Merhaba sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim. Acılarla dolu bir yılı geride bıraktık. Bundan önceki yazımda, yani 2018 yılın son yazımda bir temennide bulunmuş, “Dilerim 2019 yılı bütün dünya halkları için barış, demokrasi, savaşsız, kavgasız bir yıl, halkımız Kürd halkı için de Özgürlük ve Bağımsızlık yılı olur” demiştim. Bu yazımda da “Dilerim 2019 yılı dört parçadaki kardeşlerimizin güç birlikleri sonucunda zalimlerin bizi bağladıkları esaret zincirlerinin parçalanmış yılı olur” diyor, Anılarımdan Bir Yaprağı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben genellikle siyaseti yorumlayacak yazılar yazmam. Çünkü bu işi yapan uzmanlar var ve sizde o uzmanların siyaset yorumlarını okuyorsunuz.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, ben dini inancı olan biri değilim. Din, Allah adına yemin etmeyi bilmem. Benim en büyük yeminim Kürdistan ve onun milyonlarca şehitlerinin kanı üzerinedir. Birde insani vicdanım. Kendimi tanıdığım günden bugüne kadar, kesinlikle yalandan kaçtım, yalan söylemeyi bir insani ayıp olarak saydım ve bugünde aynı duygu ile size anılarımdan bir olayı anlatmaya çalışacağım. Anlatırken de, kesinlikle bir tek kelime yalanı da katmamak şartıyla. Lütfen dikkatlice okuyun, sonra oturun uzun uzun düşünmeye çalışın ve bir harekatın halkını nasıl örgütlediğini bilince çıkarın ve bu gibi olumsuzlukların önü nasıl alınacak, onun çaresini Kürdlük ruhunuzla bulmaya çalışın. Böylesine bir dilekle başlıyorum:
Halil, Dersim Hozatlı bir Zaza Kürd genci. 1970 yılından sonra Türk solu TİKO, Halkın Sülalesi Dört Akım, Dev-Sol, Dev-Yol, benzeri diğer Türk solu, Kürdlerden, Özgürlük Yolu, Rizgari, Kawa, T-KDP ve 1977 de Kurulan, ama halk arasında “Apocular” olarak bilinen bir çok örgütten insanları ve onların birbirlerine karşı davranışlarını görür, bunların içinde ona göre en doğru olanı Apoculara sempati duyar ve O’da bir Apocu olur. Hele 1984’te PKK’nın silahlı savaşa başlaması Halil’i daha da Apoculaştırır ve aynı yılda TC Halil’i askere çağırır, Halil asker olur; askeri eğitimden sonra zalim devlet Halil’i diğer yüzlerce Kürd, beyaz devşirme Türk genciyle Kıbrıs’a gönderir. Halil Kıbrıs’ta bir gün nöbette iken, derin derin düşünmeye başlar ve kendi kendine “Benim bu düşman devlete askerlik yapmam doğru değil” der ve silahı ile Kıbrıs Rum tarafına kaçar. Oradan ifadesi alındıktan sonra, Halil oradaki Birleşmiş Milletler Şubesine teslim edilir. Halil orada çalışmaya başlar, biraz para biriktirir, sonra Kıbrıs Rum kesiminden pasaport alır ve bir turist gibi Almanya’da bulunan Pertekli teyzesine gider, orada teyzesinin Latife adlı kızı ile evlenir, kısa bir zaman sonra eşiyle birlikte Kıbrıs’a döner, orada bir kız çocuğu dünyaya gelir. Yani 1985 yılın sonbaharında. Halil, eşiyle kızına Bêrivan ismini takar, 