Sevgili okuyucular, uzun bir zamandan beri, arasıra belirli internet sitelerine yazı yazarken, bir kaç kez de “Ben bir siyaset yorumcusu değilim” demiş ve yazmıştım. Şimdi ise aynı sözümü tekrarlamakta fayda
görüyorum. Ben ülke ve dünya siyasetini yurumlayabilecek, bu doğrultuda yeni objektif ve bilimsel fikir beyan edecek kişi değilim. Her ne kadar yaşamın her alanı siyaset olsada, siyaseti eksiksiz
yorumlayabilecek güç ve bilgiyi kendimde bulamıyorum. Yani bu bilimin okulunda okumadım. Ben 82 yaşıma girmeme rağmen, hâlâ kendimi sosyal yaşam okulunun bir öğrencisi, birinci sınıfta okuyan bir talebe gibi hissediyorum.
Birinci sınıfta bir öğrenciyim, ama gözlerim var görüyorum, kulaklarım var duyuyorum, küçücük aklım var onunla düşünüyor, bir oyuncak evinin nasıl yapılması gerektiğini benden büyük insanlardan duyuyorum. Çünkü onlarda çocukluk dönemlerinde aynı evin nasıl yapılması gerektiğini büyüklerinden duymuş ve öğrenmişlerdir. Yani geçmişi, yenilere aktaran büyükler. Küçükler geçmişi anlatan büyüklerin masal, fıkra ve tüm söylenceleri beyinlerine kazar ezberler, orada saklar ve unutmamaya çalışırlar. Kısacası onlar yaşamın bir okul olduğunun bilincine varırlar. O okul, ilkokul, çocukluk dönemi. Ortaokul, ergenliğin başlama noktası. Lise delikanlılık, dünyayı toz pembe görme zamanı. Üniversite ise, insanikâmil olma döneminin başlangıç noktası. Bu dört ayrı okulda okuyan kişilerin gözleriyle gördüklerini, okuduklarını, görmediklerini de, kitapların sayfalarında okuyarak, olanları yaşayan, gören büyüklerden duyar ve öğrenirler. Yani olumlu ve olumsuzu.
Doğruyu ve yanlışı. Güzeli ve çirkini. Acı ve tatlıyı. Haklıyı ve haksızı. Dostu ve düşmanı. Kısacası insan bu bilgileri önce evde, sonra okullarda ve daha sonra da içinde yaşadığı toplumdan duyar ve öğrenir.
Hiç bir insan bir başkasına düşman olarak dünyaya gelmez. Zaten geldiği zaman hayvandan daha hayvandır. Kendini ateşten, yabanı hayvanlardan korumasını bilmediği gibi, kendi gücüyle de ayağa kalkıp
yürüyemez, elleriyle su içemez, yemek yiyemez, dili var konuşamaz. Kırk güne kadar kördür. Ağlar, ama gülmeyi bilmez.
Peki onu büyüten, güldürmeyi, yemeyi, içmeyi, ayağa kalkıp yürümeyi, korkuyu, konuşmayı öğreten kim?
Hiç şüphesiz önce ana-baba, evdeki kardeşler, amcalar, daha sonra da içinde yaşadığı toplum.
Çocuk önce herşeyi anne-baba ve ailesinden alır, sonra içinde yaşadığı toplumdan alarak şekillenir. Bu şekillenme olumlu olacağı gibi, olumsuzda olabilir.
Uygar bir toplumda, istisnalar dışında, her insan uygar birer insan olur. Olay ve olgulara aklı-selimle bakar. Olay ve olgulara yaklaşımı ve yorumu genelde sağlıklı olur. Uygar olmayan toplumlarda ise insanların olay ve olgulara yaklaşımı farklı olur, ama içinde yaşadığı toplumun geçmiş doğru ve yanlışlarını, -eğer sağır ve kör değilse- muhakkak duyacaktır. Tıpkı biz Kürdler gibi.
