İbrahim Aydının yazdığı, „Madalyonun Ters Yüzü” kitabını, bir arkadaşın postalaması ile elime ulaştıktan sonra okuma fırsatım oldu.
Yazar olayları anlatırken, benim de bu parti sürecinde olayları yaşayan bir tanık gibi sonucu doğru tahmin etmem de bir hayretlik yoktur.
Aslında Kürdistan Sosyalist Partisi tarafından, kuruluşundan kısa bir zaman sonra, bir doktor titizliği ile, PKK’ye “şüpheli” teşhisi konulmuştu. Ancak müdahale konusunda onlar da diğer Kürd örgütleri gibi gereken tavrı koymak konusunda yetersiz bir politika izlediler…
PKK kuruluşundan itibaren gizemli güçleri içinde bulunduran bir örgüttü. Başta kendi öncü kadroları olmak üzere diğer Kürd örgütlerine karşı oldukça acımasız ve yıkıcılığıyla kendisini ele vermekteydi. Kürd partilerinin bu örgüte karşı pasif davranmaları, sahneyi PKK ye bırakmaları büyük bir sorumsuzluk örneği olarak tarihe geçmiştir.
Adı geçen kitapta, birçok kuşku ve karanlık ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı açıkça görülmektedir.
Kürdistan mücadelesinde kaybettiklerimiz, ölenlerimiz, sakat kalan insanlarımız, yakılan yıkılan ülkemiz, Türkleşen şehirlerimiz, kaybolan dilimiz, ödediğimiz ağır bedel hep hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır. Sürecin canlı mağdurları, tanıkları ve suçlular bugün halen orta yerde durmaktadırlar.
Geçmişe dayalı eksiklik ve yetmezliğimiz tekrar tekrar gözümüzün önüne gelmektedir.
Kürdistan mücadelesini yürüten tüm partilerde oldukça inançlı militanlar vardı. Birçok insanın, kararlıkları ile ölümü bile korkutan yiğitliğe sahip olmaları başarı için yeterli değildir. Doğru, cesur ve Kürd halkının çıkarlarını örgüt çıkarlarına değişmeyen bir önderlik gerekir.
Kürd sorunun çözümünde, iç ihanet ve gizli eller gün geçtikçe yetkin duruma gelip, önemli kadroları elimine yapıp örgüt stratejisini değiştirecek kadar etkindirler. Başta PKK olmak üzere birçok örgüt kendi içindeki önemli kadrolara şiddet uygulayıp ötekileştirmek veya etkisiz duruma getirmektedir. Bu anlamda birçok önemli Kürd öldürüldü. Örgütlü kadroların yaşam haklarını korumak ve geliştirmekten uzak yok etmeye endeksli sistematik bir politika yürütüldü…
Yoldaşlık ve arkadaşlık ilişkisinin bu kitapta nasıl hunharca katledildiği çok bariz bir şekilde anlatılmaktadır. Kendi aralarında, yanlışa karşı çıkan, doğruları savunan birilerini hedef tahtasına koyarak, hizipçi, hain ilan edip, işkence ile öldürmelerini nefretle okudum.
Önemli Kürd aydınları, aynı zamanda PSK üyeleri olan R. Adıgüzel, M. Çamlıbel, H. Akagündüz.
Kawa liderlerinden F. Uzun olmak üzere PKK’nin önemli kadroları olan Resul Altınok, Mehmet Şener, M. Bilgili, Semir, Enver ve adını sayamayacağım diğer öldürülen binlerce insan, katledildiler.
Lider, bir sabah kahvaltısını bile protesto amaçlı ret etmezken, kadroların açlık grevlerinde ölmeleri büyük bir sorumsuzluktur.
Ölümü bile zafer diye sunan anlayışa sesiz kalmak ne tuhaf bir çelişki değil mi?
Yazarın bazı olayları anlatırken, kendi kalemini, haklı olarak sansürlediği, fazlaca esnek davranarak, düşmana “sır” vermek istemediği hissine kapıldım.
Gerek eskiden ayrılan veya halen içinde bulunan kadroların bu sürecin tanık ve sanıkları olarak sorgulanmalı ve onlara söylenecek sözümüz olmalıdır.
Kitabın sonuna yaklaştıkça aklıma Lev Tolstoy’un 19 yüz yılda savaşa ilişkin yazdıklarını anımsadım. ”Halka hükmedenler genellikle en kötü, en değersiz, en acımasız en ahlaksız ve her şeyden önce en yalancı kimselerdir; ve bu bir rastlantı asla değildir” söylemi sanki PKK’nin politikası için söylenmiştir.