1986’yılının Şubat ayında Birleşmiş Milletler Şubesi, Halil’i, eşi ve küçük Bêrivan kızıyla Avustralya’nın Sydney şehrine gönderir. Halil Sydney’e geldiğinde, buradaki Göçmen Bakanlığına teslim edilir, Bakanlık da onları buradaki gelen göçmenler için yapılmış özel “Villavud Hostel” adlı binanın bir dairesine yerleştirir. Bir hafta sonra benim yakinen tanıdığım Erzurumlu Betoncu Kemal adlı, bir beton işi için Hostel’e gider, tesadüfen Halil’i orada görür. Kemal’i gören Halil, ağlayarak, “Abi ben Tunceliliyim, -Dersimliyim demez- biz burada yalnızız, dil bilmiyoruz, senin tanıdığın bir Tuncelili ve başka Kürdler varsa lütfen birine haber ver, gelip bize yardım etsinler” diyor, tabii Halil Kürd ve Tuncelili biri deyince, “Adın çıkacağına canın çıksın” misali, hemen ben Kemal’in aklına geliyorum. Çünkü burada ilk Türk ve Kürd solcularını, birçok yoldaşıyla örgütleyen, o dönem keskin bir komünist ve popüler olan ben, sonra Türk solundan ayrılan Kürdleri örgütleyen biri olduğum için; fakat Kemal’de de telefon numaram olmadığı için bana telefon edemez. Bunun üzerine beni yakinen tanıyan Erzincan, Refahiyeli Cemal adındaki arkadaşıma telefon ederek “Cemal abi, eğer sende Rıza Çolpan’ın telefonu varsa, ona telefon et, söyle, onun bir hemşerisi gelmiş Villavud Hostel’inde kalıyor gitsin görsün, yazıktır yalnızlık çekiyor” diyor ve Cemal hemen bana telefon edip durumu anlatınca, ben: “Cemal bugün arabamı kızım aldı işe gitti, sen gel beraber gidelim” dedim ve yarım saat sonra Cemal geldi birlikte gidip Halil’i, eşi ve küçük Bêrivan’ı gördük. Ben Halil’i görür görmez onun davranışından ve
konuşmalarından anladım ki Halil keskin bir Apocu’dur. Biz birlikte çay içtikten sonra Cemal: “Halil siz yarın akşam benim misafirimsiniz. Ben ile Rıza gelip sizi alır götürür, sonra geri getiririz” deyince, ben de “Pazar akşamı da benim misafirim olursunuz. Çünkü eşim her gün geç saatlere kadar dükkânda çalışıyor” dedim ve “Yavrum herhangi bir ihtiyacın varsa lütfen söyle” deyince o: “Abi benim müzik teyp ve Kürdçe kasetlerim yok” deyince, biz oradan ayrıldıktan sonra gidip bir teyp, aldım, evdeki 5-10 değişik Kürdçe kasetleri götürüp Halil’e verip eve döndüm. Ertesi gün gidip onu aldım, eşimle birlikte Cemal’e akşam yemeğine gittik. Yemekten sonra ben ona bir ağabey tavrıyla: “Halil sen ister Apocu ol, ister bir başka partinin sempatizanı, benim için fark etmez; bu senin doğal hakkın, ama sendeki ricam buradaki Apocular gibi olma” dedim, sonra uzun uzun kardeşçe konuşup tavsiyelerde bulunduktan sonra, onu götürüp kaldığı yere bırakıp eve döndüm.
Sevgili okuyucular, Halil’i tanımadan önce Küçük kardeşim Haydar’ın isteğini yapmış, kabulünden sonra biletini de göndermiş, onun gelişini bekliyordum, ama Haydar gelmiyor, bunun için de merak ediyor, “Acaba neden gelmiyor” diyordum.