Biz Kürdler “Uygar bir toplumuz” diyemeyiz. Ama biz geçmişimize çok bağlı bir toplum olduğumuz da ayrı bir gerçek. Yani geçmişte bir şeye inanmışsak, o inanca dört elle sarılır, onu bırakmak istemeyiz. 1400
yıl önce bize zorla empoze edilen bir inancı, bugünün modern inancı olarak görüyor ve onun için hem birbirimizi ve hem de o inancı öğretenlerin torunlarının kulu, kölesi ve silahı oluyuruz. Yani eger biri kalkar da “Yahu ben 1400 yıl önce atalarıma kılıç zoruyla kabul ettirilen bir inancı bugün kabul etmek zorunda mıyım? Ben bugünün insanıyım, dünyanın öküz boynuzları üstünde döndüğünü savunan insanların çağdaşı değilim” derse, “Kâfir, katli vaciptir” denilir ve gereği de yapılır.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bunları niçin yazıyor ve sizin kıymetli zamanınızı alıp başınızı ağırtıyorum? Muhakkakki bir sebebi olmalı. Ben tarihi ve tarihin çiroklarını çok seven biriyim. Çocukluğumda bir çok çirokları, fıkra, akıl-dışı uyduruk söylenceleri, mertlik ve namertlikle gelişen sosyal olayları ve bunlarla bağlantılı kahramanlık ve korkaklık hikâyelerini çok dinledim. Büyüdükçe daha önce ezberlediğim bu gibi hikâye ve uyduruk söylenceleri sık sık çeşitli insanlara söyledim ve halende söylemekteyim. Söylerkende onların içindeki doğru ve yanlışlarını da bilincim oranında yorumlayarak anlatmaya çalışıyor ve mümkün mertebe herkese “Bunların içinde doğrular varsa ve bu doğrular günümüz kosullarına cevap veriyorsa
bunları alın beyninizin içinde saklayın, ötekilerini çöpe atın” diyorum. Diyorum, ama dinleyen kim.
Bakın kardeşlerim, doğup büyüdüğümüz binlerce yıllık o cennet misali ana yurdumuz Kürdistan, ilk önce 612 miladı yılından sonra barbar ve zalim çöl Araplarının hışmına, istilasına uğradı. Atalarımızın kanıyla
değirmenler döndürülmesine rağmen, biz o zalim barbar düşmanı kendimize kurtarıcı Tanrı, Peygamber yaptık. Her yıl binlerce insanımız gidip o baş düşmanın mezarını ziyaret edip hacı olmaya çalışıyor. Her dara düştüğümüzde de o ebedi düşmanımızı imdada çağırıyoruz. Ayrıca hiç bir insanın gidip gözleriyle görüp gelmediği bir dünya, cennet, cehennem, sırat köprüsü ve her mümin kişiye 70 huri masalına inanmak ve günde beş sefer bilinmiyen soyut kişiyi imdadımıza çağırmak; onun için insanı dahi kurban etmek. Aklın kabul edeceği bir şey değil. O soyut, fakat yüce varlığın bu tür vahşetlere ne ihtiyacı olabilir?
Gelelim sonrasına.Yani 1071 yılına. Bu yılda biz bir barbara, kann emicisine kucak açıp kardeş deyip, bağrımıza bastık, baş-belamızı kendimiz yarattık. 12’inci yüzyıla geldiğmizde ise bütün varlığımızı bir uyduruk inanç için götürüp eski düşmana teslim ettik ve 1789 Fıransız burjuva devriminden sonra, özellikle de 1806, yani 207 yıldan bu yanı üç zalim düşman tarafından bizim kızıl kanımızla ülkemiz kangölüne dönüştü ve bugün de o kan gölünde boğuluyoruz.
Evet, neden o ana yurdumuz bize kangölü olmuş, biz kendi kardeşlerimizin kanında boğuluyoruz? Bunun muhakkak bir sebebi olmalı, değil mi?.
Sebep bizim cüce, düşmanlar ise her biri birer Rüstem’î Zal midir?
Hiç şüphesiz hayır. Boyumuz, pozumuz düşmanlardan daha narin, daha güzel ve çeleng. Fiziki olarak onlardan güçlüyüz. Çünkü dağlıyız, gücü o kutsal dağlarımızdan almışısız.
Peki eger biz böyle isek, neden onların sömürgesi, kulu, kölesi, kurbanlık koçu olmuşuz?
