Her din, mezhep ya da inanış ibadetlerinde özgür olacak.
Din ayrılığı kamu hizmetlerine girişte engel oluşturmayacak.
Dil özgürlüğü sağlanacak, kendi dilinde eğitim görecek, basın ve yayın serbest olacak.
Dini inanışlarına aykırı bir iş yapmaya zorlanmayacaklar.
Çoğunluğun sahip olduğu bütün haklar, azınlıklar için de geçerlidir.
Lozan antlaşması devşirme Türkler için hem gurur kaynağı hem de gizli bir belgedir. Lozan hala Türkçeye çevrilip yayınlanmadı. Ülkeyi yönetenler diledikleri gibi yalan uydurabilirler. Zaten yalancı olmayan Türkiye’de yönetici olamaz. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi, Tiran’ın kuzey doğusunda bir dağ köyünden göçmüş Selanik’e yerleşmiş bir Arnavut’tur. Erdoğan; Gürcü kökenli ama Türkmen olduğunu söyler. Kılıçdaroğlu Kürt kökenli ama, Türkmen olduğunu söyler. Bahçeli; Ermeni kökenli ama, Türkmen olduğunu söyler. Akşener; Çeçen kökenlidir ama, Türkmen olduğunu söyler. Kısaca insanları yalancılığa teşvik edenler, devşirme yöneticilerdir. Bu Osmanlı döneminde de böyleydi, devşirme Paşalar, hiç birisi Osmanlı kökenli olmadığı halde, Osmanlı kökenli olduğunu söylerlerdi. Zaten Osmanlı Afgan kökenlidir, Türkmenlerden nefret eder onlar için “Etrak-ı be İdrak” derlerdi.
İçişleri Bakan’ı Süleyman Soylu “Alevi açılımı” için bazılarına görev verdim binlerce Cem Evi’ni ziyaret ettiler” diyor. Süleyman beyefendi yalan olur ama bu kadarı da olmaz. 1925 tarihinde Mustafa Kemal’in çıkardığı 677 sayılı yasa ile Alevilik ve onların Cem Evleri yasaklandı, yasak hala devam ediyor, ruhsatı olan ya da Soylu’nun izin verdiği bir tek Cem Evi yoktur. AİHM 6 yıl önce Alevilerle ilgili aldığı karar var, Anayasa’nın 190 maddesine göre kanun hükmündedir, Anayasayı uygulayın yeter. Soylu Süleyman, Doğan İzzettin’in Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi Vakfı’nın bürolarını, aşırı Kemalistlerin derneklerini, Cem Evi sanıyor. Alevi açılımına gerek yoktur, Türkiye gururla anlattığı Lozan antlaşmasına, AİHM kararlarına, Anayasa’ya uysun Alevilik açıldı gitti.
Cumhuriyet tarihinde, devleti yöneten üç bakanlığın yöneticileri Aleviler olamazlar. Dışişleri bakanlığında, Aleviler büyükelçi ve konsolos olamazlar. İçişleri bakanlığında Aleviler, vali ve emniyet müdürü olamazlar. Savunma bakanlığında Aleviler general olamazlar. Cumhuriyet tarihinde birileri çıkıp, falan General Alevidir diyemez. Acaba Soylu Süleyman kaç Alevi’yi emniyet müdürü ya da vali atadı da konuşuyor? Eminim Soylu Süleyman’ın bunlardan haberi yoktur, yoksa bir bakan bilerek yalan söylemez. Bakın işte Türkiye övündüğü Lozan Antlaşmasına yalan söyleyerek ne güzel uyum sağlıyor.
Kıbrıs’ta Türkiye devşirme soydaşlarına nasıl sahip çıktığı ortada. Bosna Hersek’te dindaşlarına nasıl sahip çıktığı ortada. Yaptıkları da doğrudur. 9 Aralık 2017 Tarihinde Erdoğan Atina’yı ziyaretinde, yaptığı konuşmada, “Benim soydaşlarımdan asimile olmasını beklemeyin” diye Yunan siyasetçilere mesaj veriyordu. “Burada 150 bine yakın soydaşımız var. Şu anda Yunan Parlamentosunda 4 Milletvekili sizleri temsil ediyor. Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek” diye topluma hitap ediyordu. Acaba bu sözleri Ankara’da bir Kürt söylese, başına neler gelir?