Evet, Halil’i Cemal’e götürdüğümün ikinci günün akşamı eşimle otururken, ben: “Yahu bu Haydar niye gelmedi?” dediğimde eşim: “Rıza sana bir şey söyleyeceğim, ama kendini sıkı tut; ağabeyin Hüseyin ölmüş, Haydar köye gitmiş” deyince dünyam yıkıldı. Çünkü çok seviyordum o bana zulmeden anadan ayrı ağabeyimi. Meğer herkes, tüm yakınlarım ağabeyimin ölümünü duymuş, ben kalp hastası olduğum için bana söylemiyorlar. Benim duyduğumu da duyunca tüm yakın arkadaşlarım bana “Başın sağolsun’a” geldiler, fakat bu Cemal arkadaş gelmedi. Ben bir tarafta ağabeyime ağlarken, diğer taraftan da Halil’i düşünüyor, onu merak ediyor ve Cemal’e de kızıyorum bana başsağlığına gelmediği için. Tam böylesine bir haleti-ruhiye içinde iken, bir-iki gün sonra kardeşim Haydar geldi. Onun gelişinden bir iki gün sonra Cemal’e telefon edip “Cemal neredesin? Gidip Halil’i görüyor musun?” dediğimde Cemal: “Rıza hiç sorma kaç gündür hiç dışarı çıktığım yok” deyince ben: “Neden, hayrola” dediğimde bu kez Cemal: “Rıza, Pazar günü senin kurduğun derneği ele geçiren PKK’cılar Kabarita Parkta bir piknik düzenlemişlerdi, bende gidip Halil’i eşiyle birlikte piknike götürdüm ki o sadece ben ve seni tanımasın, diğer Kürd kardeşlerini de tanısın dedim. Ben onu götürüp pikniktekilere tanıtınca, onlar Halil’i
aralarına alarak akşama kadar onunla konuştular. Parkın kapanma saati gelince gidip Halil’e: “Halil kalk gidelim” dediğimde senin Apocular bana: “Cemal abi bizde senin kadar Hostel yolunu biliriz, sen evine git, biz Halil’i götürür bırakırız” dediler, bende eve geldim. İki gün ben, Sivaslı Rıfat Kara’yı alarak Hostel’e gittim, Halil orada yoktu. Öfise gidip sordum bana: “Arkadaşları gelip onu götürdüler” deyince biz bu sefer Auburn’a giderek Dernek başkanı Bingöllüye sorduğumda bana: “Cemal ağabey biz Halil’i getirip ona istasyon sokağı 21 numaralı apartmanın 7 numaralı dairesine yerleştirdik, şimdi Halil orada” deyince biz verilen adrese gittik, kapıyı çaldık, kapıyı bize Halil açtı. Halil beni görünce birden bana: “Bak Cemal ağabey, içeri girmeden önce sana bir şey söyleyeceğim. Eğer bundan sonra arkadaşlığını Rıza Çolpan’dan kesersen senin benim bu evimde yerin var, yok “Kesmem” dersen senin benim evimde yerin yok” deyince, ben şaka ediyor zannettim ve kendisine “Halil herhalde şaka ediyorsun. Rıza benim yirmi senelik arkadaşım ve ayrıca da biz bir Kürd aşiretin bireyleri sayılırız. Yavrum unutma burada ilk sana sahip çıkan odur” dediğimde o: “Hayır Cemal abi şaka etmiyorum. Rızo’dan arkadaşlığını kesersen buyurun içeri, yok diyorsan, senin benim evimde yerin yok” dedi, biz ise ona lanet okuyarak eve döndük. Onun içindir ki kaç gündür hiç evden dışarı çıktığım yok” dediğinde hem şaşırdım ve hem de inanmadım. Çünkü Cemal’i çok iyi tanıyanlardan biriydim. Cemal hoş bir arkadaş, fakat hem kumarcı ve hem de bazen yalan söyleyenlerden biri olduğu için, inanmadım. Hiç unutmam, günlerden de Perşembe günüydü o gün. Cumartesi günü de Avustralya Sosyalist Partisi’nin şehirde bir paneli vardı, ben de o panele davetliydim. Sabah dokuzda panel başladı, saat 4’te bitti. Bitiş sonrası bir kokteyl ve aperatif hafif yemekler ikram edildi, bende bir şeyler yiyip bir-iki kadeh de şarap içtikten sonra, oradan ayrılarak trenle Auburn semtine gelerek,
