Faşizm 20. yüzyılda insanlığın kullandığı bir siyasi terim oldu. Daha taze olduğu için de, bütün dillerde faşizm olarak telaffuz edilir. Bilim insanları, çoktan beri otoriter ideolojiyi uygulayan yöneticilerin ruhi durumunu inceliyorlar. 1970’li yıllarda ilginç bir sonuç ortaya çıktı. Bunların hepsi tabanda fakir aile çocuğu olarak büyümüşler. Psikolojik sorunların yanında, sosyolojik sorunları da var. Uzmanlar bunlara “sosyoman” diyorlar. Hep bir şeyler olmak istiyorlar, ne olurlarsa olsunlar, yine de daha yukarıda, bir şeyler olmak istiyorlar. Psikolojinin yanında sosyolojik yanı da olduğu için, hastalığın henüz tedavisi de yoktur. Aramızda bunlardan epeyce insan dolaşıyor.
Bilim insanları Mustafa Kemal’den başlayarak, Musolini, Stalin, Adolf Hitler, Salazar, Franko gibi devlet yöneticisi olmuş, bazı insanları inceliyorlar. Bunların hepsi toplumun en alt tabakasından, fakir ve kimsesiz çocuklar. Sosyal sorunların en yoğun olduğu dönemlerde, devlet yönetimine gelmiş ama, hep daha yukarıda olmak için, devletin gücünü otoriter güç olarak kullanmış, topluma kendilerini kabul ettirmeye çalışmışlar. Topluma; “bakın benden büyük yoktur ha…! Ben istediğimi yaparım ha…!” diye tehdit etmiş ve sindirmişler.
Adolf Hitler’in 20 Nisan 1939 tarihinde 50’inci doğum günü kutlamalarına, Amerika, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği temsilci göndermedi. 23 ülkeden 200 kadar temsilci katıldı. En kalabalık temsilci heyeti, İsmet İnönü’nün seçip gönderdiği Türk temsilcilerdi. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Asım Gündüz, Erzurum Milletvekili General Pertev Demirhan, Ankara Milletvekili Falih Rıfkı Atay, Muğla Milletvekili Yunus Nadi, Sivas Milletvekili Necmettin Sadak ve Çankırı Milletvekili Hüseyin Cahit Yalçın’ dan oluşan, altı kişilik bir temsilci heyetiyle katıldılar.
Daha sonra Yunus Nadi kendi gazetesi Cumhuriyet’te şöyle yazıyordu. Hitler’in çok heybetli bir görüntüsü vardı. Bütün misafirlerine hoş geldiniz dedikten sonra, en son bize geldi. “Siz benim idolüm Mustafa Kemal’in adamlarısınız, onun için size zaman ayırmak için, sizi en sona bıraktım” dedi. Evet Hitler Mustafa Kemal benim idolümdür, sözünü sık sık tekrarlayan bir insandır. Musolinciler, Musoliniye “Milanolu Mustafa Kemal” derlerdi. 1921 tarihinde Moskova antlaşması için Moskova’ya giden Türk heyetine Stalin “Siz Ermenileri ve Kürtleri halettiniz az kaldı başaracaksınız” sözleriyle karşılamıştır. Otoriter İdeolojiyi benimseyen, Salazar ve Franko da Mustafa Kemal hayranıdırlar.
Mustafa Kemal her Osmanlı Askeri gibi kimsesiz ve toplumdan uzakta, Osmanlı Askeri eğitim kurumlarında büyümüş. Gerçek dünya ile hiçbir ilişkisi yok, askeri okulda beynine ne işlenmiş ise o var. İngiliz General Harington’un teşviki ile, Yedi Kule zindanlarındaki, diğer cephe kaçkını Osmanlı Paşalarıyla Ankara’da bir araya geldiler, Harington’un desteğiyle, Osmanlı Sultanını ihanetle suçladı ve karşı darbe yaptılar. Başta Mustafa Kemal, işgal edilmemiş Osmanlı topraklarını yönetmeye başladılar. Yönetimin adı Cumhuriyet ama, sopa Mustafa Kemal’in elinde. Ölene kadar da sopasını elinden düşürmedi, o öldükten sonra sopayı İsmet İnönü kaptı.
Cephe kaçkını Paşalar, mirasa konar gibi, Cumhuriyete konduktan sonra, Mustafa Kemal’in yalakaları, onunla ilgili sınırsız yalanlar yazdı ve konuşurlar. Mesela Çanakkale savaşının başkomutanı Mustafa Kemal’dir ve kurtuluş savaşının başlangıcı gibi görürler. Osmanlı 11 Kasım 1914’te itilaf devletlerine resmen savaş ilan etti, Müttefikler cephesinde savaşa katıldı. Çanakkale savaşı 18 Mart 1915’te başladı, 9 Ocak 1916’da Osmanlı’nın zaferiyle sona erdi. O tarihte Yarbay Mustafa Kemal Osmanlı’nın Sofya Askeri Ataşesiydi. Çanakkale zaferi Sultan Mehmed Reşad’a aittir. Mustafa Kemal’in ve kurtuluşun, Çanakkale ile hiçbir alakası yoktur. Cephe kaçkını Paşalar, Çanakkale savaşından 7 yıl sonra Ankara’da bir araya geldiler.
