benim için günde beş vakit namaz kılın” desin ki. Onun kullarının namazına ne ihtiyacı var? Musevilerin Hahamları ve o dine inananları, Havra’ya, Hıristiyanların papazları ve bu dine inananların hepsi Kiliseye, İslâm dininin bütün Hacı, Hoca, Şeyh, Seid’e ve inanan iki milyarı Cami’ye “Allah’ın evi” diyorlar. Bütün dünya ve koca evreni onun evi sananlar, peki neden bu kadar ev yapıyorlar? Yanılmıyorsam yalnız Türkiye’de 120.000’e yakın Cami, yani Allah’ın evi var. Hıristiyanlar dünyasında ne kadar Kilise, Musevilerin ne kadar Havra ve Sinagogları var bilemem. Yani biz insanların hayalı olarak yarattığımız bu Allah’ın bu kadar evlere ne ihtiyacı var? Vallahi anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca kendine “Ben Kürd’üm, Kürd yurtseveriyim” diyen kişi ve kişilerin, Kürd atalarımızın nasıl İslâm olduklarını bilmelerini isterim. İslâm Peygamberi Muhammet’in barbar orduları Kürdistan’a ilk girdiklerinde, iki hafta içinde 160.000 Kürd’ün kellesini kesip, kent ve köylere giden yollarda kazıklara takıyor ve onların kanıyla Kürdistan’ı bir kan gölü haline getiriyorlar. O mazlum atalarımız hiçbir zaman İslâm dinine, gelen ordularına “Sen, siz hoş geldiniz” demediler. 612 Hicret tarihi sonrasında başlayan barbarca katliam, 638-39 da Kürdlerin büyük çoğunluğu İslâm’ı kabul ediyor. Tabii isteyerek değil, kılıç zoru ile. Kaçanlar ise, barbar İslâm ordularının yetişemediği dağlara kaçıyor. Örneğin bugünkü “Alevi” denilen Kürdler, ki bunlar o zaman Zerdeşt ve
Êzidi olanların bugünkü torunları; ama ne yazık ki bunlarda Zülfükâr kılıcıyla Kürd kellesini kesen ve hep şeriat için o kanlı kılıcı kullanan Zalim Ali’yi kendilerine Allah yapmış, onun iki oğlu Hasan ve Hüseyin, diğer dokuz torununun başı için yemin eder, her yıl bu düşmanları için 12 gün oruç tutar, ama zalim Türk’ün 1937-38’ de Dersim’de barbarca öldürdüğü 70.000 şehidi için ne senede bir gün oruç ve yas tutar ve ne de senede bir dakikalık saygı duruşunu aklına getirir. Bunların “Hazreti Ali” dedikleri Allah, sırf Safın savaşında, yalnız bir günde 523 Allah kulu sayılan kişilerin kafasını kesiyor. Böylesine bir katil, bugün bu bomık Kürdler için Allah. 12 rakam ise, Bir: Zerdeşt’in 12.000 hayvan derisi üzerine yazdığı Zend Awesta kitabı, İki: Yahudilerin 12 kabilesi. Üç: İsa’nın 12 Havarisi. Dört: Mazdek’in gözleri önünde Dewşî Rewan zamanında 12.000 müridinin diri diri toprağa gömülmesi ve Mazdek’in de o şekilde öldürülmesi. Kısacası celladına tapan Kürd bomıklar, hâla bu gerçekleri öğrenmiş değiller. İşte 2014 yılında ilk İslâm yine hortlandı ve ilk seferi yine Kürdistan oldu Barbar DAİŞ, ama bomık Kürd hâlâ buna “Onlar İslam değil” diyor ve ilk ata celladının her yıl yüzbinlerle uydurulmuş doğum gününü kutluyor, onun için ağlayarak gözyaşı döküyor. Bomık Kürd Aleviler de, bu son yıllarda 21 Malrt’ta her yıl kutladığımız Newroz’umuzu katil Arap Ali’nin doğum günü yapmışlar. Koca dünyamızda hiç bir toplum, biz Kürdler kadar kör ve celladına tapan bir toplum bulunmaz; hiç bir İslâm ülkesinde de “Demokrasi” deniler bir rejim yok. Hepsinde totaliter ve faşist rejimler var. Halk ise bu ülkelerde koyun sürüsü gibi.