Cemal’in verdiği istasyon sokağındaki 21 numaralı binanın yedinci dairenin kapısına vardığımda, kapıyı çaldım, bir dakika sonra bir zaman benim bir küçük kardeşim gibi olan DEP’li -Karakoçan- Cemal’in Hanımı Asiye Hanım açınca, bana “Buyur Rıza ağabey” dediğinde, Halil Asiye Hanım’ın arka sol tarafında göründü ama bana hiç seslenmedi ve ben içeri girdiğimde, odanın sol duvarının kenarına serilen büyük bir şiltenin üzerinde oturan Bingöllü Dernek Başkanı, amcasının oğlu ve Asiye Hanım’ın kocası Cemal, sırtlarını da duvara dayamış, konuşuyorlar. Selam verdim ne selamımı aldılar ve ne de kıçlarını kaldırdılar, fakat ben çakır keyifli olduğum için aldırmadım, hemen şiltenin bir köşesine oturduğumda, Dernek Başkanı ve amcasının oğlu kalkıp gitmek istediklerinde ev sahibi Halil onlarla dışarı çıktı, dönünce gelip benim önümde diz çökerek “Direnmek yaşamaktır” dedi, şaşırdım. Ona göre bu slogan merhum Mazlum Doğan’ındı. Oysa bu slogan hayatın sloganıydı. O bunu söyleyince ben: “Yavrum, yaşamın her alanı direnmektir, halkımız hâlâ senin arzuladığın bilince hazır değil. Silahlı savaş bizim ana sütümüz gibi bize helal, fakat hem halkımız buna hazır değil ve hem de biz dostumuz kim, düşmanlarımız kim, bunları birbirinden ayırt edememişiz” dediğimde Halil: “Sende faşist bir Türk burjuvazi gibi konuşuyorsun, deyince Cemal kov anlamında ona göz kırparken o hemen bana: “Lütfen kalk ayağa, evimden siktir ol git” dedi ve ben kalkınca ona: “Oğlum tam 50 yaşımda bir adamım, -yani bundan 33 yıl önce- bugüne kadar kimse beni evinden kovmadı, bu terbiyesizlik sana nasip oldu. Ama unutma, siz ve sizler bu kafa ile giderseniz askere, asla alamazsınız teskere” dediğimde Halil sert bir ses tonu ile “Siktir ol git, zaten ben teskere almadım” deyince üzülerek oradan ayrıldım, ama olayı da aklı başındaki kimi insanımız duydu, bazıları gidip onu ve onu o şekilde örgütleyenleri eleştirdi, ama onu bana karşı kışkırtanlar doğru iş yaptıklarını söylediler.
Evet bu olumsuz olaydan iki hafta sonra, Halil ile hevallerin nedense araları açılıyor. Bu kez Halil, onu sert eleştiren, fakat Apocu olmayan birkaç Zaza Kürd kardeşimize “Ne olur gidin Rıza Çolpan’a söyleyin, ben yanlış bir şey yaptım, gidip ondan özür dileyeyim” demiş, arkadaşlar da gelip bana söylediklerinde önce karşı çıktım ve bizim Kürd kültürümüzde böyle iğrenç bir davranış olamaz, Kürd halkının kültürü onu af etsin” dedim, fakat arkadaşlar ısrar edince, “Olur, gelsin özür dilesin af ederim” dedim; iki gün sonra telefon etti, kardeşim Haydar ile gidip onu tren istasyonundan alıp eve getirdiğimde, elimi öpmek istedi, el öpmeyi yanlış bulduğum için elimi vermedim ve sordum “Neden bunu yaptın” dediğimde “Abi inan eğer o zaman onlar bana bir silah verseydiler, gelir seni öldürürdüm. Çok küfür ediyorlar” deyince ben: “Herhalde ana, bacı ve avradıma küfür ediyorlar değil mi?” diye sorduğumda “Evet abi pis pis küfür ediyorlar” deyince ben: “Bak Halil, eğer onları görür bir daha konuşursan, onlara söyle, gitsinler annem ve ablam İstanbul’dalar, eşim de burada sorsunlar, eğer annem, ablam ve eşim kabul ediyorlarsa, onlara helal olsun, ama onların ana, bacı ve eşleri benim annem ve bacımdırlar” dedim, sonra birlikte çay içtik, daha sonra da onu arabamla götürüp kaldığı Auburn semtine bırakıp eve döndüm.
