Sevgili okuyucu kardeşlerim, tüm insanların dünyamızdaki yaşamları doğru ve yanlışın bulunduğu gökkubbe altında ve üstünde yaşadığımız bu kara parçadan ibaret olan gezegenin üstünde geçmektedir. Bir başka deyişle biz insanlar doğrunun, yanlışın olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Peki bu doğru ve yanlışların var olduğunu söyleyen kim?
Cevabı ise, kuşkusuz “Biz insanlar” deriz. Çünkü biz düşünen, konuşan, bedenimizde beş duygu taşıyan, beyin gücümüzü heran harekete geçiren, iyinin yanında her türlü kötülüğü ve vahşeti yapan, koca-koca şehirleri inşa eden, mevcut doğa yapısını değiştiren, dünyamızın saatta 108 bin kilometre hızla döndüğünü keşfeden, uzaydaki gezegenlere doğru yol arayan ve ayın üstüne çıkan, velhasılı kelam bugünkü dünyayı bu hale getiren canlı, akıllı varlıklarız. Hem akıllı ve hemde vahşi.
Kısacası insanlar dışında hiç bir canlı varlık ne konuşur ve ne de yaratıcı güce sahiptir. Tüm canlı hayvanların içgüdüleri vardır; onlarla hareket eder, gezerler o kadar.
Evet bunların gözleri var görürler. Kulakları var duyarlar. Ağızları, gagaları, dilleri, dişleri var yiyip içerler; ama biz insanlar gibi düşünerek bir şeyi yapamazlar. Ayrıca hiç bir canlı yaratık kendi cinsini öldürüp yiyemez.
Örneğin siz kurt’un kurt’u, köpeğin köpeği, aslan’ın aslan’ı, domuz’un domuz’u, ayının ayı’yı, serçe’nin serçe’yi, karga’nın, karga’yı, şahin’in şahin’i öldürüp yediğini gördünüz mü?
Hiç kuşkusuz hepinizin bu sorulara cevabı hayırdır.
Ama hâlâ dünyamızda Yamyam ve Tamtamların insan etini yedikleri söyleniyor. Yıllar öncesi Fikret Feridun Es’in “Aşk tamtamları” adlı kitabını okuduğumda, onun da Afrika’da bu tür Yamyam ve Tamtamların olduğunu yazmıştı.
Peki ya biz Yamyam ve Tamtamlar gibi olmayan insanlar?
Bizimde tarihsel süreç içerisinde birbirimizi yediğimizi biliyoruz. Yani bu acı gerçeğimizi söyleyen yine biz insanoğullarıyız. Çünkü tüm canlıların isimlerini veren biz insanlar olduğumuz gibi, tüm canlıların tarihini yazan, biolojik yapıları hakkında araştırma yapan ve fikir beyan eden yine bizleriz, ama ne yazık ki milyonlarca yıldan beri biz bir türlü gerçek bir insani kâmil olmayı başaramadık, başaramıyoruz. Hep hayvanı ve vahşiyane duygularımızı çoğu kez ön plana çıkardık, çıkıyoruz. Savaşlar çıkarıp birbirimizi hunharca öldürüyoruz. Yani çoğu zaman sevgi alemini bırakıp, nefretin ve zalimane kinin olduğu aleme doğru yol alıyoruz. Hemde kurtlaşarak.
Hiç unutmam; merhum annem benim çocukluğumda, her dışarı çıktığımda bana “Sakın oğlum uzağa gideyim demeyesin. Gidersen Türkmenler gelip seni keser yer” diyerek beni korkutuyordu.
Evet annem yalan söylemiyordu. Türkler ve aynı cinsten olan Türkmenler bizim bebeklerimizi kesip yemişlerdi. Bu nedenle annem onlara “Tirk û Tirkmenên Pıtıkxur” diyordu. Çünkü onlar Kurt soylu. Anaları “Asena” adlı dişi Kurt. Dêlegur.
Evet, bu bir gerçek; ama bu gerçeği kabul etmeyen milyonlar var.