APO’nun baş komutanlarından, Şemdin Sakık diye birisi vardı. Bir gün APO Şemdin’i Şam’a çağırdı, sonra tutuklayıp kendi hapishanesine attı. 1998’in başlarında komutan Şemdin, arkadaşlarıyla birlikte APO’nun hapishanesinden kaçtı, Güney Kürdistan’a sığındı, Türkiye huzursuz olmaya başladı. APO’nun hapishanesindeyken emin ellerdeydi, Türkiye huzur içerisindeydi. Bir gün resmi bir belgeyle Şemdin’i Hafız Esad’dan istemedi. Şemdin arkadaşlarıyla birlikte, Duhok’ta bir eve yerleşti. Sivil giyimli bir jandarma Albay’ı ile Şemdin’in arkadaşı Yeşil Gittiler Şemdin ile konuştular, Şemdin’in Türkiye’ye gelip itirafçı olmasını böylece de cezadan kurtulacağını söylediler. Şemdin bunlara güvenmedi ve gelmedi. İkinci gün bunlar, Şemdi’in abisi Sırrı Sakık’ı da yanlarına alıp gittiler. Şemdin abisinin söylediklerine güvenerek, Türkiye’ye dönmeyi kabul etti. İkinci gün bir Helikopterle gönderildi, gidenler Duhok’un doğusunda şehir çıkışında, Şemdin ile birlikte kaçan 17-18 kişinin içerisinde, Şemdin ve yeğenini seçip getirdiler.
Diyarbakır’da yargılama başladı. Kuzey saha komutanı Şemdin Sakık, Bingöl’de 33 askerin öldürülmesi, Krom madeninde 6’sı mühendis 9 kişiyi öldürme eylemi gibi daha birçok eylemden yargılandı. İtirafçı olduğu için 19 ana konuda, çok önemli şeyler anlattı. Bunlar sadece basından izlediklerimiz, devlet hala Şemdin Sakık’ın 19 ana konuda söylediklerini, devlet sırrı gibi insanlardan gizliyor. Yoksa APO ile devlet ilişkileri deşifre olmasın diye mi gizliyorlar? Gerek yoktur APO’nun devlet ilişkilerini, sağır Sultan bile duydu.
APO Şam devlet mahallesinde oturuyordu, daha sonra aynı mahallede bahçeli yüzme havuzlu villaya taşındı. Burada sürekli Türkiye’den misafir gelen ülkücü arkadaşlarını da ağırlıyordu. APO da Şam’da Şemdin Sakık’ın Diyarbakır’daki ifadesini izliyor ama, devletin gizleyeceğinden de emindi. Devlet Şemdin’i de kendi APO’sunu da bir sefer Şam yönetiminden istemedi.
Türkiye’nin önderliğinde, İran, Irak, Suriye ve Türkiye kendi aralarında 1952’de Bağdat Paktı antlaşmasını yaptılar. Bu antlaşma ile dört ülke ortak Kürt politikası oluşturdular. Türkiye 1980’den beri Irak’ın kuzeyine 200’den fazla saldırıda bulundu. Özellikle Körfez savaşından sonra, Türkiye çok huzursuz olmaya başladı ve saldırıları sıklaştırdı, hedef Güney Kürdistan. 3 Mayıs 1983’te TSK Güney Kürdistan’a saldırdı 10 km kadar içeri girdi ve geri çekildi. 15 Ağustos 1986’ da TSK tekrar saldırdı, çoğu sivil 150 kadar Kürt’ü öldürdü. 4 Mart 1987’de 30 savaş uçağıyla tekrar saldırdı, çok sayıda köy yerle bir oldu. Enfal ve Halepçe katliamından sonra, 5 Mart 1991’ de Kürtler ayaklandı, Kerkük, Musul, Süleymaniye, Erbil, Duhok başta olmak üzere bütün Kürdistan’ı işgalden kurtardılar. BM 5 Nisan 1991’de Güney Kürdistan’ı güvenlik şeridi ile koruma altına aldı.