Neden net ve açık. Yani dostu, düşmandan ayırt-etmeme bu bir. İkincisi ağacın kurdu gibi içinden çıktığımız ağacı yeyip bitirmek. Birlik olmayı bir türlü becermemek. “Bir elin nesi, iki elin sesi var” deyişini kendimize şiyar etmeyişimiz. Düşmanlara karşı gücümüzü kardeşçe birleştirmemek. Kendi şahsi çıkarımızı, parti çıkarını genel halkımızın çıkarı önüne koyduk, koyuyoruz. Bir kavga sonucu gücümüz yetmediği kardeşimizi, düşmanla birlik olup onu dövüp öldürüyoruz. Bunun örnekleri çok. Çocukluğumun beş yılını saymazsak 77 yıldan beri bu olumsuzluğun bir şahidiyim. Ya öteki 130 yıl önce yapılan tarihi yanlışlar? 1847-48 Yezdan Şêr’in ihaneti? 1880 Şêx Übedüllah dönemindeki Kürd aşiretlerin davranışları? 1921-22 Koçkiri başkaldırısının sonuçları, hain Gınili Murad’ın alçaklığı. 1920-22 Şêx Mahmut Berzenci ve Simko Ağa’nın zalim düşman Kör Mısto’ya inanmaları ve zalimi dost görmeleri. 1925 Şêx Seid, 1927-32 arası Ağrı, Zilan ve 1937-38 Dersim katlıamlarının nedenleri ve diğer başkaldırılar. 1946 yılında Mahabad Kürd Cumhuriti’nin kurulması ve bir yıl sonra yıkılma sebepleri ve son olarakda 1984 yılından bugüne kadar süren PKK’nın yanlışları.
Evet, ne yazıkki bu kadar uzun bir zaman süreci içinde ne halkımızın geneli geçmiş tarihinden ders aldı ve ne de sözüm ona kendilerini birer kahraman ve kurtarıcı gören Kürd liderler dostu düşmandan ayırtetti. Hem kandılar, asıl düşmanlarını dost ve kardeş gördüler ve hemde çokları düşmanın dar ağacında can verdi. Bunların biri de şu sözüyle tarihe mal olan Cemilê Çeto idi. Onun boynuna düşman kırnapı taktığında Kürdçe şöyle haykırdı: “Hey Cemilê Çeto, Cemilê Çeto, Dı Kerê da Keto” derken, Hasan Hayrı başka bir şey söylüyor ve Kürdistan şehitlernden bahsediyordu, ama çok geç kalmıştı. -Şêx Abdulkadir’î ve ötekilerini saymıyorum.
Gelelim düne ve bugüne sevgili kardeşlerim. PKK’nin çıkış noktasından bugüne kadar yaptığı bütün yanlışlarını saymakla bitmez bana göre. Ama bu yanlışları gören pek az insan oldu. Ayrıca görüpte bu yanlıştan rant temin edenler hep sustu, düşmanı halka dost gösterdi. Bin yıllık Türk-Kürd kardeşliğinden, 1400 yıllık İslam kardeşliğinden bahsedildi, ama hiç birisi bu yüzyıllar içinde bu kardeşlerimizin bize neler
yaptıklarını, ya da ne verdiklerini anlatmadılar. Bin yıllardan beri bizim olan malımızı, mülkümüzü işgal ettikleri gibi, dilimizi, kültürümüzü, müzik ve tarihimizi, hatta ve hatta insan olma varlığımızı dahi inkâr ettiler, namusumuzu bile kirlettiler, biz hâlâ bu barbar canavarlara “Kardeş, İslam kardeşi” diyoruz. Wey ax li serê
min be.
Evet, acıdır ama bir gerçek. Dün 10’dan fazla şehir ve kasabalarımızı yerle bir eden, 10 bine yakın insanımızı barbarca katleden, çıplak kız şervanımızın ölü cesedini arabanın arkasına takarak halka teşhir eden barbar canavarlar, bugün ise 6 milyon insanımızın özgür iradeleriyle vekil seçilen ve “Biz bin yıllık kardeşiz, kimse bizi birbirimizdenayıramaz” diyen kişiler, bugün dêlegurın enik ve bocilerinin elleriyle
zındanlarda ömür tüketiyorlar. Neden? Çünkü düşmanı tanımadılar. Geçmiş tarihlerinden ders almadılar. 15 bin TL maaş î, 25-30 milyonluk zavallı halkımızın çıkarı ve özgürlüğünün önüne koydular. Kısacası bu kişi ve Kürd Selahaddinler bugün dêlegur eniklerinin şikeft ve qullarında kuzu eti gibi yemek halindeler, ne yazıkki o 6 milyon oy veren kitle gereken reaksiyonu göstermemekte. Neden? Çünkü bunlar zavallı halkımıza gerçek dostun kim, düşmanın kim olduğunu söylemediler. Bunlar 25-30 milyonluk bir halkın kaderini düşman elinde tutsak olan birine bağladılar. Hâlâ da bunda israr ediyorlar. Yani bütün iradelerini bu adamın dudakları arasından çıkan sözlere teslim etmişler, ki bu çok yanlış bir yaklaşım ve siyaset tarzı.