Evet, o günden sonra tam bir yıl kadar Halil’i ne gördüm ve ne de sordum. Bir gün bir arkadaş bana “Rıza senin Halil Auburn’dan ayrılmış, şimdi Haris Parkta oturuyor, bir ay önce de bir oğlu dünyaya gelmiş” dedi ve bana onun hem adresini ve hem de ev telefonunu verdi. Birkaç gün sonra ben eşime: “Hanım o Halil’in yeni bir oğlu olmuş, sen bebek için bir şeyler al gözaydına gidelim” deyince Hanım bana: “Rıza ben sen değilim, o adamı af etmem ve onun evine de gitmem” deyince ben yalvararak, “Sen bir şeyler al ben sensiz giderim” dedim ve hafta sonu çarşıya giderek Hanım bebek için bir iki takım bebek elbisesi aldı, iki gün sonra bir akşam üstü önce telefon ederek Halil’in evine gittim, “Gözünüz aydın, Allah bağışlasın, bir oğlunuz olmuş” dedim, sonra eşi çay kaynattı, çaya oturduğumuzda kadın birden ağlamaya başlayarak bana: “Rıza amca Halil devletin bize verdiği parayı götürüp kumara veriyor, ben bebeğime süt parası bulamıyorum” deyince içim parçalandı zannettim ve hemen Halil’e dönerek “Halil bu çok ayıp. Sen hem kendine devrimci hem de Kürd Apocu olduğunu söylüyor ve hem de böyle olumsuz işler yapıyorsun. Bir daha yapma oğlum, kumar kötü bir alışkanlık, lütfen böylesine işlerden uzak dur” dedim ve yine el sıkarak eve döndüm. Aradan tam bir hafta geçti, bir akşam saat 7 sıraları telefon çaldı, ahizeyi kaldırıp “Alo kimsin?” dediğim de Halil: “Rıza Çolpan ben Halil, lütfen bir daha evime gelme, senin gelişin huzurumu bozuyor” deyince tepem attı ve: “Ulan sen kimsin? Seni afettim arkadaşlarımın hatırı için, bir daha da beni rahatsız etme” deyip telefonu kapattım. Tam on dakika sonra telefon zili tekrar çalınca ahizeyi kaldırıp “Alo” dediğim de “Rıza Çolpan ben Halil, senin gibi devrimcinin ve Kürdün g…………yim deyip telefonu suratıma kapattı. Ne diyeceğimi ne yapacağımı şaşırdım. Aradan bir iki ay geçmeden eşim bana “Rıza senin Halil bizim dükkanımızın yanındaki Tımarhanede. Her gün Tımarhane pijama ve tulumuyla dükkâna geliyor, ben onu görünce sinirleniyorum. İnşallah orada ölür” deyince sanki bir ateş koru yüreğimin içine girmiş, beni yakıyor sandım ve ertesi günün sabahı Hanımla birlikte dükkâna gittim, saat dokuza doğru baktım Halil Tımarhane pijamasıyla dükkânın önüne geldi. Ben Hanım’ı dinlemeden ona bir hamburger yaptım, yedi, cebine de 20 dolar koydum. Birkaç gün sonra yine geldi. Yine karnını doyurdum, 20 dolar cebine koydum, bir daha da Halil’i görmedim. Çok zaman sonra birkaç kişiye sordum, bana: “Türkiye’ye döndü, Türk devleti onu yakalamış ve kurşuna dizmiş” dediler, fakat sonradan öğrendim ki Halil Tımarhane çıkışından sonra uyuşturucu mafyaya kuryecilik işine başlamış, devletin polisi onu yakalayıp Güney Avustralya’nın bir hapishanesine göndermiş, uzun birkaç yıldan sonra çıkmış, şimdi Melbourne kentinde dediler bana. Eşine gelince, Halil o hale düşünce, iki çocuklu Alevi Kürd Latife kadın, dinci, yobaz bir Lübnanlı ile tanışıyor ve uzun yıllar onunla kalınca oğlu tam bir İslâm fanatiği oluyor, bugün İŞİD denen canavar guruplarla beraberdir diyorlar. Kızı Bêrivan da aynen kardeşi gibi fanatik İslâm bir diğer Lübnanlı ile hoca nikahlı evleniyor, ama şimdi nerede, ne yapıyor, kaç çocuğu var sormadım.
