Aralık ayında bir bilet alıp; ağır bedeller ödenmiş Kürdistan topraklarına doğru yola çıktık. Yanımda Londra’dan gelen iki arkadaş daha vardı. Önce Viyana, ardından Erbil’e doğru yola koyulduk. Erbil yani Hewler… Ülkemin ilk kurtulan parçası. Seni görmeden de sevmek olur mu? Olur. Seni görmeden de çok seviyordum. Gördükten sonra hele tarifi benim için çok zor. İç dünyamda bir duygu büyümesi yaşıyorum. Uçak alçaldıkça her gördüğüm yer heyecanımı daha da yükseltti.
Erbil: ülkemin sevgili başkenti. Belki de kaybettim sandığım en büyük platonik beklentim. Dört kardeşten ilk zincirlerini kıran en asi kardeşimin adıdır Erbil…
Qamışlo fırsatını beklemekte. Geride desteğimizi bekleyen Mahabad ve Amed.
Akşam güneşi Kürdistan’ın dağlarına yaklaşmış, kızıllığı uçağın penceresinden yüzümü ısıtıyordu. Gökyüzü oldukça berrak ve kuş bakışı olağanca aydınlık. Uçak alçaldıkça şehrin renkleri daha da net görülmekteydi. Bize doğru uzanan inşaatlar Diyarbakır’ı anımsatıyordu. Yer ile mesafe giderek azaldı. Nihayetinde yere isabetli yaklaşan uçağın tekerlekleri yumuşak bir dokunuş ile yerdeki piste ve giderek aprona doğru yanaşmaya başladı.
Pasaport kontrolünden sonra dışarıda bizi bekleyen arkadaşımız F. Bedirxan ile kavuştuk. Arabasına doğru giderken arkadaşlarımızdan biri diz çöküp yerdeki betona doğru eğilince, biz oranın toprak olmadığını söylesekte “ne fark eder memleket olunca her şeyi kutsaldır” diyerek öptü. Dışarıda bekleyen taksi ile arkadaşımıza, oradan da kalacağımız otele doğru yola koyulduk. Yorgunluğa rağmen çıkıp biraz dolaştık. İlk defa polis ve jandarmanın zulmünden uzak, korkusuzca, bize ait topraklarda dolaşmanın tadını çıkarıyorduk.
Özgürlüğün başkentinde pak havası ile nefeslenmenin verdiği haz bana; daha önce hiç yaşamadığım bir hafifliği hissettirdi. Kendi kendime “ey özgürlük sen ne bedeli ağır bir değersin. Sana ulaşmak için ne feda edilmez ki diye.” aklımdan geçirdim. Londra’ya geldikten birkaç ay sonra kaybettiğim ağabeyim Ape Selim, sonra babam ve bu günleri görmeden giden yol arkadaşlarımın ruhları benim ile beraber gibiydi.
Köyde arpa biçerken babamın söylediği “Barzani, Barzani te mera azadî anî” şarkısının sözleri aklıma geldi. Hayat işte, bir garip yolculuk. Gece saat ikide yatağıma gittim. Heyecanım devam ediyordu. Gecenin bir saatinde babamın beni öpmesi ile huzurlu bir halde uyandım. Bunun gerçek olmasını çok isterdim. Rüya olmasına oldukça üzüldüm… Uzun ayrılık yıllarında ikinci defa rüya da olsa babamı görmem beni bir çocuk kadar sevindirdi. Bende oluşan bu iç huzur ile tekrar yatmışım.
Sabah minareden gelen ezan seslerini dinleyerek uyandım. Camdan dışarıya bakarak Erbil’in üzerine düşen ilk ışıkları ve sokakları temizleyenleri seyrettim.
Güne erken başlamak benim için önemliydi. Bu toprakları, insanları, havayı, bu şehri daha önce defalarca görmüş, gezmiş, koklamış gibiydim. Her şey bir elmanın yarısı kadar benzer ve tanıdık. Bir anneden doğan ikiz bir bebek kadar benim doğduğum topraklara benziyordu. Dört kardeşin zorla ailesinden alınıp çocuk düşmanlarına evlatlık verilmesinin hikayesini anımsattı. İki gün aradan sonra ihtiyaçlarımı satın alıp özgürce dolaşmak üzere otobüs ile yola koyulduk. İlk Kürt ulusal kıvılcımın ateşlediği Barzani ocağına doğru hareket ettik. Yol boyunca bize dağlar ve büyük vadiler eşlik etmekteydi. Geçit ve direniş mevzilerini anlatan orta yaşlı bir Peşmerge’nin anlatım ve tecrübesi ile ziyaretimiz giderek anlam kazanıyordu.