Sevgil okuyucu kardeşlerim, tarihe dalınca, bazen gözyaşlarım coşkun bir ırmağa dönüşür ve ağlamam uzun sürer, dinleyenler gözyaşlarıma ortak olmaz, ben ise hep ah çeker ağlarım. Dilerim ağlamam sizi
rahatsız etmez. Eger rahatsız olmazsanız bu dediklerimden sonra, size geçmişe dönük bir Kürd tarihi kişiliğinin düşmanını nasıl görüp vasıflandırdığını anlatıp yazıya son vermek istiyorum. Zaten yazının
başlığı da “Düşmanlarını Dost Bilen Biz Kürdler”dir. Biz Kürdlerden bu kişilerin haddi-hesabı yok. Geçmişte biri de Bitlisli Yusuf Ziya Bey’dir. (1882-1925). Müsadenizle onun 1923 Lozan Konferansı sırasında Zalim Türk Meclisinde, Lozan Konferansında Kürleri savunan İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Curzon’a karşı kin kusan konuşmasını size sunmayı bir görev biliyorum. Belki içinizde bu konuşmayı okuyanlar olmuştur, biliyor, ama ben bilmeyenler için tam metni aşağıya alıyorum. Okuyun ve ben gibi “Em in ev gela” deyin.
BİTLİSLİ YUSUF ZİYA BEY’İN (1882-1925) TÜRK MECLİSİ’NDEKİ MEŞHUR MUSUL KONUŞMASI!
Evet o gün Musul, bugün bir başka Musul. Pêşmerge kanıyla gölleşen
tarihi Musul. Dêlegur eniklerinin sahip olmak istedikleri Musul. Olurlar mı, olmazlar mı bilemem. Dilerim ihanetçiler çıkmaz.
Konuşmanın Tam Metni.
Yusuf Ziya Bey: -Lozan Sulh Konferansında esnay-î müzakeratta İngilizlerin Baş murahhasları Lord Curzon bizlere, evvet Kürd arkadaşlarımıza tecavüz, taarruz ediyor. Ve buna maatteessüf murahhaslarımız lâzımı veçhile cevap vermemişler. Müsaade-î aliyenizle bu kürsüden Lord Curzon’a cevap vermek istiyorum. (Hepimiz iştirak ediyoruz sesleri)
Arkadaşlar Lord Curzon Kürdistan’dan gelen mebuslar Mustafa Kemal Paşa tarafından tayin edilmiştir diyor. Hüseyin Avni Bey (Erzurum)
-İngiltere’de olur öyle şey, Türkiye’de olmaz.
Yusuf Ziya Bey (Bitlis) Kürd arkadaşlarınız için cahil ve Kürdleri temsil etmiyor diyor. (Kendi cahil sesleri) Cehaletin manası eğer İngiliz siyasetine uymamak ise, biz itiraf ederiz ki cahiliz. (Bravo sesleri)
Tunalı Hilmi (Bolu) -İngilizler dokuz asırlık meşrutiyete malik olduklarını söylüyorlar. Onlar utansınlar.
Yusuf Ziya Bey -Cehalet İngilizlerin senelerden beri ilkaat ve ifsadatına kapılmamak demekse biz itiraf ederiz ki cahiliz. Arkadaşlar! Mebuslar tâyin değil intihab edilir. (hey hey sesleri) (Millet reşittir sesleri) Bir millet mebuslarını intihab eder. Bu hakikat, bu bariz hakikat karşısında Lord Curzon eğer kıyasen söylüyorsa, eğer İngiltere’de mebuslar, Lord Curzonlar, Lıoyd George’lar tarafından tâyin ediliyorsa o, buna nazaran söylüyorsa mazhurdur. Çünkü kıyasen söylemiş olyor.
Sırrı Bey (İzmit) -İngilizler bu intihapta iki milyon lira sarf etmişlerdir.
Yusuf Ziya Bey -Yok hakikati bilerekten, hakikatin hilâfına siyaset yapmak için söylüyorsa, bu kasd-ı mahsusla gelişigüzel söylüyorsa….
