Sevgili okuyucu kardeşlerim, modern ulus devletler, Fransız Burjuva Devrimi’nden sonra ortaya çıktı. Yani 1789 yılından sonra. Bu yeni devrim Fransa’da başladı, rüzgârı hızla Avrupa kıtasına yayıldı. Bu rüzgârın ilk esinti ve yelini İngiltere, İtalya, daha sonra bütün Avrupa ülkeleri bir yaz sıcağında esen meltem gibi içlerine çekip serinlenerek bugüne geldiler. Tabii bu yeni serinletici, insanı daha rahat ettiren hava, orada kalmadı, uzay gemisi Apollo hızıyla bütün dünyayı etkisi altına aldı. Önce bugünkü Batı Avrupalı halklar kendi ulus devletlerini kurdular. Yunan halkı 1821’de Osmanlı hükümranlığına son vererek bağımsızlıklarını ilan edip modern ulus devletinin temelini attılar. Bu hava hızlandıkça, ezilen halklar derin uykudan uyanarak, ezen zorbalara karşı baş kaldırdılar. Bu başkaldırı önce Doğu Avrupa kıtasının ülkeleri olan Balkanlarda başladı. 1912’de Balkan, halkları, örneğin, Sırplar, Bulgarlar, Romenler, Arnavutlar, Makedonlar zalim Osmanlı yönetimine karşı örgütlü bir şekilde başkaldırarak, bağımsız ulus devletlerini kurdular. Ardından, yani 1914’te başlayan birinci cihan paylaşım savaşının üçüncü yılında 17 Ekim, 1917 Devrimi Rusya’da gerçekleşti, orada 16 ayrı ayrı halk “Sovyet, Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” adı altında bir blok oluştu. Ortadoğu’da ise Arap halkı 400 yıllık Osmanlı zulmüne ayaklandı ve Osmanlı’yı ana yurtlarından kovarak, zaman süreci içinde 22 devlet kurdular. Osmanlı yenilgisi sonrasında ise, onun kalıntıları üzerine, İngilizlerin yardımıyla bugünkü Mıstê Kor’un ve onun gibi devşirme paşalarının T.C zalim devleti kuruldu. Bu zalim devletin kurulmasında beyinsiz Kürdlerin büyük yardımları oldu. Ermenilerin büyük bölümünün kırımı Hamidiye Alaylarının barutlu tüfekleri ve kelle kesen kılıçlarıyla oldu. Lozan’a 72 imzalı mektup gönderen sözüm ona Kürd liderler dünyaya Apollo hızıyla esen rüzgârı hiç teneffüs edip içine çekmediler. Önce Osmanlı, daha sonra ise Devşirme Paşaların yeni T.C’nin karanlık mahzeninde gözleri kapalı olarak kaldılar. Çıktıklarında ise, bunların bir kısmı, zalim yeni devletle
bütünleşerek, kendi halkına düşman, bir kısmı da T.C’nin darağacında can verdiler, geldik bugüne.
