Dünya nüfusu çoğaldıkça, dünya daralıyor, yaşam zorlaşıyor. Son 5 bin yıldan beri, sosyal toplumun bir arada yaşama kurallarını, Semavi dinler oluşturuyor. M.Ö 3000 yılında Mezopotamya’da Birinci Zerdüşt çıktı, insanlara “Hakkın emridir” deyip, sosyal ve toplumsal kuralları anlattı. Daha sonra, İkinci Zerdüşt M.Ö 2040 yılında, gelişen toplumun yeni taleplerini de içeren, Hakkın emirlerini içeren Avesta’yı yazdı, yeni bir sosyal toplum oluştu. M.Ö 600 yılında üçüncü Zerdüşt, Hakkın emridir diye, gelişen topluma, yeni kuralları da içeren, yeni Avesta’yı yazdı.
Musa; çocukken esir alındı, Mısır sarayında Fatımi inancıyla büyüdü. Dönüşünde Allah’ın emridir diye, sosyal ve toplumsal düzen için, Zerdüşt’ü Fatımi inancıyla harmanladı Tevrat’ı yazdı. Toplum hızla değişiyor ve gelişiyordu, İsa ve arkadaşları, toplumun talepleri doğrultusunda, Allah’ın emri olan, İncil’i hazırladı. Bundan 610 yıl sonra Arabistan’da Muhammed Allah’ın emridir diye Kuran’ı önerdi, Kuran Halife Osman döneminde yazılarak, koruma altına alındı. Semavi inançlar büyük imparatorluklar da oluşturdular. Günümüzde insanların önemli bir kesimi, Avesta, Tevrat, İncil ve Kuran’ın önerdiği sosyal ve toplumsal yaşamı yaşıyor.
Özellikle sanayileşme süreciyle birlikte, çok kalabalık toplumlar bir arada yaşamak zorunda kaldılar. Kutsal Kitaplar insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldılar ve kavgalar başladı. Sanayileşen ve uluslaşan Avrupa, kavgaların başını çekti. Uzun süren iç çatışmalardan sonra, Fransızlar bir araya geldi, birlikte yaşamanın koşullarını düzenleyen, Anayasa’yı kendileri hazırladı. Böylece insanlar ilk defa kendileri hazırladığı, kendi kutsal kitabı Anayasa’ya göre, sosyal yaşamlarını düzenlediler. Bu davranış daha sonra, bütün insanlığa örnek oldu ve bütün ulus devletler, kendi Anayasasını hazırlamaya başladılar. Ulus devlette kendi hazırladıkları Anayasaya göre, Din’i, Dil’i ve Rengi ne olursa olsun, insanlar eşit haklara sahiptir.
Osmanlı Paşaları 1923 yılında, Osmanlıya karşı darbe yaptı, 1924 tarihinde kendi anayasalarını yaptılar, buna göre de bir sosyal toplum oluşturmaya çalıştılar. 1924 Anayasası bir darbe Anayasasıdır. 1960 tarihinde generaller darbe yaptı, İnönü Gürsel Cuntası yönetimi ele geçirdi, ilk iş olarak, 1924 Anayasasını iptal etti, 1961 tarihinde yeni kendi Anayasalarını yazdılar. 1961 Anayasası da bir darbe Anayasasıdır. 1980 tarihinde generaller darbe yaptı, Kenan Evren Cuntası yönetimi ele geçirdi. Kenan Evren Cuntası da 1961 Anayasasını iptal etti, 1982 yılında kendi yazdıkları Anayasaya göre, toplumu yönettiler. 1982 Anayasası da bir darbe Anayasasıdır. Yüz yıldır darbe anayasalarının her biri yüzlerce sefer değişime uğradı ama, yeterli olmadı.
1923 tarihinde Paşalar kendi cumhuriyetini kurdukları günden beri, üç Anayasa hazırladı hizmete sundular ama üçü de darbe anayasasıdır. Toplumun hazırlanan anayasalarla hiçbir alakası yoktur. Her üç Anayasaya göre, Türkiye Cumhuriyeti, “Türk’tür, Müslümandır ve Hanefi’dir”. Hiçbir insanın başka bir dinden olma veya başka bir dil konuşma hakkı yoktur. Görüldüğü kadarıyla, 1982 Anayasası da toplumsal taleplere cevap vermekte aciz kalıyor. 2016’da generallerin darbe girişimi başarısız oldu, başarsalardı kesinlikle yeni bir Anayasa da yaparlardı. Darbe başarısız olunca, eskimiş 1982 Anayasası da yenilenmedi. 22 yıldır mevcut Anayasayla ülkeyi yöneten AKP, hiçbir gün rahatsız olduğunu dile getirmedi. Son günlerde yeni bir Anayasa tartışılıyor.