Paşalar Cumhuriyeti önce “Burası Türklerin vatanıdır, Türk olmayanların sadece köle olma hakkı vardır” emirnamesini ilan ettiler. “Burada yaşayan herkes Türk’tür ve Müslümandır” mesajını gönderdiler. Arkasında aceleyle 1917 tarihinde kurulan, Trabzon Cumhuriyetini katliamlarla, ortadan kaldırdılar. Arkasında Ermenilere saldırdılar, kısa sürede onları da ortadan kaldırdılar. Sıra Kürtlere geldiğinde, Kürtleri de inançlarından dolayı Şafii, Êzidi ve Alevi diye üçe böldüler ve bunları kendi aralarında ötekileştirdiler. Önce Şeyh Sait’in şahsında, Şafii Kürtlere saldırdılar, öldürebildiklerini öldürdüler, sağ yakaladıklarını da Diyarbakır’da idam etti, cenazelerini de çaldı götürdüler. Hemen arkasında Ağrı Êzidi Kürtlere saldırdılar, aynı imha yöntemi, Êzidi Kürtlerde de uygulandı. Onları da bitirdikten sonra, Doğu Dersim’de Alevi Kürtlere saldırdılar, yöntem aynı, uygulama aynı, onları da bitirdiler. Şunu da söylemeden geçmek olmaz. Lenin Çar’ın bütün Generallerini kurşuna dizdi ama, Osmanlı Paşalarını bu katliamlarda, silah ve asker yardımı ile destekledi. Bilinmesi gereken, bir şey daha var. 22 Aralık 1914 tarihinde Sarıkamış’ta donarak ölen Askerler, şehit kütüklerine, savaş yitikleri olarak geçti, çünkü subaylar hariç askerlerin tamamı, Hamidiyeli (Kürt) birliklerden oluşuyordu.
Cumhuriyet yönetiminde, Seçim yasası; açık oylama gizli sayım, Şark Islahat Planı ve İstiklal Mahkemeleri, devleti yöneten temel kurumlardı. Mustafa Kemal’in haykırışları, Anayasa’nın temel kurallarını oluşturuyordu. Daha sonra da aynı yöntemle İsmet İnönü devam etti. Hatta zorla yönetime getirdiği Başbakan Adnan Menderes’ e karşı darbe yaptı, Menderes ve arkadaşlarını idam etti, çünkü Menderes’ten çok korkuyordu.
Bugüne baktığımızda, dünden hiçbir farkı yoktur. Erdoğan bir gün haykırıyor, Fetullah Güleni kast ederek “Gel gayri bitsin bu hasretlik” diyor. Bir süre sonra, “onu verin sallandırayım” diyor. Ortağı Devlet Bahçeli, Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı için, “Onu vatandaşlıktan atın” diye bağırıyor. Devlet Bahçeli Başbakan yardımcısıydı, APO’yu vatandaşlıktan atmadı, APO Türkiye’ye döndü yargılandı idam cezası aldı. Dosyası Meclise gelince, Başbakan yardımcısı Bahçeli devreye girdi, Türk ceza yasasında idam cezasını kaldırdı, APO’yu idamdan kurtardı. Vatandaşlıktan atma cezası, sadece kaçak suçlulara uygulanan bir cezadır. Vatandaşlıktan atmak yöneticilerin işi değildir. Efendiler sizin mahkemeleriniz yok mu?
Peki elimizi şöyle vicdanımıza koyup baktığımızda, yüz yıl sonraki yönetici ve Cumhuriyetin, yüz yıl önceki yönetici ve Cumhuriyetten ne farkı var? Demek ki Otoriter İdeoloji Faşizm yöneticilerin değişmesiyle değişmiyor. Çünkü yöneticiler için; en sorumsuz, en rahat ve en kolay yönetim biçimidir. Seçim yasasına bakın, seçmen kendi temsilcisi bireylere değil, başkanların hazırladığı listeye oy verir. Çoğu zaman kimi seçtiğini de bilmez. Yönetimin ötekileştirme siyaseti, vatandaşı bireyselleştirmiş, sokaklar savaş alanına dönmüş. Mahkemeler; İstiklal Mahkemelerini aratır durumda, siyasetin tutukla dediğini tutukluyor, tutuklama dediğini de tutuklamıyor. Çoğu zaman suçluları gönderdikleri yer de adli kontrol hapishaneleri, mahkûm dolu.
Cumhuriyet: Herkes için adalet, güvenlik ve çıkarlar dengesinin olduğu rejimin adıdır.
Cumhuriyet tarihinde, her yıl 20 yeni general atanmış olsa, şimdiye kadar 2000 kadar general atandı. Peki bugüne kadar, kaç Alevi, kaç Kürt general atandı? Binlerce Vali ve Emniyet Müdürü atandı. Bunların kaçı Alevi, kaçı Kürt. Devlet eliyle zengin olmuş MÜSİAD üyeleri içerisinde, kaç Alevi, kaç Kürt var? Kürtler ölmüş Anasının babasının adını, kendi çocuklarına veremiyor. Kürtçe Hutbe okuyan, Vaaz veren, Ekrem Baran hapiste, çünkü Allah Kürtçe bilmiyormuş. Devletin Zindanları, işkence haneleri, Alevi ve Kürt dolu. Alın Cumhuriyetinizi, başınıza çalın.
Mustafa Kemal’in yaptıklarının aynısını da İnönü yaptı, onların yaptığını da Erdoğan yapıyor. Birinin diğerinden farkı yoktur, çünkü hepsi de aynı Cumhuriyet’i yönetiyor. “Ne mutlu Türküm diyene” diyor.
Ekim 2022