Evet sevgili Kürd kardeşlerim, Fransız Burjuva Devrimi’nin esen serin rüzgârını 1847’de Botan’da Osmanlı’ya karşı baş kaldıran ne Bedirxan Bey tam olarak teneffüs edip içine çekti, ne yeğeni namert Yezdan Şêr, ne Şêx Ubedullah’ı Nehri ve ne de oğlu Şêx Abdulqadir. Kürdçe bir deyimle “Kerên Cîhan bûn Hesp, em jî man wekî berê”. Peki neden? Bizim Türk, Arap, Fars, Afgan ve tüm altı kıtada yaşayan insanlardan neyimiz eksikti veya eksiktir? Bir kez fiziki yapımızla, mevcut dünya’daki çoğu halklardan daha narin ve daha da yakışıklıyız. Bir dünya erkekler güzeli müsabakası tertiplense, ben iddia ediyorum, devşirme İhsan Sabri Çağlayangil’in, hain Zeynel Kop için dediğini ben de “Dünya erkek güzeli Kürd çıkar” diyorum. Hiç unutmam, yıllar öncesinde bu ülkede, kanal 9 televizyonunda bir soru programı vardı, zevkle seyrederdim. Bir programda soru şuydu: Dünya’nın en yakışıklı Artisti kimdir?” deyince katılan kişi bilmedi, programı yöneten ve soru soran spiker kişi: “Türk Aktörü Tarık Hakan” dedi. Benimde bildiğim kadarıyla Tarık Hakan Kürd kökenli ve koyu bir Kemalist idi. Em in ev gela.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bunları niçin yazıyorum? Elbet bir sebebi olmalı. Sebepsiz bir şey yazılmaz. Biz ki Mezopotamya’nın on binlerce yıllık bir halkıyız. Biz ki ilk belirli hayvanları evcilleştiren, ilk toprağa bugünkü arpa, buğday ve diğer insanı besleyen tahıl ürünlerini eken, su bentlerini yapıp, tarla ve ekinimizi sulayan ve insanlık tarihinin ilk başladığı bir kutsal coğrafyanın toplumu olarak, bugün ne haldeyiz. Afrika’nın kuzeyinden gelen barbar çöl Arapların, Orta Asya bozkırlarından gelen kan emici, barbar Türklerin ve namert Farsların uşak ve kölesi durumundayız. Peki bu lanet ve dermansız durumumuzun nedeni ne? Nedeni birbirimize düşmanlığımız. Birbirimizi kardeşçe sevmememiz. Birbirimizin kuyusunu kazmamız. Bu lanet alışkanlık özellikle İslâm sonrası bütün hücre ve kan damarlarımıza şırınga edildi. Arab’ın, Türk’ün ve Fars’ın yeraltındaki uyduruk cenneti için, biz onların elindeki kılıcı, bu günkü topu, tüfeği olduk. Yani onlar bizi bize karşı silah yaptılar. Selahaddin î Eyûbî Uygar Avrupa toplumunun Ortadoğu’ya gelmemeleri için, İslâm’ın kılıcı oldu. Bütün Kürd varlığını götürüp Mısır’daki çöl Arap Halife’sine teslim etti. Ondan sonrakilerde ondan geri kalmadılar. Hepsi bizi bize düşman eden İslâm için çalıştılar, bugün de bu görevi yapan Huda-Parlar, İslâm î Birlikler, bizi bu hale getiren balık başının doğum-gününü kutlayanlar var. Yani hâlâ Fransız Modern Ulus Devlet Devrimi’nin yel ve rüzgârı çoğu Kürdün burun deliklerinden beynine ve oradan da kalbine gidememiştir. Buna engel de, tek kelimeyle İslâm dini olmuştur. İslâm dini Kürdün birbirini sevme duygusunu da yok etmiştir. Örneğin Sünni İslâm Kürdün Êzîdî ve Alevi kardeşlerine bakış-açıları. Deyim yerindeyse bu din, Kürd insanını -af buyurun- sersemleştirerek, dosta giden tüm yolları kapatmıştır. Kürdler bu din için hem düşmanlarının silahı olmuş ve hem de birbiriyle savaşarak bugüne gelmişlerdir. Yani eskiden zalim Osmanlı Padişahı Yavuz Selim zamanında, Îdris î Bitlisli’nin Sünni Kürdleri, Yavuz’un barbar ordusuyla Kürd kardeşlerine neler yaptıklarını gerçek tarih kitaplarında okuyoruz. Ya yirminci yüzyılın başında Hamidiye