Hacı Şükrü Bey (Diyarbekir) -Halt etmiş.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Beyanatın kasdettiği hakareti, beyanatın ifade ettiği hakikati bütün mânasi ile kendisine bu kürsüden reddediyorum ve arkadaşlarımda reddediyor. (Hay hay bizde reddediyoruz sesleri) (Alkışlar) Arkadaşlar burada, Millet Meclisinde Mustafa Kemal Paşa’nın tâyin ettiği mebuslar, uşaklar yoktur. (Bravo sesleri) (Alkışlar)
İsmail Subhi Bey (Burdur) -Fakat İngilizlerin tayin ettiği Hicaz Kralı vardır.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Burada büyük bir milletin vekilleri vardır. Öyle bir milletin ki senelerden beri İngilizler bütün mevcudiyetleriyle, bütün varlıklariyle onları isfada çalıştığı halde, yine onlar Lord Curzonların isfadatını dinlememiştir ve onlar, âtisini müdrik bir milletin vekilleridirler. (Bravo yaşa sesleri) Arkadaşlar
Lord Curzonları o kanaatte yaşayan insanlar hâlâ bu milleti Mustafa Kemal Paşalarla tanıyorlarsa pek ziyade aldanıyorlar. (Bravo sesler)
Dursun Bey (Çorum) -Mevzu güzel devam.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Hâlâ Mustafa Kemal Paşalara kudretler, kuvvetler, birçok selâhiyetler isnad ederek burada bir meclis değil, bir paşa olduğunu farz ediyorlarsa çok hata ediyorlar. Burada ancak ve
ancak bir milletin kanaatinde hür, reyinde hür mebusları, vekilleri vardır. (Bravo sesleri) Paşa Hazretleri, buradaki arkadaşlarından mütekabil olmak şartiyle fazlaca hürmete mazhardırlar. (hey hey sesleri) Bundan başka Paşa Hazretlerinin, ne fazla bir selâhiyeti, ne fazla bir kuvveti ve ne de bir kudreti ve ne de dedikleri gibi mehbusları milletvekillerini tâyin edecek bir selâhiyeti vardır. ( O Ankara mebusudur, bir mebusdur sesleri.)
Necib Bey (Mardin) -Yusuf Ziya Bey, Lord Curzon’u tekzib eden mazabıt-ı intihabiyemizdir.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Arkadaşlar, Lord Curzon’a cevap vermek için nazar-ı dikkatinizi maziye, biraz geçmiş günlere rica edeceğim. O günler ki, ancak o günlerden bugünler görülür. O günlerden bugünkü
hakikatin mahiyeti tezahür eder. 16 Mart hâdisesi tahaddüs etmiş, müteveffa Osmanlı İmparatorluğu bir inkiraz herc ü merci içinde çırpınıyor. Wilson’un mahut projesi hâlâ milel ve akvamı aldatacak bir kıymeti muhafaza ediyor. Avrupa’nın siyaset elçileri hâlâ milel ve akvama hak, hukuk vereceğinden bahsiyle haykırıyor, bağırıyor. Hülâsa bir kahkahanın teranesi çınlıyor. İşte o günlerde Büyük Millet Meclisi
içtimaa davet edilmiş, halka mebuslarının intihabi lüzumu tebliğ edilmiştir. Arkadaşlar! İşte bugünlerde Kürdler serbest sahada ve hiçbir tazyik altında olmayacak bu intihaba iştirak ettiler. Eğer Kürdler ayrılık, gayrılık gütseydiler bu intihaba iştirak etmez, bu intihaba arkasını döner, fikrini terviç için çalışırlardı. Hiçbir
vakit, hiçbir tazyik onları o yollarından çeviremezdi.
Hüseyin Avni Bey (Erzurum) -Mütarekede gönderdikleri paralar yine kendi yüzlerine çarpıldı.
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Arkadaşlar İngilizler, bütün milyonlarıyla, altınlarıyla çalıştıkları halde, Kürdler, bu intihaba iştirak ettiler, bu intihaba iştiraklariyle yalnız bu gayeyi istihdaf ettiler, o da Türk kardeşleriyle teşri-i mesai etmek……
Hacı Şükrü Bey (Diyarbekir) -İstanbul’a giden Meclis-i Mebusana bile intihab edilmedi dediler. (Namusuzdur sesleri)
Hakkı Bey (Ergani) -Namuslu olduğunu kim iddia ediyor? Namus yok ki herifte…..