Evet Dersimli Kürd, Alevi Latife Hanım Lübnanlı fanatik İslâmla uzun yıllar yaşadıktan sonra ayrılır, sonra birkaç kişi ile düşüp kalkar. Bundan iki üç yıl önce de Çorumlu sahtekâr biri TKP ile evlendiğini duydum, ama bu evlilik de uzun sürmemiş, Latife Hanım ondan da ayrılmış, şimdi nerede olduğunu bilmiyorum.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, başınızı ağrıttım, bağışlayın beni. Bunu size niçin yazdım? Bunu PKK’nın halkımıza uyguladığı yöntem için, kardeşi kardeşe düşman ettiği için yazdım. Sakın “Yalan, böyle bir şey olamaz” demeyin. En kutsal duygularımla söylüyorum olay aynen böyle oldu ve zaten aklı başında olan her Kürd Yurtseveri PKK’nın bu uğursuz iş ve yöntemini biliyor.
Sevgili kardeşlerim, Kürdlerde ilk siyası parti KDP’dir. Yani bu parti Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı olan yılın 16 Ağustos 1946’da kurulan bir parti, Başkanı da merhum Mele Mustafa Barzani idi, şimdi de oğlu Mesûd Barzani bu partinin başkanıdır. İlginçtir, bu parti içinden kopan Celal Talabani ve kayınpederi İbrahim Ahmet 1975 yılında “Kürdistan Yurtseverler Birliği” adı altında bir parti kurdular, ne yazık ki bu parti hiçbir zaman Kürd Yurtseverlerin Birlik Partisi olmadı. Sözüm ona Kürtleri örgütlerken, kendine yakın bulduğu her Kürdü KDP ve Barzani karşıtlığı temelinde örgütledi ve ilk BIRAKUJİ bu partinin işi ve eseridir ki, bugün de bu iğrenç düşmanlığı Hêro Hanım, çocukları ve aşireti tarafından yapılıyor. Kuzey parçasında ise ilk kurulan TKDP ve başkanı da merhum Faik Bucak’tı. Daha sonra Sait Kırmızıtoprak, Sait Elçi’nin kurduğu partiler ve onların acı sonuçları. Daha sonra sırasıyla TKSP, Rizgarî, Ala Rizgarî, Kawa, 1977’de de kurulan sözüm ona PKK. PKK çıkınca, başkanı Öcalan ilk önce, zavallı bilinçsiz Kürd kitlesine “Birleşik, Bağımsız, Sosyalist bir Kürdistan” ve ekleyerek iç düşman” dedi, Kürd’ü, Kürd’e karşı tepki temelinde örgütledi O’da oldu ikinci bir BIRAKUJİ’nın şampiyonu. KUK ve Bucak aşiretine karşı davranışı ve iki tarafta ölen yüzlerce beyin insanı. Daha sonra Şama gittiğinde de oradaki Kürd’ü de Kürd’e düşman etti, ki bugün de bu durum hepimizin gözlerinin önündedir. Ya iç infazlar?????? Yani PKK hangi parçaya gitmişse, ilk işi Kürd’ü, Kürd’e karşı düşmanlık temelinde örgütlemeyi kutsal bir vazife saymıştır, ki hâlâ da bu iğrenç örgütleme biçimini Kürdistan’ın dört parçasında uygulamaya çalışmaktadır. PKK Kürd Özgürlük ve Bağımsızlığının önünde en büyük engeldir. PKK’nın halkımıza verdiği zararı, düşman dahi vermemiştir. PKK Kuzey Kürd coğrafyasının bir bütününü tahrip, 4000 köyün viran olmasına, 6 milyona yakın insanlarımızın göçüne, onların asimilasyon çarkının önüne atılmasına, yüz bine yakın genç, ihtiyar, çocuk, gelin ve kızlarımızın ölümüne, Kürd dilinin yok oluşuna sebep olmuş, 34 yıllık bir kirli savaşta, bir karış toprağımızı dahi özgürleştirememiştir, ama sorulduğunda zavallı, beyni yıkanmış kitlesi “PKK dünyaya Kürd adını duyurmuş” diyor, ama ne adla duyurduğunu hiç aklına getirmiyor. Yani bir PKK ve onun lideri Öcalan adının dünyaya duyulması, Kürdistan’ın Özgürleşmesi ve Bağımsız bir devlet olmasından daha önemli sayılmaktadır.
