Paşalar Cumhuriyeti nereden geldi, nereye gidiyor. Osmanlı ailesi Türkmen değil, Afgan kökenlidir. Osmanlılar hiçbir zaman devlet olmadı. 1639’da Kasrı Şirin antlaşması ile belirlenen İran sınırının dışında, belirlenmiş hiçbir sınırı yoktur. Kısaca hiçbir coğrafyacı, Osmanlı sınırları burasıdır, diyemez. Saray kendine özgü devşirme askerler tarafından korunan bir eşkıyalık merkezidir. Şehirler de Saray tarafından görevlendirilmiş bir asker yerel sükuneti sağlar. Halk arasında bunlara Şehremini derlerdi. Görevi emrindeki askerlerle bölgede sükûneti sağlamak ve Saray için insanlardan haraç toplamak. Sivil idare diye bir sorumluluğu yoktur. Belediyecilik gibi sivil hizmetler yoktur. Her inançtan ve çok sayıda milletin görevi sadece Sarayın haracını temin etmek. Nüfus kaydı, inanç ve eğitim gibi bir sorunu yoktu.
Kuzey Amerika’da İngiliz sömürgeciliğine karşı verilen başarılı mücadelede, ilk Anayasa 1789’da hazırlandı. ABD’nin nüfusu 4 milyon, New York’un nüfusu da 18 bin idi. 1789 Fransız devrimi bunu izledi ve 1791 Fransız Anayasası hazırlandı. Avrupa’da da bir değişim başladı. En önemlisi İngiltere’nin Amerika’dan yenilmiş olarak, eski dünyaya geri dönüşü oldu. 1876’da Kraliçe kendisini Hindistan İmparatoriçesi ilan etti. Avrupa’nın ortasında hızla büyüyen Alman İmparatorluğu, Çar İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere’nin istemediği önemli rakiplerdendi. Birinci Dünya Savaşında İngiltere bu üç önemli rakibinden de kurtuldu.
Mondros antlaşmasıyla Osmanlı kendisini fes etti, İngilizler de teslim aldı parselledi, Osmanlı topraklarında devletler kurdu. İşgal edilmemiş (Misak-ı Milli) alanlarının yönetimine de İngiliz General Harington atandı, beş yıl boyunca İstanbul’da bölgeyi Harington yönetiyordu. Belirli şehirlerde de İtalyan, Fransız ve İngiliz subaylar Şehremini olarak görevlendirildi. Barış görüşmeleri beş yıl kadar sürdü, ama görüşmelere Osmanlı ve Alman temsilciler katılamıyordu. Onların görevi, istenilen belgeleri getirip, ayrı bir yerde oturup, toplantı sonucunu beklemek. En son toplantı 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan’da oldu, hazırlanan barış metni imzalandı, Osmanlı ve Alman görevlilere de gelin şurayı imzalayın dediler. Lozan Antlaşması böyle oldu, gerisi yalan. İstanbul’un işgali ve kurtuluşu kocaman bir yalandır. Paşalar 1926 Ankara antlaşmasıyla, Antakya, Halep ve Cezire bölgesini Fransızlara, Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye’yi de İngilizlere verdiler. Lozan antlaşmasına göre buralar, Paşalar Cumhuriyetine aittir.
Misak-ı Milli yöneticisi General Harington, yönettiği alanda görülen lüzum üzerine, Paşalar Cumhuriyetini kurdu ve Lozan Antlaşmasında da kabul ettirdi. Cumhuriyetin kurucuları arasında bir tek Türkmen kökenli yoktur. Zaten Anadolu’da yaşayan Türkmen yoktu. Cumhuriyeti kuranların ve yönetenlerin hiçbiri Anadolu kökenli değil, hiçbirinin burada dayı oğlu, amca oğlu diye bir akrabaları yoktur. Tamamı cephe kaçkını devşirme Avrupalılar, geride bıraktıkları akrabalarını da bilen tanıyan yoktur. Tamamı cephe kaçkını, Yedikule zindanlarında yatan mahkûmlardı. Adamların Anadolu’da yerde taşı, gökte kuşu yoktu, nesi için öleceklerdi, nesini kurtaracaklardı? Cephede sıkıştıkları zaman, cepheyi bırakıp kaçıp İstanbul’a geliyorlardı. Saray da yakalayıp Yedikule Zindanlarına dolduruyordu.