Alaylarının Êzîdî ve Alavî Kürd kardeşlerine ne yaptıklarına ne diyeceğiz? Örneğin Lolan ve Xormek aşiretine. Bunun içindi ki hain Mehmet Şerif Fırat “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” adlı uyduruk bir tarih kitabı yazarak, bütün Kürdlerin “Türk” olduğunu söyledi ve amcası Xelil Bey’de o haini yoketti.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, kusura bakmayın, yine uzatıyorum. Ne yapayım elimde değil. Yaş oldu 84, hâlâ rüyam gerçekleşmedi. Yani Kürd kardeş birliğini, Bağımsız bir Kürdistan görmeden ölüp gideceğim. Kürd insanı kendini değiştirmeli artık. Modern dünya’ya bakıp ders almalı. Karşısındaki barbar düşmanlarına bakıp, ne yapması gerektiğinin bilincine varmalı. Birbirleriyle İslâm dini ve mezhepleri için, sağ ve sol ideoloji için savaşacaklarına, birlik olup düşmanlarla savaşmayı kutsal bir görev bilmeliler diye düşünüyorum. Hani derler ya “Üzüm, üzüme bakarak renk değiştirir”. Biz Kürdlerde düşmanlarımıza bakarak, onlardan ders almalıyız. Nasıl ki onların en demokratı, en faşisti Kürd meselesinde bir vücut oluyorlarsa, bizde esaret altında bir köle olan anamız Kürdistan için öyle olmalıyız. Çünkü o anamız, biz ise
onun evlatlarıyız. Her zaman kardeşçe elele, sırt-sırta verip düşmana karşı savaşmalıyız ki, anamıza vurulan pranga ve esaret zincirini parçalayabilelim. Bu bizim kutsal görevimiz olmalı. Böylesine bir dilekle, başlık meselesine gelmek istiyorum. Ne demişim başlıkta. “Kürd Bu Kafa İle Giderse Askere, Asla Alamaz Teskere”.
Evet sevgili kardeşlerim, kafa tasımız içindeki beynimizi, kardeşlik aşısıyla aşılamalıyız. “Kardeş” derken, gerçekten Mecnun ile Leyla, Kerem ile Aslı, Mem ile Zîn, Ferhat ile Şirin, Siyamend ile Xecê gibi birbirine ölesiye aşık kardeşlikten bahs ediyorum. Benim nankör kardeşlerim gibi demiyorum. Kardeşler birbirlerine sevgi bağı ile sıkı bağlı olsalar bile, birbirlerini iyi tanımaları, yanlış yapan biri olursa onu o kardeş sevgi bağıyla uyarmalı ve eleştirmelidir. Bu aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı örf-adeti paylaşan ve aynı kader ve tarihe sahip olan toplum ve halklar için kutsal görev olmalı diye düşünüyorum.
Sevgili kardeşler, ben okumayı çok seven bir Kürdüm. Her düşünceyi yazıya döken, kitaplaştıran yazarları zevkle okurum. Hiç mübalâsız günümün -tabii rahatsız ve hasta değilsem- üç dört saatı, bazen daha fazlası okumak ve yazmakla geçer. Yani 1984 yılından bugüne kadar böyleyim. Önceleri uzun saat çalışıyordum.