Yol kenarında katil Saddam’a ait ölüm makinaları bozguna uğratılmış, seyir hurda halinde bulunmaktaydı. Peşmerge güçleri tarafından vurulan tank ve zırhlı araçlar da yol boyunda paslı bir görüntü veriyordu. Ülkemizin güzel coğrafyasını kirleten bu iskeletlere tükürülesi birer lanet abidesi olarak kalıyorlar.
Ölümsüz bir deha Mustafa Barzani
İki tarafı dağ olan bir vadiden hedefimize doğru giderken daha önce adlarını duyduğumuz dağları ve ovaları yakinen görüyor ve giderek coğrafyaya aşina olmaya başlıyorduk. Avaşin Irmağının kenarında yapılan oldukça güzel ve temiz bir restorantta mola verdik. Güzelim lezzetli Kürt mutfağının renkli yemeklerinin leziz tadına, masmavi akan suyun akış sesi eşlik ediyordu. Yol boyunca elma, armut, nar ağaçları bize gülümsedi.
Sol tarafımızda iki dağ arasında akan suya bent vurup, Barzan köylerini topyekûn imha etmek de planları arasındaymış. Ancak buna fırsatları olmamış. Bu Barzan denilen mıntıka her yıl Baas Devleti tarafından yakıldığı için, Kürt güçlerinin eline geçmesi ile Kürd hükümeti buradaki doğanın tekrar canlanması için ağaç kesmeyi ve avcılığı tamamen yasaklamış durumda. Düşmana kısas “inatçı” meşe ağaçları dağlarımızı süsleyerek eskisinden daha gür çıkmış doğasına zenginlik ve dağlarımıza yeşillik veriyor.
Bu rehberli anlatım ve hüzünlü yolculuk ile; büyük kurtarıcı Molla Mustafa Barzani ve oğlu İdris Barzani’nin gömülü oldukları köye vardık. Bizleri otobüsten inince savaşta yakınlarını kaybetmiş siyah yas elbiseleri giyen ve siyah Covid maskeleri ile genç kızlar karşıladı. Grubumuzun içinde bulunan kadın arkadaşlarımızın genç Barzan kadınları ile karşılaşmaları oldukça duygulu anlar yaşattı.
Kadınlar ellerinde taşıdıkları çiçekler ile önden giderken biz de onları takip ederek mezara vardık. Etrafı taş duvarla örülmüş oldukça mütevazi bir mezraydı. Duvarına bırakılan çiçekler ve topluluğun gözlerinden akan helal gözyaşları… Dünyada tek Kürt kalana kadar onun efsane adı bize hep ilham vermeye devam edecek. Bu kutsal toprakların büyük değeri özgürlüğü bize getiren ölümsüz liderimiz, Molla Mustafa Barzani…
Ey Reqib eşliğinde bırakılan çiçekler, rüzgârda dalgalanan Ala Rengin asılı olduğu direği titreterek metalik ses bir ses çıkarıyordu. Ruhumuzu okşayan Kürdistan rüzgârı, ruhumuzu dinlendiriyordu.
İçimde sessiz bir haykırış.
“Ey özgürlük
Sana kavuşmak riskli ve çokça engel,
Senin için her türlü bedeli ödemeye değer “
İlk kıvılcımın yakıldığı, ilk kurşunun sıkıldığı, ilk bedellerin ödendiği yerdeyiz. Ey ölümsüz adam. Adın gibi yattığın toprak da bize hep ilham kaynağı olacak. Ve hiç sönmeyecek bu büyük ocağın ateşi. Bize bıraktığın emanet, büyütülerek, dört kat daha artacak. Yakındır zaman; Kürdistan olgunlaşıp meyve verecek. Bu halk seni, minnetle anmaya hep devam edecek.
