Türkiye, Suriye, Irak ve İran yüz yıldır, Mezopotamya’nın ayakta kalmış en eski milleti olan Kürtleri yok etmeye çalışıyorlar. Hatta bunlar 1952’de Bağdat anlaşmasını da imzalayarak, Kürt soykırımında birbirlerine destek olmaya başladılar. Bunun karşısında dünyanın suskunluğu da bunlara cesaret verdi. Hala o cesareti kullanarak, Kürt soykırımında başarılı olmaya çalışıyorlar ama nafile. Bugün sadece Bağdat sarsıntı geçirmiyor, Ankara, Şam ve Tahran’da aynı sarsıntı içerisinde.
Bağdat’ta şu anda hükümet yok, Meclis binası bir kısım Iraklıların işgali altında. Irak’ta her an Iraklılar birbirleriyle boğuşmaya başlayabilirler. Burada Kürtlerin yapması gereken, kenarda durup boğuşmayı seyir etmektir. 1983 Barzan Enfalinde yüzbinlerce Kürt’ü toplu mezarlara gömen yaratıklar, şimdi de birbirleriyle boğuşuyorlar, bırak boğuşsunlar.
Barzan Enfalinde gidemedim ama, 1988 Halepçe Enfali’nin üçüncü günü ben Halepçe’deydim. Halepçe’nin 76 bin nüfusu var, yerle bir etmişler. Irak ordusu önce toplarla, uçaklarla Halepçe’yi bombaladı, evlerin bütün camlarını kırdı, arkasından da elma kokulu zehirli gazını attı. On binlerce kadın ve çocuk can verdi. O sırada İran ile 8 yıldır savaş sürdürüyordu ama bir İran şehrine gaz bombası atmadılar, Irak topraklarında olan, Kürt Şehri Halepçe’ye gaz bombası attılar. Bu da dünyanın o gün Kürtlere bakışını gösteriyor. Üçüncü gününde Halepçe’yi seyir eden bir insan olarak, bugün de Halepçe’ye Gaz Bombası atan yaratıkların birbirleriyle boğuşmasını seyir etmek bana büyük bir zevk veriyor.
Ben üç seneden sonra, kendi köyüme gittim ve çevre köyleri de gezdim. Orada ilk defa duyduğum bir olayı, siz değerli okuyucularla da paylaşmak isterim. Hacı Halil dayı diye bir adam vardı, herkes bunun çok insafsız biri olduğunu söylerdi. Bir gün genç Hacı Halil koyunlarını otlatırken, Divriği’nin köylerinde topladıkları Ermenileri Malatya’ya doğru götüren çok büyük bir kervan gidiyor. Bir kadın askerlerle epeyce dalaştıktan sonra, kucağındaki bez yığınını, bir meşenin içerisine bırakıp yola devam ediyor. Bunu gören Hacı Halil de bırakılanı merak edip, gider bakar. Bir de ne görsün kundağa sarılı 5-6 aylık bir bebek ağlıyor. Hacı Halil sürüsünü köpeklerine teslim eder, çocuğu alıp eve götürüyor. Kendisi de yeni evli 5-6 aylık bir çocuğu var. Hanımına; ‘bu çocuğu al, önce emzir karnını doyur, sonra da yıka üstünü başını değiştir ve uyut’ der. Hacı Halil oğlunun ikizi olarak bu kızı büyüttü ve everdi, çocukları da benim arkadaşlarımdı. Ben çocukken bu kadını hep Hacı Halil dayının kızı olarak bilirdim.
Bu olay Ermenilerin zorla göçürmesi sırasında oluyor. Kervanın yükünü taşıyan köylüler döndükten sonra anlatıyorlar. Ermeni bir kadın, 2-3 yaşlarında bir çocuğu sırtında, 5-6 aylık bebesi de kucağında. Kadın Divriği köylerinden beri yürüyerek geliyor ve yorulmuş yürüyecek takati kalmamış. Asker; taşıyamıyorsan çocuğun birinden vaz geçeceksin diyorlar. Biraz dalaştan sonra kadın kundaktaki çocuğunu dağın başında, meşenin içerisine bırakıp gitmek mecburiyetinde kalıyor. Ben bunu duyduktan sonra, sabahleyin kalktım, Hacı Halil dayının mezarına gittim, Halil dayı senden binlerce defa özür dilerim, dünyanın en insaflı insanı senmişsin, ben bilmiyordum dedim ve o günden beri Halil dayıya büyük saygı duyuyorum.