Evet sevgili kardeşlerim, geçen birkaç hafta önce, yani 4 Kasım günü Hasan Bildirici’nin sitesi olan Rojeva Kurdistan sitesinde Haydar Işık Bey’in “Ulusal Bilinç” başlıklı bir yazısını okudum. Ben Haydar Bey’i yıllar öncesi, o Özgürlük Yolu arkadaşlarıyla birlikte iken, Köln, Komkar ofisinde tanımış, zaman da Mart ayı olduğunda, o, ben, Saddam zaliminin gözlerini kör ettiği, değerli sanatçı, dengbêj Said Gabari ve birçok Komkarlı arkadaşlarla Münih’deki Newroz gecesine gitmiş, orada Ressam Rıza Topal ve köylüsü Hasan Yldız’ın evinde misafir kalmış, sonra beraber Köln’e dönmüştük. Tabii sonra Haydar Bey Özgürlük Yolu, başka bir deyişle PSKlı arkadaşlarından ayrılarak, gidip PKK’lı kardeşlerine katıldı ki bu onun doğal hakkı ve özgür iradesinin isteği, istediği yere gitme hakkına sahip, ancak, eski arkadaşlarıyla arkadaşlığını, beraber oturup, yiyip içtiğinide unutmaması şartıyla diyorum. Ama bilebildiğim kadarıyla sayın yazar Haydar Bey bunu yapmadı ve yapamıyor. Haydar’ın “Ulusal Bilinç” başlıklı yazısı bence çelişkilerle dolu bir yazı. Haydar bu yazısında merhum Şeyh Mahmut Berzenci’yi Şeyh Barzanici yapmış. Ayrıca yazının bir yerinde şöyle bir belirlemesi var Haydar Bey’in: “Acaba Öcalan Kürdlük çığırını açmasaydı, bugün kendisine “Kürdüm” diyen kaç kişi olurdu?” diyor, ki Sayın yazar Haydar Bey, tüm geçmişteki olumlu ve olumsuz Kürd lider ve hareketlerini yok sayarak, Kürd Ulusal Bilinci’nin Abdullah Öcalan’la başladığını, Botan Bey’i Bedirxan Bey,, Şeyh Übeydullah’ î Nehri, Qoçkiri, Piran, Ağrı, Zilan, Dersim, yani bütün bu harekatlarının liderlerini, 1946’da Mahabad Kürd Cumhuriyeti ve lideri Qazî Muhammed’i, yiğit General Mustafa Barzani’nin yarım asırdan fazla düşmana karşı direnişini, 1959’da 49’ların harekatını, ardından DDKO’luların eylemlerini, 1970’in başından sonra parti olarak kurulan TKSP, Rızgari, Têkoşin, Kawa, TKDP’lileri bir çırpıda yok ediyor, Kürtlüğün PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan’la başladığını söylerken, bir yerinde de “Ben Roma’ya Öcalan’ı görmeye gittiğimde, Öcalan bana: “Ben davayı bugüne getirdim, bundan sonra da siz yürütün bu davayı” dedi diyor; ama Haydar Bey ona “Sayın Başkanım sen niye ülke ülke dolaştıktan sonra buraya geldin, neden Kürdistan dağlarındaki arkadaş ve yoldaşlarının yanına gitmedin” dememiş.
Herhalde unutmuştur yazar Haydar Bey, ne dersiniz? Doğrusu Haydar Bey ve Haydar gibi düşünen tüm beyinlere pes. Bu kadar palavra ve inkâra ne diyeceğimi bilemiyorum. Çünkü ben 1951 yılından sonra, bulunduğum her yerde, sorduklarında “Kürdüm” diyordum. Bu yaşadığım ülke de de 1975’ten sonra buradaki Kürtleri örgütleyen, onların evindeki Türk bayrak ve Mistê Kor’un portresini duvarlarda indiren kişiyim. Yani Öcalan’dan çok önceleri, kendini Kürd bilen, Kürlük için savaşan, sayısızca şehit veren kişiler ve liderler vardı.