BM kararından sonra Türkiye’nin uykuları kaçtı, PKK’yi kışkırtarak KDP ve YNK ile çatışma ortamına sokmak istedi. PKK Şengal dağının etrafında kalan bir aşiretin sürülerini gasp etmeye başladı. Sonunda 2 Ekim 1992 yılında YNK ile KDP Peşmergeleri PKK’ye saldırdı, 1700 civarında PKK’li öldü, 170 civarında da Peşmerge öldü. TSK’da PKK’ye saldırınca Peşmerge durdu, sağ kalan PKK’lileri götürdü, Zele Kampı’na yerleştirdi ama, TSK’nın güney Kürdistan’a saldırıları durmadı, devam etti.
Güney Kürdistan’daki gelişmelerde, Türkiye’nin nasıl alerjik olduğunu, neler yaptığını kısaca tarif ederken, işe Batı Kürdistan’daki gelişmeler de eklenince, Türkiye’nin huzuru iyice kaçmaya başladı. Son gelişmelere baktığımızda bunu açıkça görürüz. TSK bütün azametiyle Batı Kürdistan’a girdi, 40-50 bin kadar da cihatçı militanlardan paralı bir güç oluşturdu, Kürtlere karşı savaşıyor. PKK’yi gerekçe göstererek, Bağdat antlaşmasındaki yetkilerini kullanarak, iki yıldır durmadan Güney Kürdistan’ı bombalıyor. 400-500 kadar Kürd köyünü bombalayarak yerle bir etti ve boşalan yerlere de çok sayıda askeri üs kurdu. İşgal ettiği yerlerde, ormanları kesip Türkiye’de pazarlıyor. Türkiye haksız işgalden dolayı dünyada yalnızlaştı, PKK’de bir gün dağılırsa ki az kaldı, ellerim hep böyle boş mu kalacaktı, şarkısını söyleyecek.
Türkiye’nin tek umudu, kendi PKK’si ile savaştırıp, PKK’yi takip gerekçesiyle Erbil’e kadar inmek. Barzani büyük insan 1992 Peşmerge PKK savaşında bu günleri görmüş ki, “Kardeş kavgasına son” demiş. Başkent Kandil’de Cemil Bayık Türkiye’yi demokratikleştirmiş, Suriye’yi demokratikleştirmek için Batı Kürdistan’a sesleniyor “Aldığınız yerlerden çekilin, oraları derhal Suriye rejimine terk edin” diyor. Güney Kürdistan için aynı düşünceleri taşıyor ama hala açıkça, aldığınız yerleri Bağdat rejimine teslim edin demedi. Belli ki Cemil bu talimatı Ankara’dan almış. Cemil Bayık demokrasinin ne olduğunu, nasıl oluşturulduğunu en iyi bilen bir insandır, çünkü 40 yıldır Türkiye’yi demokratikleştirmek için dağlarda savaşıyor.
2015 ateşkes sürecinde, Kuzey Kürdistanı PKK yönettiğini söylüyordu, devlet de susuyordu. Hâkim, savcı, polis, asker dışarı çıkmıyordu. Onların görevini PKK’li militanlar yürütüyordu. PKK’nin bölge sorumlusu lüks araçları ve silahlı korumalarıyla, şehir merkezlerinde dolaşıyordu. Kırsal alanda Jandarma, PKK militanları yol kontrolünü birlikte yapıyorlardı. Bunları bütün Kürtler gözleriyle gördü ve yaşadı. Şimdi de Başkent Kandil bağırıyor, “Biz bağımsız Kürdistan istemiyoruz” diyorlar. Hatta modacı Hatip Dicle, “Bağımsız devlet modası geçti” diyor.
Türkiye; Lozan antlaşmasına uymuyor. Türkiye; AİHM kararlarına uymuyor. Türkiye; altında imzası olan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uymuyor. Fakat 1952’de yaptığı Bağdat antlaşmasına PKK’yi gerekçe gösterip harfiyen uyuyor. Çünkü Kürtlere karşı yapılan bir antlaşmadır.
Aralık 2021