Evet sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim gerçek aynen böyle. Doğrusunu söylemem gerekiyorsa, ben Tanrı’ya, manrıya inananlardan biri değilim. Fakat eğer gerçekten bir Tanrı varsa, Kürd halkını bu PKK belâsından kurtarsın diyor, Halil gibi bir zavallı serseriyi, sözüm ona Heydo gibi düşman okulunda okumuş, öğretmen, yazar, siyasetçi olmuş, ama adam gibi adam olmayışının, onun gibi düşünmeyen kardeşini düşman ilan etmesinin sebebi, yine ne yazık ki PKK’nın dağıttığı insanı sersemleştiren uyuşturucu şerbetidir. Çok yazık, bin yazık.
Sevgili kardeşlerim, yine uzun yazdım, bağışlayın. Başlıkta “Anılarımdan Bir Yaprak” dedim, ama 7 yaprağı geçti. Ne yapayım kısa yazmayı bir türlü beceremedim. Huyum kurusun. Müsadenizle bir kaç dörtlükle yazıya son vereyim.
Kürdün Gerçeği
Ne hikmettir bilinmez, gözler kör olmuş
Beyinler felç, mantık yok olmuş
Rızalar bir Lokman bulmadı buna
Hastalığa tedavi gayet zor olmuş.
Benim Halim
Dönüşü olmayan yolda
Yürüyorum hızlı, hızlı
Bir canavar bedenimde
Yer gücümü gizli, gizli
Savaşırım ben onunla
Fakat gücüm yetmez ona
Her vuruşta yaralıyor
Yara acı verir bana
Pes diyemez yaşam hissi
Direniyor, direniyor
Nafiledir tüm direnmek
Yavaş avaş yeniliyor
Rıza boşuna direnme
Yenemezsin sen ölümü
O canavar kor ateştir
Yakacak çiçek gülünü.
9-1-2019, Sydney.
Not: Bazı Kürd sitelerinde 7 Kürd Partisi seçim
ittifakı için bir araya gelip, birlikte
seçime gireceklerini duyurmuş ve bunun için de zalimlerin hapishanesinde olan Sayın Selahaddin Demirtaş bu seçim
ittifakına: “Ulusal birliğe dönüşmesini temenni
ediyorum” demiş, bende haberin başlığına
bakınca önce çok sevindim, ama okuyunca sukut î hayâle uğradım. Çünkü “7 Parti” dedikleri partilerin hepsi PKK yanlısı
parti ve belirli örgütler. Yani bu 7 partinin
içinde ne HAK-PAR, ne PSK, ne HUDA-PAR,
ne PAK ve ne de diğer parti ve kuruluşlar var. Doğrusu bu kadar yalana da pes. Zaten yalanlar zavallı halkımızın suyu
ve yemeği olmuş, yiyip içip bitiremiyorlar. Sed
mixav, hezar carî heyf. Bi rastî dilê min
diêşe jibo vî gelê mazlûm û bindest. Mirov bêhiş
dibe, lê ne evqas…………
Derin saygılarımla.