Evet, Haydar Bey’in yazısının tüm içeriliğine dokunmak istemem, çünkü çok uzun olur. Haydar yazısında Ulusal Bilinçten bahsederken, paragrafın birinde: “Oldukça kaypak davranan Barzani sistemi buna en iyi örnektir” diyor. Haydar Bey’e göre Mesûd Barzani ve ailesi Ulusal Bilinçten yoksun ve kaypak. Peki bu doğru mu? O aile ki, kendi ailesinden 38 kişi, -Enfal dönemini saymazsak- aşiretinden de 8000’den
fazla şehit vermiş, ama Haydar Bey’in ve hevallerinin gözünde o kadar kişi bir hiç uğruna şehit olmuşlar. O Mesûd Barzani ki geçen yıl 25 Eylül günü bütün kocabaşların ve üç barbar düşmanın baskılarına rağmen 6 milyon bacı ve kardeşlerini referanduma çağırmış, çağrılan bu 6 milyon bacı, kardeşlerin yüzde 93’ü referanduma “Evet” oyunu kullanmış, ama bu bile Haydar’ı ve hevallerini tatmin etmemiş. Ona göre Barzani ailesi Ulusal Bilinçten yoksun. Haydar Bey’e göre Barzani TC’nin işbirlikçisi. Çünkü bütün alışverişlerini Türkiye ile yaptığı için. Peki sormazlar mi “Kim ile alış veriş yapsın? Deha Haydar Bey ve hevalları bir başka yol göstermiyor, aksine kendilerinin kimlerle alışveriş içinde olduklarını görmüyorlar. Örneğin İran, Irak ve Suriye ile kim ilişki içinde? Ayrıca herhalde Kandil’deki bütün silahlar, Kandil’deki PKK’nın silah fabrikasından çıkıyor. Herhalde oraya Gerillaya taşınan iaşe ve tüm ihtiyaçlar uzaydan Ufolar eliyle Kandil’e ve diğer yerlere geliyor. Ne garip değil mi sayın kardeşlerim, adam kendi gözü-önündeki merteği görmüyor, başkasının gözü-önündeki iğneyi görüp şikayet ediyor. Bir diğer soru. Acaba derin Ulusal Bilinçe sahip Haydar Bey’in ve onun Serok’u Öcalan ailesinden kaç kişi şehit var? Bir diğer soru; “Haydar Bey bugüne kadar ana dili Dımılki ve Kurmanc lehçesiyle kaç kitap ve kaç makale yazdı?” Başka bir soru. PKK’nın legal partisi HDP 80 milletvekili ile Türk meclisine girdi ve hepsi “Ülkenin bölünmez bütünlüğüne, Mıstê Kor’un faşizan devrimlerinin üzerine yemin ederek, yakalarına Türk Ay-yıldızlı rozetini takıp, ayda 15 bin lira maaş alırlarken, onlar Türk işbirlikçileri olmuyorlar, 6 milyon insanın geçimi için Türklerle sadece ticari alışveriş yapan, Kürd milli giysisiyle dünya İmparatoru’nun Beyaz Sarayı’na Ala Rengin ile giren, hakim olduğu Güney parçasında o kutsal bayrağın gölgesinde oturan, ilk okuldan üniversiteye kadar, 6 milyon kendi halkının çocuklarını ana dilleriyle okutan Sayın Mesûd Barzani ve hanedanlığı Ulusal Bilinç’ten yoksul oluyor, 34 yıldan beri kirli bir savaş yürüten ve bu savaştan yüz bine yakın gençlerin, çocukların, kadınların, kızların ve beyin insanının ölümüne, 17.000 iç infaz, 4000 köyün, 10’dan fazla şehir ve kasabanın yerle bir olmasına, koca bir coğrafyanın tarumar edilmesine, 6 milyona yakın insanını düşman metropollerindeki asimilasyon çarkının önüne atan, ülkesinin bir karış toprağını bile özgürleştirmeyen bir harekat ve o harekâtın lider, kadro ve sempatizanlarının Ulusal Bilinçleri yüksek oluyor da, Barzani hanedanlığında Ulusal Bilinç hiç yokmuş. Vay be bizim kahramanlar……….
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, ben Haydar Işık Bey’in yukarıda bahsettiğim makalesini Rojeva Kurdistan sitesinde okuyunca “Avşin” mahlasıyla şu kısa yorumu yazdım: “Sayın Haydar Bey, bende senin gibi bir Dersimli’yim ve seni de iyi tanıyanlardan biriyim. Senin “Kahraman” dediğin Apon, -yazısında Apo’yu övdüğü için- eğer sen gibi onu sevenlere “Her evi bir okul yapın, hayatınızın her alanında ana
diliniz Kürdçeyi konuşun” deseydi, bugün sen böylesine bir yazı yazmazdın. Unutma onun için yüzden fazla kişi kendini yaktı. O ise hiç bir Kürd ile Kürdçe konuşmadı. O Türkçeyi diğer parçalardaki kardeşlerimize bile öğretti. Örnekleri çok. Mesela Hejarê Şamıl. Ya sen Heydo Can, ne kadar Kürdçe biliyor ve yazıyorsun?”.
