Sevgili okuyucular, aslında başlıktaki konuyla ilgili düşüncelerimi Kürdçe, ana dilimle yazmak isterdim, fakat biliyorum, Kuzey parçasındaki Kürd kardeşlerimin büyük çoğunluğu Kürdçe bir yazıyı gördüklerinde, hemen ya yüzünü çevirir ve yahut da o yazıyı bırakıp Türkçe yazılan yazıyı okumaya çalışır, ki kanımca bu da bazıları için bir alışkanlık haline gelmiş. Çünkü Kürdçe okuma yazmayı bilmiyor ve nedense kendini sıkıp öğrenmeye çalışmıyor ve bu da yine kanımca dil ve mensup olduğu ulusu iyice tanımama ve ulusal bilincin yeterince gelişmemesi. Oysa bir halkı, başka bir deyişle bir ulusu tanıtan iki önemli öge ve gerçek unsur vardır ki, bunlardan biri dilbirliği, ikincisi de coğrafik birliktir. Ekonomik birlik, kültür birliği o denli önemli olmayan ögeler. Çünkü her nesil kendine göre yeni bir kültür yaratır ve geçmiş ata kültüründen de yaşadığı gün ve çağa uygun şeylerin kalmasına gayret gösterir. Ekonomik birlik deyince, ben babamla aynı ekonomik birliği paylaşmıyorum. Çünkü o yaşadığı dönem süreci içinde kuru ekmek ve ayran bulmaz, Viski, Kanyak, Rakı ve Şarap ismini duymazken, ben bunları içiyor ve kek yiyiyorum. Ayrıca babam yaşadığı süre içerisinde, bir bisikleti bile görmezken, ben uçaklarla dünyanın dört kıtasını dolaştım.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, aynen böyle. Kısacası ekonomik birlik ve kültür birliği o denli önemli olmayan ögeler diye düşünüyorum. Yani, eğer sen dilini kaybetmişsen, milliyetini belirlemen zorlaşır ve kendini başkalarına tanıtamazsın. Eğer bir evin yoksa, bir başka eve sahip çıkamazsın. Sahip çıkarsan, tıpkı Türk gibi zorba ve barbar olursun. Ama ne yazıkki bizim Kuzey parçasında yaşayan 25-30 milyona yaklaşık kardeşlerimizden yüzbini dahi ana dilini okuyup yazamıyor. Ulusal ruh da o denli gelişemediği için her ev bir okul görevini yapamıyor. Burada ben zavallı halkımı suçlamıyorum. Biliyorum düşman zalim ve barbar, ama halkımızı yöneten Ağa, Bey, Şeyh, Seid ve liderlerin büyük suçu olduğu bir gerçek. Onlar halkına “Her evi bir okul yapın” deseydiler, zalim Türk devleti her eve bir jandarma ve ya polis mi koyacaktı? Kanımca hayır. Kısaca bu konuda suçun büyüğü benim yukarıda adını verdiğim kişilerde. Yani Ağa, Bey, Şeyh, Seid ve sözümona günün siyasi parti liderlerinde, ki bunlar hem evlerinde ve hemde parti, dernek toplantılarında hep düşman diliyle konuşmakta ve o dil ile halkımızı eğitmekte ve örgütlemektedirler. Çok yazık.
Evet sevgili okuyucular, bu bizim gerçeğimiz. Bu gerçek hergün içimi sızlatıp acıtırken, son günlerdeki Güney parçamızın durumu da beni ve sizi son derece üzmektedir, bunu biliyorum. İşte böylesi bir ruh-haliyle başlıktaki konuyu nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kürd Edebiyatına Yeni Bir Armağan” deyip başlık attım. Evet gerçekten kendisini şahsen tanımadığım ve gıyaben tanıdığım, İnternet Navkurd sitesinin koordinatörü -zaman, zaman benim de bu site de yazılarım yayınlanır- Sayın İkram Oğuz kadeşimin yazdığı “RÊWΔ yani Türkçesi “YOLCU” adlı kitaptan bahsetmek istiyorum.