Enfal müzesini ziyaret
İkinci uğrak yerimiz, yüzbinlerce sivil Kürdün katledilmesinin anısına açılan anıt, kurbanlara ait eşyalar ve çocuk kemikleri… “Enfal” kurandaki anlamı ile savaşta alınan ganimet anlamına gelmektedir. Sömürgeci devletlerin çocuklarımızı ganimet görmesi anlamında kullanılır. Her milletin müzesinde sanat, tarih, kültür, teknoloji bulunur. İnsanlığın rahatı için bilim insanlarının, ‘sanatçıların yaptıkları, ürettikleri sergilenir. Uzağı yakın eden icatlar, hayatı kolay eden makinalar, trenler, uçaklar, arabalar, elektrikli aygıtlar vs… Bizim ki ise Enfal Müzesi’nde sömürgeci alçakların halkımızı nasıl da diri diri kum kuyularında, kırıma uğradıklarını görmekten ibaret. Bu trajediyi acı da olsa hatırlamak, gelecek nesillerimizi korumak ve günü geldiğinde katillerden hesabını sormak önceliğimiz olmalıdır.
Bir gezgin çölde yürürken yeşillenmiş bir palamut fidesi gözüne çarpar ve o yeşillik gezginin dikkatini çeker. Botanik bilgisi dahilinde kumu elleri ile eşip biraz alta gittiğinde bir elbise parçası görür. Çekip çıkardığında ise gördüğü şey karşısında şaşkına uğrar: bir çocuk pantolonu ve içinde kurumuş bir çocuk bedeni… Öldürülmeye götürülürken cebinde bulunan palamut, çürüyen bedeninde yeşermiştir. Böylece öldürülerek gömülen Barzan Kürtlerinin toplu mezarı bulunur. Bundan dolayı bu utanç Müzesinin sembolü “Beru”dur. Yani meşe ağacının kestaneye benzeyen tohumu olan palamudun sembolü. Birkaç kitabın değil bir kütüphanenin konusu olabilecek bir büyük trajedi.
Ders almamız gereken ne büyük bir acı. Ne zaman kendi aramızda birlik yapıp halkımızı sömürgeci katillerden kurtaracağız? Vücudunda Kürt kanı dolaşan her insanımız gidip katledilmiş çocuklarınızın kemiklerini görmeli, onlara bir çiçek bırakmalı ya da bir dua okumalı. Sömürgecilere lanet, kin nefret ve bin beddua ile birlikte.
Kum altında bulunan toplu mezarların birkaç yüzü kişi olarak bulunmuş ancak bulunmayı kimliği belirlenmesi gereken on binler değil yüz binlerce kişi vardır.
Erbil siyasetçilerini eleştirebilirsiniz, eksik ve yanlışları herkes gibi onların da vardır. Kimse Hz. ve Tanrı değildir. Ancak PKK’nin yürüttüğü Barzani ve Güney düşmanlığının içinde bir gram Kürt perverlik yoktur. ”Bayrak, sınır veya Türk Devleti’ni bölmek gibi bir amacımız yoktur” diyen PKK yöneticilerini Kürt halkı iyi tanımalıdır.
Kürt hükümetini savunmak bir milli görevdir. Bunlar tatil için Türkiye’ye gidenler gibi, tv ekranlarında boy vererek iki yüzlü bir şekilde” Avrupa Türkiye’den daha kötüdür.” diyen insanlardan farkı bulunmayan insanlardır. Yanlış ve manipülatif propagandadan farksızdır.
Geldiğimiz noktada savaşanların Kürt halkına herkesten daha fazla zarar verdiklerini görmeliyiz. Bu aşamada Kürt ve yurtsever olmanın tek koşulu Kürdistan Federe Devleti’ni korumak; ona zarar gelmesinden sakınmak ve sonuna kadar onu savunmaktır. İstikbal isteyen her Kürdün “yegâne” görevi bu olmalıdır. “Biz Kürtler arası savaşı haram kıldık.” diyen Mesut Barzani’nin bu sözünü inandığınız kitap hangisi olursa olsun ön ve son söz yerine yazılmalıdır.
Kürt Federe Devleti’ne saldırı niteliğindeki söylemleri eleştiri olarak kabul etmek mümkün değildir. Koca Türk Devleti’nin 700 senelik geçmişi olmasına rağmen hala işkence, mafya, hırsızlık ve çete devleti olduğu unutulmamalıdır.
Beyler kendinize gelin!
Biraz insaf ve vicdan!
PKK’nin yöneticilerinin yürüttüğü Güney düşmanlığı, halkımıza zarar vermektedir. Yurtsever kadrolar bu yanlışa müdahale etmelidir. Başarı elde edememiş hallerini gizlemek için amaçsız ve hedefsiz bir şekilde Kürdistan Federe Devleti’ne ve Barzani’nin şahsına saldırmak, enfallere davetiye çıkarmaktır.