Neden kabullenmiyorlar? Çünkü gerçek onlar için yalan, yalan da onların doğrusu. Doğrular her zaman acı veriyor gerçeği kabul etmeyenlere.
Örneğin Ermeni, Süryani, Pontos, Dersim soykırımına Türk barbar devletini oluşturan ve yöneten üst elit egemen güçler, hatta halkının büyük çoğunluğu buna “Yalan ve sözde” diyor. Oysa bunlar sözde değil, yalan değil, doğru ve gerçeğin ta kendisi.
Bu gerçekleri kabul etmeyenler de öyle sıradan budala, bomık, bêhiş, aptal, hiç okumamış, yazmamış, gezmemiş, dinlememiş adamlar değil. Bunların kendi oluşturdukları devletin meclisinde 491 milletvekili, -59 HDP’lileri saymıyorum- önbinlerce memur ve bürokratları, 150.000’den fazla cami hocaları, Diyanet İşleri Bakanlığıyla birlikte aynı şeyi diyor ve aynı türküyü birlike koro halinde söylüyorlar.
Peki ülkemiz Kürdistan’da durum nasıl?
İşte can alıcı soru da bu.
Evet, ülkemiz Kürdistan’da durum daha da kötü.
Ülkemizde de gerçek ve doğrulardan korkan yoğun bir üst elit kesim var. Bunlar aşiret Axa’sıdır, Bey’dir, Mir’dir, Şeyh’dir, İmam ve Hoca’dır, Seid olan Pir’dir, Rehper’dır, Mürşit’tir. Yani üst tabaka, okumuş elit aristokrat kesim ve bazi Siyasi Parti Serokları.Yani bunların her yalanı halk için tartışmasız doğru. Bunların yalanına “Yalan” diyenin vay haline. Hele bu bizim Sunni İslam Kürd toplumunda aşiret Axa’sının, Bey’in, Şeyh’in, İmam ve Hoca’nın, Alevilerde ise Rahper, Pir ve Mürşit’in, her kuyruklu yalan’ı koşulsuz doğrudur anlayışı egemendir. Halkımızın bunların fikirlerini eleştirme, yalanlarına “Yalan” deme hakları yoktur. Kabullenip sineye çekme, bu onlar için baldıran zehiridir, ölümdür.
Bunlar deve ve fili zavalı halka pire olarak gösteriyor; buna karşın “Deve ve fil’in “Pire” olmadığını söyleyenin de sonu ya ölüm, ya da “Hain, ajan, ve düşman işbirlikçiliğidir”.
Sevgili okuyucular size toprağında doğup büyüdüğüm ve canım kadar sevdiğim köyümün ve tüm Alevi Kürd toplumunun hâlâ inandıkları üç keramet sahibi insandan bahsetmek istiyorum.
Köyüm Kupık, Dersim, Mazgirt kazasının bir köyüdür. Bu köy Baba Mansur aşiretinin bir merkez köyüdür. Çocukluğumda bu köyün büyükleri üç keramet sahibi kardeşlerden bahsediyorlardı. Yani dedelerinden. Bu kadeşlerin en büyüğünün adı Seydaliyê Seynurî. Yani Nuri’nın oğlu Seid Ali. İkincisi Seydewasê Kose. Yani Köse Seid Abas. En küçüğü ise, Seymıstefa yê Axcê -Axcîhan- Bu sonuncunun Mem û Zîn gibi Axcihan’la bir aşk destenı ve hikâyesi var, aynen Memê Alan û Zîn Türküsü gibi sözlü ve Türkü şeklinde söylenir, ben bu destanı derleyip kitap haline getirdim, Almanya’da Komkar yayınları arasında yayımlandı. Ölmezsem ikinci baskısını ülkem Kürdistan’da yayınlamayı düşünüyorum.