Sevgili okuyucu kardeşler, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin, benim bu kısa yorumumda hakareti içerecek bir cümle veya bir sözcük var mı? Ama Haydar Bey, benim bu yorumumu hakaret olarak kabul etmiş, hemen site sorumlularına giderek onlardan e-mail adresimi almış, bana: “Ulan alçak, Kavat, hain, ırz düşmanı, şerefsiz, katil, Türk lağımında fare, it, köpek, seni tanımıyorum, kardeşin bana röntgenini verdi” –merhum nankör kardeşim ona ne demiş bilemem.
Min xwedî kir bi nanê xwe, berda canê xwe. Bu mesele çok uzun- bir küfürname yazıp göndermiş. Bunları kim söylüyor? Sözüm ona bir Kürd yazar ve aydını. Kimden öğrenmiş bu küfürleri?
Hiç şüphesiz Serok’undan, hevallarından. Çünkü Serok bütün arkadaşlarına küfür savurarak “Ulan sersemler, eşekler, ben sizi adam ettim” dediğinde, Ali Haydarlar, sırmalı Kaytanlar “Evet başkanım sen bizi adam ettin” diyorlardı. Hevalları ise, onlar gibi düşünmeyenlere ağza gelen en iğrenç küfürleri edebiliyorlar. Bunun sayısızca örnekleri var. Daha önceleri hukukçu avukat, PKK kurmaylarından Ferda Çetin Bey’de Haydar Bey’in küfürnamesine benzer bana bir küfürname göndermişti.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, Haydar’ın bütün bu küfürlerinin içinde beni en çok üzen, bana “Irz düşmanı ve katil” demesi. Ben ki 84 yıllık yaşamında bir kuş, bir tavuk dahi kesmeyen, görerek karıncaya basmayan, tanıdığım bütün kişilerin ve dünyanın dört kıtasını dolaşırken, kimin evinde misafir kalmışsam, onların karısını, kızını, anne ve bacısını, annem ve bacım bilmiş kişiyim. Bu adam bu iğrenç iftiraları neresinden çıkarmış, anlamak mümkün değil. Bu konuda kendisine ne diyeceğimi bilemiyorum. Ancak şunu diyebilirim. “Eğer varsa Allahından bir bela bulsun” diyorum. Başka ne diyebilirim ki.
Hiç unutmam, ben burada diğer iki arkadaşımla Avustralya Kürd Derneğini kurduğumda, o zaman benim bir talebe ve müridim gibi olan ve benden Apocu olduğunu gizleyen Depli -Karakoçan- bir kişi, -ismi bende saklı kalsın- bir gün beni evine davet etti, gittim. Gittiğimde hemen necamêr video teybine bir video kasetini koydu. Avrupa’da PKKlıların bir toplantısına Öcalan telefonla Mesûd Barzani’ye haşşa, haşşa “O…………. çocuğu diyor, beni çağıran zat da gülerek “Doğru söylüyor değil mi Kek Rıza?” dediğinde, “Ulan utanmaz herif beni bunun için mi çağırdın” deyip evinden çıkıp geldim. Bunu kim söylüyordu?
Milyonlara Serok olan sözümona bir Kürd lider. İşte bunun için diyorum, “Kürdler Bu Kafa İle Giderlerse Askere, Alamazlar Teskere”.
Evet, biz birbirini yiyen vahşi yaratıklar gibiyiz. Hep birbirimizi yiyor ve soyumuzu tüketmeye çalışıyoruz. Bizim Ağamız, Beyimiz, Lider ve Parti Başkanlarımız -Mesûd Barzani hariç- hep birbirine düşman gibiler. Bunlar halkımızı düşmana karşı tepki temelinde değil, diğer Kürd lider ve onun tabanına karşı tepki temelinde örgütlüyorlar.