1924 Anayasa’sı ertesi yıl 1925’te devlet, Şeyh Sait’in şahsında, Şafi-i Kürtlere saldırdı. Görülmedik bir katliam, sağ yakaladıkları Şeyh Sait ve arkadaşlarını Diyarbakır’da idam etti, cenazelerini de çaldı götürdüler. 1926-1929 Ağrı ve yöresindeki Ezdi Kürtlere saldırdılar. Burada darağaçlarına bile gerek kalmadı, önlerine çıkan her Kürt’ü öldürdüler. Batı Dersim zaten 1921’de görülmemiş katliamı yaşadı. 1937-1938 Doğu Dersim’e saldırdılar, sağ ele geçirdiklerini, Seyit Rıza ile birlikte idam etti, cenazelerini çaldı götürdüler. İnkâr ve imha, Kürtler için bir soykırım oldu. Hani Türkiye Anayasayla yönetiliyordu?
Fakat çözüm bekleyen, önemli bir sorun daha vardı, Karadeniz Pontus Rumları, bunu da Anayasal çerçevede çözmeleri gerekiyordu. 6-7 Eylül 1955 İstanbul olayları. Ben daha önce, olayların içerisinde olan ve Fransa’da yaşayan bir gazetecinin, olaylarla ilgili anlattıklarını yazmıştım. 1953 Tarihinde Atatürk’ün evi diye, Selanik Belediyesinden bir ev satın alıyorlar. Büyük planlarını gerçekleştirmek için, bir MİT görevlisi eve bomba koyuyor. Selanik’te Atatürk’ün evini Rumlar bombaladı diye, İstanbul’da hazırladıkları olayları başlatıyorlar. Hedef Pontus Rumları, Yahudi ve Ermenileri yok etmek. Başardılar da Karadeniz Pontus Rumları, oldu Pontus boyu Türkleri.
Rumlar İstanbul’un yerlileri, Beyoğlu’ndaki gayrimenkul ve ticaret Rumların elindeydi. Ticaretin bir kısmı da Yahudi ve Ermenilerin elindeydi ama, Rum kesimi hem daha fazla hem de daha önemliydi. Karatenizdeki tarım ve hayvancılık sınırlı olduğu için, Rum köylüler geçici olarak İstanbul’a gelir biraz para kazanır ve geri dönerlerdi. İstanbul’un yerlisi zengin Rumlar bunları korurdu, böylece de Asimile olmaları zorlaşıyordu. 6-7 Eylül 1955 Tarihinde, devlet planlı bir şekilde İstanbul’daki Rumlara saldırdı. 5-6 bin bina, binlerce işyeri, 26 okul, 73 adet kilise, sinagog ve manastır yerle bir oldu ve talan edildi. Devşirme Türkler başkalarının inancına saygılı olmasalardı, daha fazla Kilise ve Sinagog yıkarlardı. Elbet teki bunların bir kısmı da Yahudi ve Ermenilerin mülkleriydi. Ölü, yaralı ve tecavüze uğrayanların da sayısı kesin bilinmiyor.
Bu olaylardan sonra, sağ kalan iş adamı, Tüccar ve zengin Rumlar kaçtı Yunanistan’a gittiler. Böylece de zavallı fakir köylü Pontus Rumları, devletin korkusundan Pontus Türkleri oldular. Karadenizli Ortodoks Hristiyan Rum olarak evinden çıkıp gurbete gidiyordu, altı ay sonra, Pontus Türkü olarak evine dönüyordu. Orta Asya’dan gelen Türklerin Pontus boyundan olduklarını söylüyorlardı. Rumlara engel oldular ama, Ermenilere engel olamadılar. Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Murat Karayalçın, Devlet Bahçeli ve Temel Karamollaoğlu gibi daha birçok Ermeni kökenliler devlet yöneticisi oldu. Tayip Erdoğan Gürcü, acaba bunlarda DNA testi yaptırma cesareti var mı? Kısaca toplumun yaşadığı zulüm ve baskı 1924 Anayasasının marifetidir.