Konuya dönersek, bu üç kardeş torunlarının bize anlattıklarına göre keramet sahibi Seydaliyê Seynurî’ye Osmanlı Padişahı yılan zehiri içirmiş, beş dakika sonra Seydali o zehiri sağ elinin beş parmağının tırnak diplerinden süzülterek bardağı yeniden doldurmuş. Yani ölmemiş. Bunun hikâyesi uzun olduğu için, hepisini yazmak istemem. İkinci kardeş Seydewasê Kose, yani Köse Abas’da Erzincan’ın Tercan kazasının bir köyünde kuru bir ağacı yeşertmiş olduğunu söylerler. Küçük kardeş Seymıstafa ise bir koyun sürüsüne iki kurdu çoban yapmış. Bu üç kardeşin mezar taşında tarih 1727-30 yılları yazılı. Yanı bu ocakzadelerin bütün talipleri bu söylentilere inandıkları gibi, genelde bütün Kürd Alevileri de inanıyor. 1960 öncesi bende inanıyordum. İşin ilginç tarafı hiç birimizin aklına şu soru gelmiyordu: “Yahu bu keramet sahipleri neden kendi köyünde, ya da evinin bir köşesinde bir avdestxane, yani tuvalet yapmayı bilmediler?
Ayrıca bunlar toplumun hem ruhbani liderleri ve hem de elit üst tabaka, ayakları yıkanıp suyu içilen kişiler. İlginçtir, bunlar hiç bir Arapça sözcüğünü bilmedikleri halde, kendilerine de “Biz Ehli Beyt çocukları, Muhammed Mustafa’nın torunlarıyız” diyorlardı, bugünde diyorlar. Yine ilginçtir sunni İslam kesiminden de ne kadar Şeyh ve Seid’î varsa, bunlarda aynı şeyi söyleyip kendilerini götürüp Arap Ehli Beyt ailesine dayatıyorlar. Bizim meşhur Bedirxan ailesi de kendilerini götürüp Arap cengâweri, insan katili Halit Bin Welit’in soyuna dayatıyorlar. Şimdi biri bunlara “Yalan” dese, bunlar da derin bir acı hisseder ve diyenin de hali felaket olur. Çünkü bunların hayatı yalan ve sahtekârlık üzerine kurulmuş.
Evet kimse yukarıda bahsettiğim soruları ve bunlara benzer diğer soruları sormuyor, soramıyor. Neden? Nedeni günah ve yıkanmış beyinler. Ya Horosan’dan Konya’ya uçup Mevlane ile Şemş î Tebriz î yi görmeye gelen üçler? Ya Yeniçeri Pirî Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen akıldışı rivayetler? Ya Kürd sunni kesimindeki uyduruk kerametler ve uçan Şehmus mollalar? Ki Urfa ve Mardin yöresindeki çoğu kişilerin ismi Şehmus. Ya İslam alemi’nin hurafaları? Aleviler için Ali’nin bin bir yerde baş göstermesi. Sunnilerin Muhammed’in yedi kat gök üstüne çıktığı inançları? Hemde bir gecede, Apolo ve uzay gemisi olmaksızın.
Sevgili okuyucu kardeşlerim bunları niçin size yazıyorum?
Biliyorsunuz, ben dünya siyasi hareketlerini, ülkemiz Kürdistan’da barbar ve zalim Türk devletinin bu son aylarda Cizre, Sılopi, Nuseybin, İdil, Ceylanpınar, Sur ve diğer yerlerde mazlum halkımıza reva gördüğü zulmü analiz edecek ve yorumlayacak siyasi bilinci kendimde bulamıyorum. Çünkü Apo’nun okulunda okuyup, onun talebesi olamadım Bu işi yapan binlerce onun talebeleri ve dünyanın her yerinde bu işi yapan sayısız kişiler var. Yani ben bu tür iş ve olayların uzmanı ve yorumcusu değilim. Ama sosyal yaşamı çok iyi bilen, yalan ve uyduruk masalları, kurgu hikâyelerinin gerçeklerle bağdaşmadığını, gözboyama canbazlığının keramet olmadığını, çok iyi kavrayan, sahtekâr, dolandırıcı, kişilere köle, kul olmuş, postal yalayıcılarını, para, pul, mevki, şan, şöhret için en kutsal değerlerini satan kişilerin söz, davranış ve hareketlerini çabuk gören ve bunlara gereken cevabı aniden veren biriyim. Tabii cevabım, insani terbiyemi aşan nitelikte olamaz. Küfür, ağır hakeret benden uzak. Ben kılıç yerine küçük çakıyı, çuvaldızı, süngü yerine iğneyi kullanmayı tercih ederim. Ben insanlara yumruk vurma yerine, gülü koklatmayı istiyen insanım. Bunun için de çoğu edepsiz kişiler beni sevmez, bana ağıza alınmayacak küfür ve sözler sarfetmekteler. Bunlardan bir tanesi de bizim hukuk okumuş, Apo’ya kul köle olmuş, onun sözlerini eleştirene küfürü kendine ilke edinen ve caiz gören Apocu Ferda Çetin Beyefendidir.