Cumhuriyet’in kuruluşuyla, Paşaların en büyük sorunu, Anadolu’daki yerli Rumlar, Ermeniler ve Kürtler oldu. Rumların önemli bir kesimi, İstanbul’da üretim ve ticaretle uğraşıyorlardı. Özellikle Karadeniz Pontus Rumlarıyla ilişki içerisindeydiler. 1934 Trakya olayları ve 6-7 Eylül 1955 devletin organize ettiği İstanbul olayları, Rumlar için bir felaketti. Olaylarda; Gayrimüslimlere ait 4214 ev, 1004 işyeri, 73 Kilise, bir Sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel ve bar gibi yerlerin de bulunduğu 5317 mekân tahrip edilmiş ve talan edilmiştir. 6-7 Eylül olaylarında çok sayıda ölü, sağ kalanlar bazıları kaçtı, bazıları sürgün edildi. İstanbul olaylarında Rumların yaşadıklarından sonra, Karadeniz Pontus Rumları, Orta Asya’dan Asena denen kancık kurdun peşine takılıp gelen, Türk ve Müslüman olduklarını iddia etmeye başladılar, iddia hala devam ediyor. Pontus Rumları çok uğraştı ama, hiçbir zaman Paşalar Cumhuriyetine yaranamadılar.
Başta Mimar Sinan olmak üzere, Osmanlının bütün Mimarları, Ermeni kökenlidir. Osmanlıdan günümüze kalan hangi esere bakarsanız, yapan mutlaka bir Ermeni’dir. Osmanlının son dönemlerinde, Ermeniler de diğer her millet gibi, Osmanlıya baş kaldırıp, kendi bağımsız devletlerini kurmaya çalıştılar. İngilizler Ermenistan’ı istemiyor, Paşaları destekliyordu, Lenin de Osmanlı Paşalarını destekledi, böylece Paşalar Ermeni meselesini de hal ettiler.
Paşalar Cumhuriyeti yüz yıldır, Kürtleri de yok etmeye çalışıyor ama başaramadılar. Bundan sonra da yapacak bir şey kalmadı, Kürtlerin yaşadıkları, Paşalar Cumhuriyeti’nin sosyal aynasıdır. 1938 yılına kadar, Kürtleri imha programını uyguladılar, ondan sonra da inkar ve imha programını uygulamaya başladılar ama nafile. Tek devlet, Tek Millet, Tek Bayrak, Tek din sloganlarına, yerli ve milli sloganlarını da eklediler ama hiçbir yararı olmadı. Sonunda Kürtlerin varlığını kabul ettiler.
12 Eylül Kenan Evren cuntası, Kürtlere karşı insanlık dışı bir uygulama başlattı. İşkencehanelerde insanlar öldü, insanlar sakat kaldı. 7’den 70’e her Kürt maddi ve manevi bu zulmü iliklerine kadar yaşadı ama Paşalar Cumhuriyeti yöneticilerine karşı da bir nefret oluştu. Kürdistan’da oluşan nefret Evren Cuntasını rahatsız etmeye başladı, Kürdistan’da kontrollü yok etme başlamalıydı.
Kürtleri çok iyi analiz ettiler ve karşı siyaset başlattılar. Buna göre, insanları bir guruba dahil ederek, Kürd ve Türk mantığını kullanmayı işlediler. İç bağları sıkı olan Kürdler, gelişmeler karşısında, aklını başkalarına ihale etti, mantığını kullanmaktan vazgeçti. Devlet görevlileri, Kürdleri düşman göstererek, korkuya dayalı politik propaganda yaptılar. İnsanların mantığını değil içgüdülerine hitap ederek, Kürdler arası dayanışma duygusunu kışkırttılar. Bunun üzerine Kürdler mantıklarını servis dışı bırakarak, içgüdüleriyle hareket etmeye başladılar.