27 Mayıs 1960 yılında, Ordu darbe yaptı, İnönü Gürsel Cuntası yönetime el koydu. Ağzını açınca Atatürk diyenler, Atatürk’ün yaptığı 1924 Anayasasını iptal etti, kendilerine 1961 tarihinde yeni bir Anayasa yaptılar. Yaptıkları baskı ve zulüm kitapları doldurur. Başbakan Menderes ve Arkadaşlarını da Yassı Ada’da idam ettiler. İnönü korkusundan Başbakan Menderes’i idam etti ama, Menderes hala vicdanlarda tertemiz yerini koruyor. Çünkü herkes de biliyor ki Menderes idamlık suçlu değildi. Bu arada Devlet Fetullah Gülen diye bir din ideoloğunu ortaya sürdü, buna 50-60 kadar da Tekke oluşturup, onları da Gülen’e bağladılar. Bunlar bugün Türkiye’de uygulanan Kemalist Din’i işledi. Bir gün de baktık ki, devletin haberi olmadan, ruhu bile duymadan, FETÖ Türkiye’yi ele geçirmiş. Buna inanmak için insanın FETÖ’cü olması gerekiyor.
Yeri gelmişken şahsi bir görüşümü, siz değerli okuyucularla paylaşmak isterim. Menderes’e en büyük saygısızlığı Erdoğan yapmıştır. Gitti zalimlerin Ada’da Menderes’e yaptıkları pisliğin üzerini kendi Cumhurbaşkanlığı hırkasıyla kapattı. Başbakan Menderes hangi yatakta yattı, Teğmen Teoman Koman nerede Menderese tokat attı, yatağı, duşu, tuvaleti, yemek yediği yer ve asıldığı sehpa öylece korunmalıydı. Gelecek nesiller atalarının marifetini görmeliydi.
12 Eylül 1980 tarihinde Türk Ordusu tekrar darbe yaptı, Meclisi fes etti, Anayasayı iptal etti. Yaptığı zulüm arşa dayandı, bunu da yine devlet hazırladı. 70’li yıllarda, gençliği parçaladı, ideolojilere böldü. Devlet Ülkücü ve Akıncılardan yana oldu, Devrimcilere saldırdı. Devrimcilerin sığınak yeri Aleviler ve Kürtler oldu, bunlar da devletin saldırısına uğradı, zaten devletin amacı da buydu. Maraş, Malatya ve Alevilerin yoğunlukta yaşadığı yerlerde, 1955 olaylarında Rumların yaşadığını Aleviler yaşadı. Ev ve iş yeri yakmalar, talanlar ve katliamlar. Devletin planladığı gibi Aleviler dağıldı. 1884 yılında da devlet daha önce Hafız Esad ile anlaşıp Şam’a yerleştirdiği APO’sunu ortaya çıkardı, APO’yu gerekçe göstererek Kürtlere saldırmaya başladı. 39 yıldır devletin Kürtlere saldırısı devam ediyor. Her şey tam devletin planladığı gibi devam ediyor, Kürtler köyünü terk ediyor.
Yeni bir Anayasa tartışılırken, yeni bir oyun başlattılar. Neymiş; Yargıtay Anayasa kararını tanımamış. Acaba yöneticiler, Anayasa’nın kararlarını denetleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını tanıyor ve uyguluyor mu? Mesela; AİHM 2014 yılında mecburi din dersi ile ilgili kararı ve 2016 yılında Alevilerle ilgili aldığı kararlar, Anayasa’nın 90 maddesine göre, Anayasal bir hak olmasına rağmen halen uygulanmıyor. Öyleyse; Anayasa ile değil, Kemalist Şeriat ile yönetilen Türkiye’nin, atama Milletvekillerinin yapacağı, yeni bir Anayasa darbe Anayasalarından hiçbir farkı olmayacak, öyleyle yeni bir Anayasa’ya gerek yoktur.
Kürtler, Aleviler; Paşalar Cumhuriyetinin yaptığı üç Anayasadan, yüz yıldır neler çektiğinizi kısmen de olsa hatırlatmaya çalıştım. Mevcut Anayasayı bile uygulamayan, atama Milletvekillerinin yapacağı yeni Anayasadan da hiçbir beklentiniz olmasın. Yeni Anayasanın amacı baskı ve zulmü anayasal sorumluluk yapmaya çalışıyorlar. Yüz yıldır üç Anayasayla Kürtleri Türkleştiremediler, belki de yeni bir Anayasa’yla Kürtleri Türkleştirebilirler.
Kasım 2023