Evet işte Ferda Çetin ve onun yoldaşlarının binası derin temelle birlikte, beton ve demir üzerinde inşa edilmemiştir. Bunların binası ve tüm binaları çimentosuz kum, can yakan kireç ile kuru toprak üzerinde yapılmış ve yapılmaktadır. Kireç’in rengi beyaz olduğu için, zavallılar beyaza koşuyor. Sadece beyaz’a değil, onların nabzına göre beyin yıkama avsunlu şerbet dağıtıldığı için de diyebiliriz. Zavallı topluma öyle yalan ve palavralar söyleniyor ki, tavuğun tilkiye doğru bağırarak gittiği gibi gidiyorlar. Adamlar herşeyi halka yalnız kara ile beyaz’ı gösteriyor, diğer bütün renklerin hiç olmadığını söylüyor ve inandırıyorlar. Onların dedikleri herşey kesinlikle doğru, inandıkları Apocu manifesto ve İslam’ın Kur’an ayetleri gibi Yalanlarını mutlak ve ebedi doğru olarak halka inandırmaya çalışıyorlar. Aksine inananlarda çok. Çünkü küçük bir dünyanın insanları ve dünyayı kendi köyleri zanederler. Bu zavallı topluma birinin çıkıp günün gerçeğine uygun doğruları söylediği zaman, toplumu yalana yönlendirenler kalplerine ok batmış gibi acı duyarlar. Ne yazıkki bizim PKK’cılarımıza da doğrular böylesine acı veriyor. Onlara “Güneş Doğu’dan doğar, Batı’dan batar değişmeyen doğruyu deseniz de, Apoları Ulu Önder ve havarileri “Hayır Güneş Doğu’dan doğmaz, Batı’dan doğar, Doğu’dan batar” derlerse, hep bir ağızdan “Evet gerçek budur, her bijî Apo, her bijî Serok. Çünkü Serok ve Havarileri herşeyi bilenlerdir”. Kısacası gerçekler bunlara ve diğer çoğu kişilere acı veriyor. Sadece acı değil, korku da veriyor. İşte doğruları söylemek Ferda Çetin gibilere acı veriyor. Nedir doğru olan, ya da dediğimiz? İsmail Beşikçi’nin Kürd düşmanı değil, sadık dostu olduğudur. Nedir doğrumuz? 32 yıllık kirli bir savaşta Kuzey Kürdistan’ın tüm coğrafyasının tahrip olması, 4000 köyün yakılıp, yıkılması, yüzbine yakın insanımızın barbarca öldürülmesi, 6-7 milyon insanımızın ülkesinden kaçıp zalim düşman metropollerinde perişan ve sefil duruma düşmesi, buna karşılık ülkemizin bir metrekare toprağının özgürleşmemesi. İşte bu gerçeği söylediğimiz zaman, bu gerçek acı veriyor eleştirdiğimiz insanlara; Ferda Çetin gibi beylere.