Suçu sadece Ermeni olmak olan bir anaya bu yapılmaz. Ben Halepçe’de eteğini çocuklarının kafasına sarmış ve birbirlerine sarılmış ölü Kürt ana da gördüm. Ben Türk askerinin tecavüzüne uğramış, çıplak resimleri çırılçıplak internette sergilenen, Cizreli Kürt ana da gördüm. Ben teröriste yardım etti diye, ceza giyip Hapishanede yatan 80 yaşındaki Kürt ana Makbule hanımı da gördüm. Ben birbirleriyle 8 yıl savaşan ve her birinin bir milyondan fazla ölü verip, kimyevi silahları kendi vatandaşı Kürtlere karşı kullanan Kürt düşmanlarını da gördüm. Dağda birbirleriyle boğuşan çakkallar, beni ne kadar ilgilendiriyorsa, birbirleriyle boğuşan Bağdat’taki çakallar da beni o kadar ilgilendiriyor. Bırak birbirlerini yesinler.
Ben; Müslümanların gasp edip kendilerine karı yaptığı, 9 yaşındaki Şengalli Kürt kızlarını da gördüm.
Bağdat biraz fazla pişmiş türlüye döndü ne tadı kaldı ne tuzu. Ankara’nın Bağdat’tan daha iyi olduğunu iddia etmek biraz saflık olur. ABD; APO, FETÖ ve 1 Mart teskeresinden dolayı, Türkiye ile büyük çelişki içerisinde. Dolayısıyla Türkiye AB ve Arap Birliği ülkeleriyle de büyük çelişki yaşıyor. Bu nedenle Türkiye hiçbir zaman düzelmeyecek, kronik siyasi ve ekonomik krizi yaşıyor.
***
Bilindiği gibi APO Şam Devlet mahallesinde, CİA tarafından kaçırıldı, Yunanistan’a götürüldü. CİA APO’yu 3,5 ay dolandırdıktan sonra, zımni bir anlaşma sonucu, 15 Şubat 1999 yılında getirdi, Kahire havaalanında MİT yetkililerine teslim etti. Türkiye anlaşmaya uymadı, ABD’nin isteği üzerine, APO silah bırakma çağrısı yaptı ve taban da buna uydu. Kandildeki Kongrede ateşkes süreci uzatılacaktı ama, devletin resmi savaş Helikopteriyle, APO’nun avukatı Mahmut Şakar’ı Kandil’deki Kongre alanına götürdü, savaş başlayacak mesajını oku helikopterine bindi geldi ve savaş başlayacak kararı alındı. Şimdi Türkiye’nin PKK ile ilgili söylediklerine, inan kalmadı. APO’cu Kürtler; binlercesi oradaydı, çıkın Mahmut Şakar devletin helikopteriyle gelmedi deyin. Yahut ta Kandil hayır, biz böyle bir misafir ağırlamadık desin.
İkinci önemli olay; ABD kuzeyden de Irak’a saldırmak üzere Türkiye’den izin aldı, askerlerini ve savaş araç gereçlerini Irak sınırına kadar taşıdı. 1 Mart 2003 tarihinde Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül döneminde teskere meclisten geçmeyince, ABD sınırdaki askerlerini, savaş araç ve gereçlerini topladı geri döndü, İskenderun körfezinde denize açıldı. ABD de gitti Peşmerge ile birleşti, kuzeyden Saddam’a saldırdı. ABD var olduğu günden beri, kendi müttefiki bir ülkeden böyle bir kazık yememiştir. O günden beri ABD elinin tersiyle Türkiye’yi kenara itti, burada bekle dedi. Bu nedenle de Müttefik güçler arasına Türkiye’yi almadı. ABD’ye göre Türkiye (var-yok) bir Müttefiktir. Bir de batı ülkeleri Türkiye’yi teslim alan FETÖ hareketi ve yayılmacılığından korkuyor. Türkiye’yi yalnızlaştıran, 1 Mart Tezkeresi, devletin çakma APO ve FETÖ hareketleridir. Türkiye uzun çabalar sonucu Osman abi siyasetini bu hale getirdi, vaz geçecek gibi de görünmüyor.