Hazırlanan böylesi bir ortamda, APO Şam devlet mahallesine yerleşti, Beka Vadisinde eğitim alanı açtı, “Bağımsız Birleşik Kürdistan” sloganıyla, Türkiye’ye karşı savaş ilan etti. Zaten Evren Cuntası, Hafız Esad ile zımni bir antlaşma yapmışlardı. APO yıllarca Şam’ın kucağında oturdu, Türkiye’ye kaşı savaştı ama Türkiye bir gün resmi bir belge ile APO’yu Şamdan istemedi. Türkiye kırmızı bültenle APO’yu arama ihtiyacı duymadı. Türkiye hiçbir zaman Kuzey Suriye, Türkiye sınırında “Terör devleti” kurulacak telaşı yaşamadı. Türkiye’de kan gövdeyi götürüyordu.
Kısaca yukarda belirtmeye çalıştığım, Evren Cuntasının, Kürt Milleti için yarattığı Psikolojik ve sosyolojik ortam, iç bağları sıkı olan Kürdler, Türk askerine karşı çıkan PKK’nin etrafında birleştiler ve APO Kürtlerin kutsalı oldu. Eli silah tutan her Kürd genci en kısa zamanda, dağdaki gerillaya katılmak için can atıyorlardı. Devlet Köy yakmalar, yayla yasakları, önüne çıkanı tutuklamak ve işkence yapmakla, Kürtlerin dağa çıkmasını teşvik ediyordu. Kürdler arasında çok sayıda devletin işbirlikçileri de vardı. Hala devlete büyük bir sadakatle ve cüzdanına büyük bir saygıyla bağlı, görevini sürdüren işbirlikçi Kürdler var.
Türkiye’nin Güney Kürdistan’da PKK’ye saldırısını, Bağdat yönetimi de istiyor. Ankara ve Bağdat bir gün Erbil’de buluşmayı hayal ediyor. İran da aynı hayali yaşıyor. Mustafa Karasu’da gitmiş KDP’yi tehdit ediyor. Mustafa tehditte devam et de sen; PKK toplu davasında 27 idam mahkumundan biriydin, nasıl tahliye oldun, nasıl bu günkü görevinin başına geçtin, insanlara bunu anlat. Türk uçakları Kandil vadisinin üzerinden uçmaya korkuyor ama Mustafa’dan korktuklarını sanmıyorum. APO’nun mesajını Kandildeki parti kongresine götüren Avukatı Mahmut Şakar’ı TSK Helikopteriyle Kandile götüren pilot kimdi insanlar merak ediyor. APO’yu Şam Devlet mahallesindeki evinden kaçırıp götürenler için, Mustafa Karasu’yu Kandildeki mağarasından kaçırmak çocuk oyuncağı.
APO’cular “Bağımsız Birleşik Kürdistan” sloganını bıraktılar. Artık bağımsız devlet modası geçti diyorlar. Artık sadece “Birleşik Demokrasi” için savaşıyorlar. Birleşik Demokrasi için savaşmak da sadece APO’culara özgü bir savaş olsa gerek. Son günlerde siyasetin en çok tartıştığı konu, PKK-HDP ilişkileri. Bunu en iyi parti büyüğü Ahmet Türk ve Serok Mafya Anası bilir, onlara sorun.
Son zamanlarda batıda yaşayan mülteci Kürdler, toplu dayaktan geçiriliyor. Ankara, Çorum ve daha birçok yerde, tarımda çalışan Kürd aileler toplu dayaktan geçiyor, hasta hanelik oluyor, dayakçı devşirme Türklerden tutuklanan yok. Ben bugüne kadar, Edirneli bir ailenin mülteci olarak gidip, Urfa’da tarımda çalıştığını duymadım. Kürd kardeşim bu da PKK’nin senin alnına yazdığı, senin kaderin, kaderine razı ol diyemiyorum.
Sevgili Kürd kardeşim, mantığınızı servis dışı bırakmayın, çünkü size en çok lazım olan odur.
Sedat Peker’den ricam, Ankara’da çanta dolusu paralar kime gidiyordu, Allah rızası için açıkla.
Ağustos 2021