Evet sevgili okuyucular. Biliyorsunuz bundan bir önceki “Bizdeki Aptallar” başlığı taşıyan yazımda, bu Beyefendi’nin Sayın İsmail Beşikçi için yazdığı yazıyı eleştirirken, Fransız mizah yazarı Moliere’nin tarihi bir cümlesiyle Sayın Ferda Çetin’e ve genel olarak her okumuş, yazmış kişiyi kastederek yazmış ve hatırlatmıştım.
Merhum Moliere, yaşadığı yüzyılda -1622-1673- ne demişti?
Okumuş bir aptal, okumamış bir aptal’dan daha aptaldır.
Evet, merhum Moliere’nin bu tarihi söylevini ilk önce, 1988’de Gürcistan’ın başkenti Tiflis’de Aliko adlı, üç fakülte mezunu bir Êzîdi Kürd kardeşime hatırlatmıştım. Bu olayı anılarımda detaylı bir şekilde ele alıp yazdım. Okuyanlar hatırlayacak. Kürdçe baskı “Serhatî û Bîranînên Min, Jan û Jîyan” Veng yayınları. Türkçesi “Coğafyasını Arayan Irmak, Acı ve Yaşam” Doz yayınları.
Evet, benim o yazıyı yazalı iki haftayı geçmesine rağmen üç gün önce Sayın Ferda Çetin Bey’den küfürlü kısa bir mesaj aldım. Okurken cidden onun adına çok üzüldüm. Çünkü hukuk okumuş bir hukukçu. Yani adaleti kendine rehper etmesi, küfür ve hakareti kendinden uzak tutması gereken okumuş bir aydın ve yazar insana yakışmayan, küfür dolu böylesine bir uyarı, ya da mesaj cidden beni çok üzdü. Oysa haşa ben ona küfür içerikli bir söz kulanmamıştım. Sadece merhum Moliere’nin o tarihi cümlesini hatırlatarak “Okumuş bir aptal” demiştim, ki bu sözcüğü biz Kürdler hergün kendi aramızda şaka ve sitem yerine kullanırız. Aptal’ın Kürdçe karşılığı: “Bale, bêhış, bom, bomık, geve ve femkor”dır. Peki bunlar küfür mü? Birini eleştirmek suç mu? Kırk yıllık savaş ve bu kirli savaşı yanlış sürdürenleri eleştirmek suç ve günah mı? İnsanın, insanı öldürmesinin insanın bir ayıbı olduğunu söylemek suç mu? Günah mi? Hakaret mi???????
Bu arkadaşlar, onların davranışlarını, yaptıkları yanlışlarını kardeşçe eleştireni neden düşman görüyorlar? İsmail Beşikçi ne zaman Kürd düşmanı oldu? 17,5 yıl Kürdler için zalimin zındanlarında yaşayan İsmail Beşikçi Apo’ya “Kürd Halkının Ulusal Önderi” demediği için mi düşman? “50 milyon Kürd halkının kaderini düşmanın elinde esir olan birine bağlamayın” dediği için mi düşman? Peki Ferda Çetin Efendi bunu yazmadı mı? Yazdı, hemde haddini aşarak yazdı ve kin kustu. Doğrusu bu beyleri anlamakta zorluk çekiyoruz. Yahu yetmez mi bu kadar yanlşlığınız ve kardeşlerinizi düşman görmeniz ve kardeşlerinize “Oruspu çocuğu, hain, ajan, düşman işbirlikçisi, kavat, şerefsiz, alçak” demeniz?
Evet sayın okuyucular bunlar İstanbul Kasımpaşa, Tophane, Unkapanı ve Asmalımescit kabadayıları gibi nara çekip küfrederek tehdit ediyorlar her onları eleştireni. Bundan aylar öncesi, Almanya’dan, bunlardan bir serseri ve sersemi bana: “Rıza Çolpan, seni makinada kıyma yapar, köpek babana yedireceğim” demişti. Yani 63 yıl önce ölen babamı bile köpek yapıyordu o beyni yıkanmış, kardeşlerine düşman edilmiş zavallısefil ve saldırgan kişi. İşte bunlardaki insanlık, Kürdlük ve kardeşlik duygusu böyle. Bu kafa ile giderlerse askere, teskere almaları çok zor.