Bağdat’ın yatalak durumda düşmese en çok da Türkiye’yi rahatsız ediyor, çünkü güney projesi suya düştü. PKK el sallayıp çağırıyor, Türkiye’de PKK’yi takip ediyorum gerekçesiyle, güney Kürdistanı işgal etmeye devam ediyor. Bağdat ile aralarında yaptıkları zımni anlaşma sonucu, hedefleri Güney Kürdistan’ı tamamen işgal etmekti. Bağdat’ta; Kürtlere kalacağına, Türklere kalsın hesabı yapıyordu. Bağdat’ta son gelişmeler, Bağdat, Ankara ve Kandil, ortaklar birlikte kayıp ettiler. Bu ortaklar, batının yakın takibinde olduklarını bildikleri halde, kendi oyunlarını oynamaya devam ettiler. Kendi düşen ağlamaz.
Türkiye’de tartışılan tek konu seçim ve patates soğan fiyatları. Ankara seçim sonrası, Bağdat’ın durumuna düşer mi, tartışmaları da var. Şimdilik hala PKK Türkiye’nin en büyük kurtarıcısı durumunda, üzerine düşen sorumluluğu yerine getireceği mesajlarını veriyor ve görevini yerine getireceğine de eminim. Kürtlerin seçtiği 60’dan fazla Belediye Başkanı’nı görevden aldılar yerine Kayyum atadılar. Ben 2019 tarihinde HDP isterse bütün Belediye Başkanlarını yeniden seçebilirdi ama, devlet istemediği için, onlar da istemediler. Yasa diyor ki 20 Milletvekili boşalırsa, meclis en geç üç ay içerisinde ara seçime gider. Milletvekili ara seçimleriyle birlikte, boşalan Belediye Başkanı seçimleri de yapılır. HDP devlet zor durumda kalmasın diye, bunu yapmak istemedi. Erdoğan’a karşıymış gibi görüntüler inandırıcı değil.
Kürtler; görüyorsunuz düşmanlarınızın hepsi Alzheimer hastalığına yakalanmış titriyorlar. Hastalığın tedavisi de yoktur, bu hastalıkla gidecekler. Bağımsız Birleşik Kürdistanı isteyen Kürtler de birleşmeli, yanlış yapanları açıkça teşir etmeli ve dışlamalı. Herkes kendi bölgesinde ve dayanışma içerisinde olmalıdır. Kürdistan’ı işgal eden dört devlet hariç, bütün dünya devletleri Kürtlerin yanındadır. Bütün insanlar mazlum Kürt Milletinin yanında olduğunu, kitleler halinde sokaklara dökülerek göstermektedir. Kürdistan yok ki sömürge olsun, Kürt yok ki sömürülsün, Kürdistan işgal altında. Sele kapılmış Kürt için kim elini uzatırsa dostu odur.
2012 yılında Türkiye’de kişi başına et tüketimi 24 kg idi. Etin tamamını kendi üretiyor, İran, Irak ve Suriye’ye de et ihraç ediyordu. Bugün kişi başı et tüketimi kişi başı 7 kg ve et ithal ediyor.
Et alamıyoruz diye ağlayanlar, TSK Kürt köylerini yakarken, yayla yasaklarını uygularken, “kör mü Kürtler rahat dursun” diyorlardı. Ben de bunlara çarşı pazar et dolu, kör mü alın yiyin diyorum.
Ağustos 2022