Sevgili okuyucular, bu mesele çok uzun, bununla daha fazla zamanınızı almak istemem ve ayrıca da gerçekleri bilen çok az Kürd var. Bir başka gerçek, İslâm dininde, din için, Allah için, Kur’an ve Mekkeli Muhammet için soru sormak hem günah ve hem de yasak. İslâm ülkelerinde hiç kimse Allah’ı, Kur’an ve Peygamberi eleştiremez. Eleştirenin katli vacip sayılır ve gereği de yerine getirilir. Yukarıda dedim, İslâm ülkelerinde mantık felç, beyinler yalanlarla dolmuş. Bu ülkelerde biri çıkıp da “Yahu madem Muhammet yedi kat gök üstüne çıkıp Allah ile görüşürken neden, “Yarabbi üstünde yaşadığımız ve senin yarattığın koca dünya kendi ekseni etrafında saatte 108.000 kilometre hızla dönüyor” demedi de bu gerçeği İtalya filozofu Galileo’ya bıraktı? Yine biri çıkıp da “Yahu madem Muhammet her gün Allah ile görüşüyor-idiyse, neden o Allah “Ya Muhammet, sevgili elçim, yarattığım dünyanın Batı kıtasında -Amerika- benim kırmızı renkli -Kızıl derililer- kullarım, Güney’de de -Avusturalya- siyah renkli Aboricini kullarım yaşıyor” demedi, Batı kıtasını Chrisopher Columbus’a, (1451-1506) –Kıristof Kolumb- Güney kıtasını da Kaptain James Cook’a (1728-1779) bıraktı? Sahiden İslâm dünyasında neden bir kişi çıkıp da bu soruları sormuyor? Neden bu İslâm dünyası tarih boyunca insanlık için bir iğne dahi icat etmedi? Neden koca “Dünya’nın bir öküzün boynuzları üzerinde dönüyor” diyeni bu denli yüceltip seviyor ve gerçeği söyleyeni de “Kafir” sayıp ölüm fermanlarını veriyor? Neden bu ülkelerden her sene milyonlar çöl kenti Mekke’ye gidip orada bir tünelin içinde yığılı bulunan bir taşı 7 dolara satın alarak sözüm ona Şeytan’a atıyor? Sahiden, o tünel veya duvarda Şeytan niye dursun ki? O Şeytan ki İslâm Allah’ını bile kandırmış, onun hiçbir dediğini de yerine getirmemiş. Böylesine akıllı bir varlık, neden atılan taşın karşısında dursun ki? Peki böylesine mantık ve akılla ne dememiz gerekiyor??????? Sahiden Mekke’ye gidip Hacı olan o milyonlar öldüklerinde yeraltında cennet’te 40 Huri, Melek ile mi ebediyete kadar yaşayacaklar????????? Cevabı okuyucular versin. Benim cevabım bende hazır…
Son verirken, eğer gerçekten insanüstü bir güç varsa, İslâm dünyasında yaşayan tüm İslâm inançlı kişilere akıl ve mantık versin, mazlum ve İslâm’a inanmayan kişi ve halkları korusun, onları modern insanlık dünyasına ve demokratik rejimlere eğiterek alıştırsın.
Ramazan bitiyor, ama bu ülkelerde her gün vahşet ve ölüm var. Özellikle Ortadoğu ülkeleri ve ülkem Kürdistan kan gölü içinde. O coğrafyanın var olan durumdan kurtulması dileğiyle.
Saygılar.
rizacolpan@gmail.com