Bu kitap 287 sayfa ve iki ay önce İstanbul, Doz yayınları arasında çıkmış; buraya, yani Sydney’e bizi görmeye gelen iki yeğenim bana getirdi ve iki günde okuyup bitirdim. Çünkü kitap okuyucuya “Beni oku” diyor, hele kapak tasarımının renkliliği ve yazıların netliği okuyucuyu hiç yormuyor.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim gerçekten böyle ve ben daha önce İkram Oğuz kardeşimin “MÎRO” adlı güzel romanını okumuş, o kitap için görüşlerimi Kürdçe ana dlimle şu başlğı atarak, “Pitûka Lîyaq, Romana Îkram Oxûz” demiş, kitap hakında fikir ve görüşümü beyan etmiştim. Gerçekten de İkram kardeşimin MÎRO” adlı romanı da Kürd Edebiyatı içinde laik olduğu yeri almıştır diye düşünüyorum. Kitap temiz, sade bir Kürdçe ile yazılmış bir eser ve içerik olarak da bizi bize tanıtan bir gerçeğin hikâyesi. Eminim her okuyan Kürd yurtseveri üzülerek “Em in ev gela” diyecektir. İkram kardeşimizin yeni kitabı “RÊWΔ ise gerçekten güzel bir roman ve Kürd Edebiyatına pahası biçilmez bir armağan. Ben kitabı okumaya başladığımda, kitap beni çocukluğuma, yani 71 yıl öncesine götürdü. Roman kahramanı Tajdin, Tajdin değil, sanki bendim. Ayrıca Karslı Kürd öğretmen Eli Rıza, Karslı Eli Rıza değildi, ŞİLK adlı okulda beni üçüncü sınıfa kadar okutan Sayın Kemal Burkay’ın köylüsü Hıdır Yeşiltepe, Kurkuruk okulunda dört ve beşinci sınıfı okutan, Dep’e bağlı -Karakoçan- Golan köyünden Haydar Akbayır ve Mezra Reş -Mezra Reş, köyüm Kupık ve Kurkuruk’un kuzeyinde, kırklar adlı dağın arkasında- Mustafa Şahin idi. Hele Quli köylüsü, Tajdin’in nenesi Kewê merhum annem İnci, dedesi Kalo’da merhum babam Ali, köy muhtarı da bizim -o zaman- Memed Aliyê Ezîmê idi. Ayrıca Roman kahramanı Tajdin’in babası Selahaddin, -yazar Sılhedin yazmış- asker iken babasına gönderdiği mektubu okuyanın olmaması ve zavallı Kalo oğlunun mektubunu Xelil Ağa diye birine götürmesi, Xelil Ağa’da mektubu kendi xulamına okutması, beni yine 76 yıl geri götürdü. O zaman çocuktum ve bugünkü gibi aklımda. Bizim köyde ilk defa zalim Türk devletine askerlik yapan Keko Yılmaz’dır. -Keko Yılmaz Baba Mansur aşiretinde bir Seid, yani Dede- Keko Yılmaz bir aylık evli ve bir tek kelime Türkçe de bilmezdi. Onu Samsun’a göndermişlerdi. O, orada dört sene askerlik yapmış ve bu süre içinde sıhhıyeci olmuş, çat-pat da Türkçe ve okuma-yazma öğrenmişti. Hâlâ sağ yaşıyor, yanılmıyorsam, yaşı yüzün üstünde. Onunla o dönemde askere alınan bir diğer kişi de Derwêşwelîyan köyünde Keko Yılmaz Dede’nin talibi, “Apıkê Eyşê” dediğimiz adamın oğlu Hasan idi. -Apık, Derwêşgewr aşiretinin bir bireyi idi- Hasan’da askerlikte Türkçe okur-yazar bir arkadaşına babası için bir mektup yazdırmış. Mektup köye geldiğinde, Apık amca da aynen Kalo gibi mektubu alıp Türkçe okuma yazması olan Xıran aşiret reislerinden biri, Mezra Bazınan’daki Hüseyin Ağa’ya götürüp okutur, Hüseyin Ağa mektubu okur, tercüme ederken, birden Apık amca heyecanla ayağa kalkarak, “Hellaaaah-hellaaaaah, helaaaaah, qurbana işe wî Xwedê bim, Apıkoğli Hesen Demir, -Zalim devlet o aileye Demir soyismi vermişti- Mala me mala Dewrêş Alîyê, li çar koşeyê dinê azmîş, bozmîş kirîye” diyor ve etrafındaki herkesi güldürür. Onun bu lafları birden her tarafa yayılmıştı, ki bende zaman zaman o merhum derwêş budalanın taklitini yapar, etrafımdakilerini güldürürdüm. -Anılarımda da ondan bahsetmişimdir- Çünkü çocukluğumda köyün qeşmer ve komedisi idim ve herkesin konuşma ve yürüyüşlerinin taklitini yapar, çoğu kez de babam ve abimden dayak yerdim.
Evet, romandaki Tatos’a bağlı Quli köyünde okulun nasıl yapıldığı ve köylünün okul için kaygılarını, köydeki köylülerin, İslâmcı mollaların konuşmaları ve köye gelen Şeyh’in gelişi, köylünün Şeyh’e karşı davranışı, “Nazmi Çavuş” denen karakol komutanın köylüye karşı zalimane davranışını okurken, yine 72 yıl geriye gittim. Yıl 1949, Kurkuruk -Qurqurık- köyünün Zênan adlı mahallesinde yapılan okul. Oraya gelen Muhundu -Moxındî- Karakol komutanı, jandarma ve okul ihalesini alan müteahit’in kuruş harcamadan bütün işi köylüye yaptırması, aynı Quli’deki okul nasıl yapılmışsa. Dereler kenarından babamla kumu nasıl toplayıp, eşeğe yükleyip götürdüğüm o günleri yeniden yaşadım. Ayrıca Tajdin’in okul hayatı ve hayâlleri, kardeşleriyle ilişkileri. Köye ilk gelen Ordulu genç Mustafa Kılıç’ın durumu ve ondan sonra köye gelen Karslı Öğretmen Eli Rıza’nın davranış ve Tajdin’e nasihat ve önerileri. Tajdin’in onun küçük kızına duyduğu duygu ve Kürdün eliyle Kürdün asimile edilmesi. İşte ben bunları okurken, “Ben Tajdin oldum” diyebilirim. Yani kader birliği arkadaşım.