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Arkadaşlar, Kürd vatandaşlar, bütün kanaatlerini bir umdede topladılar, o umde, o gaye ise Türklerle tevhid-i mukadderat. Çünkü mevcudiyet, çünkü varlık, çünkü esaretten kurtulmak bu umdeye muhavveldir. (Bravo sesleri) Arkadaşlar; eğer Lord Curzonlar Kürdlerin hak ve hukukundan bundan on beş sene evvel bahsetseydiler korkarım ki, bir tesir bırakır, bâzı dimağları ifsad edebilirdi. Fakat Kürdler, Kürd münevverleri Arnavutluğun akibetini görüp dururken Irak’ın Suriye’nin akibetini görüp dururken, Irlanda’nın saday-ı matemini işitirken hiçbir âkibeti, hiç iğfalâta doğru gidemezler. (Alkışlar) Hiçbir gaye gütmezler. O sadalar, o yalancı sesler hiçbir kimseyi iğfal edemez ve mücerret kendi kendilerini aldatırlar. Binaenaleyh arkadaşlar; işte o günlerde, o kara günlerde bu camialarda intihaba iştirak eden ve bizi bu mahiyette intihap ve izam eden milletin biz vekilleri Lord Curzon’a bağırıyoruz ki; biz Küristan’in hakiki vekilleriyiz. Senden ve senin siyasetinden Musul’u istiyoruz ve alacağız!… (Bravo sesleri alkışlar); (Musul’a hırsızlıkla girdiler sesleri) Arkadaşlar; bu hakkımızı, bu hukukumuzu Avrupa siyasileri teslimde tereddüd etmemeli ve gecikmemelidir. Tereddüt ederler ve gecikirlerse, petrol kuyularındaki İngiliz siyasetinin yanı başında kanlı kuyular hazırlanacak yine o Kürdlerdir. (Brave sesleri, alkışlar) Binaenaleyh arkadaşlar biz hakkımızı taleb ediyoruz ve haklı bir sada ile bütün beşeriyete bağırıyoruz ki, bizim hakkımızı vermelidir. Hakkımızı taleb ederken, hakkımızın karşısında Lord Curzonların iğrenç sadalarına kulaklarımızı tıkıyoruz,
Lütfi Bey (Siverek) -Rica ederim Ziya Bey Lord demeyiiz, Kurt deyiniz! (Handeler)
Yusuf Ziya Bey (Devamla) -Arkadaşlar, bu hakkımız teslim edilmezse, o beğenmediği Kürdlerin elleriyle hafr edeceğimiz kuyularda İngiliz siyasetini boğacağız. Allah şahit olsun! Binaenaleyh, biz tâlibi-i hakkız. Hakkını, hukukunu taleb edenlerin yardımcısı Allah’tır. (Alkışlar, bravo sesleri) Reis-Efendim, müsaade buyurunuz, ruznamede bu hususta bir şey yoktur. Yalnız bugünkü gazetelerde bu bapta bir havadis vardır. (Gürültüler)
Şeriye Vekili Vehbi Efendi (Konya) -Efendim, arada Türklük ve Kürdlükten bahsolunuyor. Bu Mecliste Türk, Kürd yoktur, bir Kütle-i İslamiye vardır ve bu Kütle-i İslamiye içinde cahil bir fert yoktur; cümlesi münevverdir”. (1)
Yusuf Ziya Bey (2) çok önemli konulara temas etmiş oldukça ileri görüşlü ve demokrat bir kişilik ortaya koymuştur. Mütareke dönemlerinde İngilizlerin Kürdleri koparmak için çalıştıklarını ve bunun için hadsiz alıntılar sarf ettiklerini ifade etmişti. Kürdlerin özgür iradeleri ile varlıklarının devamını Türklerle birlikte olmakta gödüklerini açık bir şekilde beyan etmişti. Ayrıca zaferden sonra ülke üzerinde herhangi bir gücün diktasını kabul etmeyecekti.
1-T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, Yüz sekseninci içtima, 25. 1. 1339 Perşembe, Cilt 26.
Not: Bu bilgi Bitlisname sitesinde alındı, taktiri okuyucuya bırakıyorum.
Sahiden Dersim’den Diyab Axa, Miço Axa, Remzi Bey ve Hasan Hayri’yi Dersim Kürd halkı mı Türk meclisine göndermişti? Ya Yusuf Ziya Beyi??????
Saygılarımla.