Kürdistan Başkanına hakaret edenler unutmasınlar ki, düşmandan ve onlardan kaçıp gelen binlerce Kürt bu federe devletin himayesinde yaşamaktadırlar bunlara TC’den kaçan HDP üyeleri de dahildir!
Açıkçası bu yeni devlete; feodal ve aşiret diyen, hakaret eden taraftarların oralara bir defa gidip görmelerini ısrarla tavsiye ederim. Halkın refah seviyesinin oldukça iyi olduğu, dükkanlarının dolu olduğu; hırsızlığın, kapkaççının olmadığını söylemek hiç de abartı değildir. Taxileri oldukça tok ve üç kâğıttan uzaktılar. Otelleri oldukça temiz ve standartlara uygun, fiyatları ucuz, Avrupa’dan gidenler için oldukça ekonomikti. Şehirlerarası gezme oldukça güvenlikli. Görülecek tarihi yerleri, çarşı ve pazarları, parkları ve mükemmel bir tabiatı bulunuyor. Avrupa’da yaşayan her Kürt oraya gitmeli, pazarlarında satılan ilginç el işlemeleri ve diğer turistik eşyaları görmelidir. Havası çok güzel ve güneşi her gün uzun saat görmek mümkün. Kendisini vatansız gören her Kürt, yeni Kürt Cumhuriyeti’nin fahri birer vatandaşları olarak bu yeni devletin, huzur ve mutluluk veren çalışmalarını görerek yaşamalıdırlar.
Bu duygularla geldiğimiz BARZAN mıntıkasından tekrar otobüse binerek geri Hewler’e gidiyoruz. Ertesi gün sabah kahvaltısında İsveç’ten gelen kadın arkadaşların da bulunduğu masamıza bir Erbilli genç geldi. Kendisini masadaki hanımefendiye tanıştırdı. Çok eskiden beri tanıştıklarını ikisi de hatırladı.
Sohbet esnasında konu Barzani’ye gelince” gelen misafir “Benim üç kardeşim DAEŞ saldırısında şehit oldu. Bundan dolayı annem Serok Barzani’yi hep suçlamakta onu çocuklarının ölümlerinden sorumlu tutmakta. Evde her gün ağlayarak “bir gün Barzanî ile karşılaşırsam ellerimi onun boğazına koyup hesap soracağım” diye söylediğini anlattı.
Ardından devam etti “ve kısa bir zaman sonra Mesud Barzani’nin ofisinden bizleri ailece görüşmeye çağırdılar. Babam, annem ve ben bu davete hazır bulunduk. Otururken annemin yanına oturarak onun yapabileceği bir olumsuz hareketi engellemeyi amaçladım. Biz oturduktan kısa bir süre sonra Barzani içeri girince, ben ve babam ayağa kalktık. Annem kalkmadı. Barzani’nin “Şehitlerin annesi sen olmalısın müsaaden varsa ayaklarını öpmek istiyorum.” demesiyle annem ayaklarını çekerek estağfurullah diye söylendi. Tekrarı annemi utandırmıştı. Gözleri dolan annem bu durumu ile onu da hüzünlendirmişti. Görüşme ve sohbetin ardından teşekkür edip ayrılmak üzereyken annem Barzani’ye dönerek, beni hayrete düşüren şu sözleri söyledi: ‘Ey Barzani bu oğlum 18 yaşını daha doldurmamış bir yarım erkektir, eğer isterseniz onu da Peşmerge yapmaya hazırım’ söylemi ile annem beni mutlu etmişti. Boynuna sarılıp öperek oradan ayrıldık.
Aynı gün DEAŞ saldırısı sonucu şehit verdiğimiz on Peşmerge’nin kaybı bizi derinden etkilemişti. Burada kaldığımız günler oldukça çabuk geçti, yolculuk için geriye sayım başladı. Bir hastaneye gidip PCR testi yaptırdık. Bize misafir ve perverliklerini gösteren, başta diaspora yöneticileri olmak üzere orada bizi misafir olarak ağırlayan, perverliklerini unutmayacağımız dostlara, Baran, Faruk Veli, Zana, İsmet, Serpil, Ari ve diğer adlarını sayamadığım dostlara teşekkür ve himmet ile… Erbil’den ayrılmamızın saati gelmişti. Biraz burukluk ve hüzün.
Kürdistan sen kalınacak ve yaşanacak ülkesin…
Diyar Budak
31.12.2021