Bakın Ferda Bey bana ne yazmış:
“Bir arkadaşım hatırlatmasaydı ne ismini, ne o bok ekşimiş meymenetsiz yüzünü, ne de yazdığın o paçavrayı tanımış olmayacaktım.
Ukala ve kerameti kendinde menkul sefil halinle, ismimi anarak hakaret ve küfür ediyorsun. Şimdi ben de sana geri zekâlı kavat desem hoşuna gider mi? Ya da aptal, şerefsiz, alçak desem zoruna gitmez değil mi?
Tavsiyem, ait olduğun çöplükte kendi dengin sefillerle baş başa kalman” Ferda Çetin.
Evet terbiye boyutunu aşan Apoco Ferda Çetin’in bana mesajı bu.
Bana “Meymenetsiz yüzlü” demiş. Vallahi yaşım 81, yüzüm onun yüzünden bin kat daha narin. “Alçak” demiş. Yine vallahi boyum narin, uzun ve 1-80. “Şerefsiz” demiş, ben bunu şeref kavramını bilenlere bırakıyorum ve ona aynı sözcüğü iade etmem; çünkü terbiyem buna müsait değil. Kavat sözcüğüne gelince. Kavat yanılmıyorsam eski bir Pers Sasani Kral’ının adıdır. Buna göre Kavat karısını, kızını satan bir pezevenk imiş. Bu suçlamayı Zerdeştlilere, Mani, Mazdek ve bunların ardıçlarına, bunların dediklerine inananlara söyleniyordu, bugün de söylüyorlar. Yani bugün kendine “Alevi, ve Kızılbaş” diyenlere.
Bunlara da “Anne, bacı tanımaz” deyip hayvan yerine koyuyorlar. Herhalde bu diyenlerin biri de Apocu Ferda’dır. Ferda’nın hangi şehirli olduğunu bilmem, ama ben Dersimli’nin ne kenti Mameki’de ve ne de başka bir kasabada Kerxane görmedim. Beni Kavat gibi pezevenk yerine koyan kişinin, Kavat’ı tanımasını isterdim. Ama ben onun bana karşı kullandığı dili, ben ona karşı kullanmak istemem. Çünkü felsefemde insan Tanrı’dır ve Tanrı’da pezevenk olamaz. İşte aramızdaki fark da budur. Biz ne onun Serok’u gibi birine haşa “Oruspu çocuğu” deriz, ve ne de onun gibi birine “Kavat, şerefsiz ve alçak”.
Biz şunu diyoruz “Heq hiş û dilekî pak bide mirovan” Tabii eğer Ferda Bey mirov ise.
Bir kaç dörtlükle yazıya son vereyim.
Ferda Çetin Bey!
Meymenetsiz yüzüm varmış
Senin yüzün neye benzer?
Ben bir insani kâmil’im
Sende insanlık ne gezer
Bana “Kavat, alçak” diyen
Söyle bana insan mısın?
Aynaya bak, kendini gör
Sahi benden güzel misin?
Ben şerefsiz, ben pezevenk
Satmadım annen bacını
Bizde ana, bacı Tanrı
Biz ne Molla, ne de Hacı
İnsan meclisinde doğdum büyüdüm
Mansur dergahında yattım uyudum
Alçak değil senden çok uluyum lo
Ne yalan söyledim, ne fakir soydum
Benim çöplüğümde gül var, nergiz var
Dallarına konmuş, şelül, bülbül var
Senin kan kokan çöplük sarayında
Hem vahşi kurtlar var, hemde katil var
Dersimliyim ben, berrak Munzur’um
Balık yüreğinde inci’yim, dur’ım
Yazarım gerçeği, korkmadan her an
Rıza Çolpan’ım, derin’ım, kûr ım.
5-6-2016, Sydney.
Evet ben buyum, böyleyim, anladın mı Ferda Çetin Bey?.
Tüm okuyuculara saygılar.