Geçte olsa böyle bir kitabın Kürd kamuoyuna sunulmasının önemli olduğunu söylemeliyim. Kürd halkının boyutlanan mücadelesi karşısında Türk devletinin derin projelerinin içimize kadar nasıl sirayet ettiğine şahit olmaktayız.
Devlet en yakınımıza hatta yönetici olarak birçok kurum ve örgütlerimize kendi adamlarını koymayı başarmıştır…
“Silahlı külahlı” bir örgütün yanlış yoldan amacına kavuşması mümkün değildir.
PKK’nin içinde bulunduğu durum ve eylemleri halkımızın dört parçada yürüttüğü mücadeleye zarar vermektedir. Güney Kürdistan’da yürüttüğü siyaset, Federe Kürd Devletinin kazanımlarına yönelmesi yıkım amacı taşımakta ve düşmancadır.
Federe Kürd Devletini korumanın, Barzanileri korumak olduğunu söylemek kitleleri aldatmak ve algı yaratmadır.
Cezaevlerinde yatan on binlerce Kürdün emel ve amaçlarından uzaklaşmaktır.
Kürdistan’ın özgürleşmesi söylemini ret etmek ve Kürd gençlerini, amaçsız Türk devletinin savaş dronlarına kurban etmektir.
Kürd diyarında uzaklaşıp, bölge devletlerinin gölgesine girmektir
Kürd Ulusal mücadelenin yükselmesiyle, Türk devleti itirafçılık, ihbarcılığı Kürd illerinde bir kurum haline dönüşmüştür.
Özellikle gözaltına alınan insanlara baskı ve işkence ile iradelerini kırıp, onları devlet adına teslim alma ve giderek Kürd çıkarlarına ters, sistematik bir tuzağın parçası haline getirmeyi amaç edinmiştir.
Bir dönem Apo’dan sonra ikinci adamı olarak bilinen Şahin Dönmez’in içerdeki baskıya yenik düşüp itirafçı konuma düşmesi yakın tarihimizin kayıtlarındadır. İhbarcıların, ajanların, itirafçıların verdiği zarar tabi ki büyüktür. Ancak bireylerin halklarına ve partilerine verecekleri zarar birey düzeyindedir. Bir gurup veya aşiretin verdiği zararda küçümsenemez. Ama büyük bir kitleye hitap eden partiye sızmışların veya liderinin düşmanın eline geçmesi durumunda, halkın başına büyük felaketler getirir. Çünkü örgüt ve partiler bir ulusun kaderini belirlemede en etkin araçtırlar. Bu mekanizmanın sömürgeci devletin eline geçmesi halinde zararın yenilgi ile eşdeğer olduğuna kuşku yoktur. Bugün geldiğimiz aşama budur.
Tc devletinin askeri kurumları, memurları, karakol çalışanları, korucular da dahil olmak üzere devletin sunduğu imkanlar karşılığında bilgi sağlamaktadırlar.
Yani eskiden ihbarcılık ve ajan kurumu için ağırlıkta canlı “varlıklar” kullanılıyordu. Şimdi giderek cansız aparatlar kullanılmaktadır.
Teknolojinin gelişmesi ile elimizdeki akıllı telefonlar başta olmak üzere, çeşitli dinleme aygıtları, gökyüzünde dolaşan dronlar ve doğaya yerleştirilen görüntü ve ses kaydı yapan araçlardan büyük hizmet ve bilgi elde edilmektedir.
Tc devletinin öldürdüğü on binlerce “faili belli” dosyalara yenileri eklenerek raflarda tozlanmaktadır.
Biz Kürd cephesinde ise çeşitli gerekçelerle öldürülen binlerce suçsuz insanın soruşturulması ve suçluların yargılanıp cezalandırılması ancak bir devlet veya benzeri bir kurumun varlığı ile mümkündür.
Mücadele alanını terk etmiş “ihtiyar heyetinde” yer alanların devlet fikrine karşı olmalarının bir nedeni de belki yargılanma korkusudur. Kürdün 21.yüz yıla özgür girmesinin önündeki en büyük engel, ihanet ve ulusal düzeydeki itirafçılıktır…
İbrahim Aydın’ın gerilla kadını Pelin’e ait söylemi önsözüne koymuş, ben onun yerini değiştirip son söze koyacağım.
Kürdü kendi ihanetleri kurutur…
“Üzgünüm ağacı kendi kurdu çürütür.”
Ağustos 2021