Evet beni iki ay beşinci sınıfta okutan Ermeni asıllı Kaya öğretmenimi hatırlarken ağlayıp gözyaşı döktüm. O, üvey ağabeyimin -anadan- beni okuldan uzaklaştırma isteğini duyunca, köye gelmiş, anne ve babama “Bu çocuğu okutun” demişti, ama ne yazıkki ağabeyim bütün kitaplarımı yakarak, annem, babam ve beni de döverek, benim terki-welat olmama sebep olmuştu. İşte o gün, bugün. Tajdin’de öğretmen okulunun imtihanı için Erzurum’a giderken, dayısıyla birlikte bir otelde, polislerin otelde buldukları bir tabança için, onu ve dayısını gözaltına alıp, işkence etmeleri ve Tajdin’in imtihan gününe yetişmemesi, kaderin yüzüne gülmemesi ve köyüne dönmesi, daha sonra da ailece Erzurum’a yerleşmeleri,Tajdin, her yıl onun köyüne gelen, bir Reisicumhur gibi karşılanan Şeyh’in otelinde önce çırak, sonra otel katibi olması, daha sonra oradaki yaşamı ve o dönemin sol üniversite gençleriyle tanışması, geçliğin çeşitli eylemlerine katılması, zaman zaman öğretmeni Eli Rıza ile mektuplaşması ve en son kendini zalim devletin hapishanesinde, öğretmeni Eli Rıza ve otel sahibi Şeyh ile bulması. Eli Rıza, Tajdin’in ona gönderdiği mektuplar için, Şeyh’de onu otelinde çalıştırdığı için üçünün işkenceye alınması.
Kısacası roman, gerçek bir yaşamın romanı ve Kürdçe dili de gayet sade. Her Kürdçe okuyan ve yazan, bu güzel romanı zevkle okuyacağına inanıyor ve İkram kardeşime de bu güzel romanı Kürd edebiyatına yeni bir armağanı olduğunu düşünüyor, kendisini bu güzel eserden dolayı kutlarken “Ellerin, tuşa basan parmakların ve bu güzel eseri sana yazdıran beynine sağlık” diyor, böyle güzel eserleri yazman dileğiyle gözlerinden öper, her türlü çalışmanda başarılar dilerim. Dilerim her Kürdçe okuyup yazan Kürd, bu güzel eseri alıp okuyacak, İkram’ı kutlayacaktır. Böylesi bir dilekle.
Kek Îkram tu her bijî û her hebî. Silav û rêz.
Riza Çolpan,
Sydney.
Not:
Yeğenlerim İstanbul’dan -isteğim üzerine- bana üç kitabı Medya kitapevinde satın alarak getirdiler. Biri Kürdçe, yukarıda ismini beyan ettiğim RÊWÎ, biri Selahaddin Demirtaş’ın “Seher” adlı öyküsü ve diğer biri de Mahmut Alınak’ın “Mehmet Tunç ve BÊKES” adlı kitabı. Selahaddin’in “Seher” adlı öykü kitabında 12 öykü var, ki bence o denli öğretici ve ilgi çekici öyküler değil. Selahaddin’i şahsen sever, onun dinamik ve hatip ruha sahip bir kişi olduğuna saygı duyarım, ama öyküler o denli ilgi çekecek öyküler değil ve o denli de edebi bir dille yazılmamış. Fakat Mahmut Alınak’ın kitabı Mehmet Tunç ve BÊKES, gerçekten çok güzel. Kitap “Beni oku” diyor okuyucuya. Gönül isterdi Mahmut bu şaheser kitabını ana dili Kürdçe ile yazıp, Kürd Edebiyatına armağan etseydi. Bugüne kadar Mahmut’un üç kitabını okudum. Biri Şêro’nun Ateşi, ikincisi “Aşk, Hicran ve İsyan” ve üçüncüsü de yukarıda dediğim Mehmet Tunç ve BÊKES adlı kitabı. Mahmut’un “Aşk, Hicran ve İsyan” adlı kitabı şiirsel bir dille yazılmış, ki hikâye bir Kürd gencin ve bir Ermeni kızın aşk hikâyesi. Gerçekten çok güzel bir Türkçe diliyle yazılmış. Okumayı seven herkesin Mahmut’un bu kitaplarını okumalarını tavsiye ediyor, Mahmut’a da “Mamo tu her bijî, dest û pêyên te neêşin”” diyorum. Saygılarımla.