Basit ve net görünen işte size PKK lideri ve ona mürit ilişkisiyle bağlı yüzbinler. PKK ilk çıkarken “Önce iç düşman” dedi ve diğer Kürd örgütlerden yüzlerce beyin insanını öldürerek yok etti. Özellikle KUK ile savaşı, Bucak aşiretini düşman kucağına atması gibi. Daha sonra diğer parçalara giderek, oralardaki kardeşlerimizi, kardeşlerine tepki temelinde örgütledi. 93’te KDP ve YNK ile savaşa girerek binlerce Gerilla ve Peşmerge’nin şehit edilmesine vesile oldu, bugün hâlâ o alışkanlığından vazgeçmiş değil. Kürd’ü, Kürd’e karşı tepki temelinde örgütlüyor. Dört parçadaki durumu bu. Bu kafa ile askere gidilmez ve teskere de alınmaz. Her şeyden önce Kürd liderler modern dünya devletlerinin liderlerini örnek almalılar. Örneğin Birleşik Krallıklar İngiltere, diğer Avrupa ülkeleri, Çin, Japonya, Amerika. Ayrıca kendine “Ben Kürd aydınıyım, yazarım, şairim, siyasetçi ve toplumumu örgütlemek isteyen kişiyim” diyen kişi, hayatın her alanında örnek biri olmaya çalışmalı. Hoşuna gitmeyen söze kızmamalı, onun yanlışını eleştirene “Bu düşman, ajan, hain, Türk işbirlikçisi” dememeli; kabadayılaşarak İstanbul, Tophane, Asmalı mescit ve Kasımpaşalı külhanbeyi gibi küfürlerden uzak durmalı. Şu ana dilimiz Kürdçe ile söylenen sözü bir küpe yaparak kulağına takmalı. Söz şu: “Eger Xoce di nav pargîdanî, ango civatê da fis bike, dê civat jî tirr bike”. Ne yazık ki bizim aydın, yazar, şair ve çoğu seroklarımız fıs değil, hep tırr yapıyor, koku her tarafı sarıyor, toplumun midesi bulanıyor.
Dilerim artık bizim aydın, yazar, şair ve seroklarımız şeylerini biraz sıkar, etrafa koku dağıtmaz, bugünkü kafa ile askere gitmez, modern dünyayı örnek alır, dostunu düşmanından ayırt eder, mazlum, yalın ayaklı halkımızın birlikteliği için çaba sarf eder, Özgür ve Bağımsız bir Kürdistan şiarıyla yurtsever halkımızın arzularına mazhar olurlar. Yine dilerim PKK, gençlerimizi kısırlaştırmakta uzak durur, kutsal aile kurumuna “Köleler yuvası” çocuk ve torunlar anne, baba, dede ve nenelerine “Heval” dedirtmeyi binlerce yıllık kültürümüze “bu yakışmaz” demeyi bir kutsal görev olarak kabul eder, uygun olan sözleri kendi tabanına yaymaya çalışır, Haydarlar da buna ve küfürsüz bir kültürün haydarları olur.
Böylesi bir dilekle, en derin Kürdlük hislerimle tüm dört parçadaki yurtsever Kürd kardeşlerimin yeni yılı olan 2019 yılını kutlar, 2019 yılı bütün dünya halkları için barış, kavgasız, savaşsız bir yıl olmasını, mazlum halkım için de Özgürlük ve Bağımsızlık yılı olmasını diliyorum. Bi a Xwedê
Not: Eger ölmezsem gelecek yazım, “Anılarımdan bir yaprak” olacak.
Yani Türkçe yazılan ”Coğrafyasını Arayan Irmak, Acı ve Yaşam” kitabımdan. Gelecek yeni yılda buluşmak umuduyla.
Saygılarımla.
rizacolpan@gmail.com