Sedat Peker’in bazı açıklamalarından sonra, konuşan herkes onu “Suç Örgütü” lideri olarak tanımlıyor. Birileri suç işlemek için örgüt kuruyor, İstanbul’un göbeğinde durmadan suç işliyor, devletin haberi olmuyor. Devlet korumaları da onu suç örgütü lideri olarak suçluyor. Hani efendiler devlet vatandaşın koruma kalkanı değil miydi? Sadece Sedat Peker’in örgütü değil, daha bundan değişik alanlardan düzinelerce var. Organize suç ağları ve derin devletin üst düzey yetkilileri arasında kapsamlı iş birliği hep vardır.
Adnan Oktar adında bir adam, İstanbul’un ortasında çevresinde yüzlerce kadın ve erkek, yıllarca yaptıklarını herkes biliyor. Ayrıca bu adam yaptıklarını da gizlemiyordu. Bu adam 9 bin 803 yıl 6 ay hapis cezasını hak edene kadar, devlet görmedi. Ey devlet bu devasa suçun mazlumları nerede? Adnan Oktar’ın suç ortağı devletin kendisidir, acaba ortak kaç yıl hapis cezası hak etti? Oktar’ın cezası kesinleşti, inşallah Adnan Oktar beyefendi cezasını çeker, bir gün tahliye olur, yeniden işinin başına geçer. İstanbul’daki hapishaneden kaçıracaklar korkusuyla, Türk adaleti onu Batman’ın Beşiri ilçesindeki T tipi hapishaneye nakletti.
1996 Susurluk olayı, kaza yapan bir arabada, suç örgütü ve devlet birlikte ortalığa döküldü. Vay be sen neymişsin Abdullah Çatlı? İşkenceci Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Adalet Bakanı Mehmet Ağar, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar, Demokrat Partisi Genel Başkanı Mehmet Ağar. Suç Örgütü ortaya çıkıyor, yan yana yine Mehmet Ağar. Babası bir polis memuru Zülfikar Ağar polis teşkilatında (Kürt Zilfo) olarak tanınır. Oğlu AKP’de milletvekili parlak bir geleceğe sahip. Bir polis memuru çocuğu Ağar, 15 firması ve Yalıkavak’da sadece lüks yatlar için kullanılmayan bir Marinaya sahip, milyar dolarlarla oynuyor. Dilerim daha çoook bereketli kazançların sahibi olur. Devletin içerisinde daha nice Mehmet Ağarlar var.
17-25 Aralık 2014 yolsuzluk soruşturmaları. Reza Sarraf “suç örgütü” elemanı, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Halk Bank Genel Müdürü Süleyman Aslan, bunların hepsinin aile boyu suç örgütü ile beraber oldukları ortaya çıkıyor. Daha sonra, İçişleri Bakanı’ın evinde para sayma makinası çıkıyor. Halk Bankası Genel Müdürü Aslan’ın evinde, ayakkabı kutusunda 4,5 milyon dolar çıkıyor. Savcı Zekeriya Öz, 89 kişi hakkında “kent suçları” kapsamında dava açtı. Acaba bu efendiler şimdi nerede, nerede olacak, kent yardımı kapsamında hala devleti yönetiyorlar.
1990’lı yıllarda 19 600 faili meçhul cinayet var. Hiçbirinin de faili bulunmadı. Bulunmaz çünkü organize suç örgütleri bu cinayetleri devletle birlikte işledi. Bunların tamamına yakını, Kürt iş adamlarıydı, aralarında narkotikle uğraşanlar da vardı. Derin devlet özellikle suç örgütlerinden Kürt olanları tasfiye etti, alanı yerli ve milli suç örgütlerine teslim etti. Şimdi karanlık işler, yerli ve milli örgütlerin elinde.
Organize suç örgütleri ve üst düzey yöneticiler arasında, kapsamlı iş birliği her zaman vardır. Bunların işlediği suçları bir biçimde basın çarpıtarak gizler. Vatandaşın haberi olsa bile, bu güçlerin korkusundan sesini çıkaramaz. Mesela; 19 Ocak 2007 tarihinde Hırant Dink öldürüldü, öldüren 16 yaşında bir çocuk kısa süre sonra yakalandı. Fakat cinayetin bir devlet organizasyonu olduğu ortaya çıktı. Yargılanan devlet görevlileri çok ama aradan 14 yıl geçti, devlet hala kimleri cezalandıracağına veya cezalandırmayacağına karar veremedi, dava devam ediyor.
Bu eskiden beri devam edip gelen bir devlet geleneğidir. Koçgiri katliamında, Mustafa Kemal güçlerine yardım eden, suç örgütü Lideri Topal Osman güçleri, büyük bir de talan yaptılar. Talan ettikleri eşya ve hayvanları, Topal Osman götürdü yüklü bir para ile Trabzon’da sattı. Paralar istenmesine rağmen, Ankara’ya gelmeyince, Mustafa Kemal, Topal Osman’ı Ankara’ya çağırdı ve adamlarına öldürttü. Derin devlet sürekli baş tacı yapmaz, herkes haddini bilecek.
Organize suç ortaklarının birlikte nasıl çalıştıklarını, birkaç örnekle açıklamaya çalıştım. Bütün dünyada üç kötü iş devletten habersiz yapılamaz. Bunlar; Silah kaçakçılığı, Beyaz kadın ticareti ve narkotik ticareti. Silah nerede üretilirse üretilsin, üzerinde bir üretim numarası vardır, nerede üretildiği ve kime satıldığı, üreticinin kayıtlarında yazılıdır. İstanbul’da bir milyon insanın, beyaz kadın ticaretiyle geçimini sağladığı söylenir ama devlet bunları görmez. BM Uyuşturucu Kontrol Kurulu raporlarına göre, narkotik ticareti konusunda Türkiye en başta gelen devletler arasındadır. Türkiye’de sadece porsiyoncular yakalanır, hiçbir patron yakalanmadı. Çünkü onlar devletin koruması altındadır, kimse onlara yaklaşamaz.
Türkiye yeni bir oyun için, senaryo hazırlıkları içerisinde. Hani derler ya, “Ayının kırk sözü vardır, kırkı da ekşi elma üzerinedir” Türkiye’nin de kırk oyunu vardır, kırkı da Kürtler üzerinedir. 90’lı Yıllarda Susurluk olaylarıyla birlikte, Kürtlere neler yaptıkları hala zihinlerde tazeliğini koruyor. Faili meçhul cinayetler, Köy yakmalar, toplu katliamlar, toplu tutuklamalar, Abdullah Çatlı, Beka kampındaki arkadaşı Abdullah Öcalan’ı ziyaret eder, birlikte futbol oynarlar. Bu nedenle de Türkiye bir tek sefer, Öcalan’ı Suriye’den resmi bir belge ile istemedi. Kırmızı bültenle Öcalan’ı arama ihtiyacı bile duymadı. Türkiye niye arasın ki, ABD bir gün Öcalan’ı getirdi Türkiye’nin kucağına koydu. Başbakan Ecevit’te; “Bunu getirip kucağımıza koydular, şimdi biz bunu ne yapacağız” deyip hayretlerini gizleyemiyordu. Şimdi de, “Öcalan ABD’nin adamıdır” diyorlar. Hiç zahmet çekmeyin, inandıracak enayi bulamazsınız.
Köy yakma olayları sırasında, ben şahsen devreye girdim, evleri yakılan köylülerin, AİHM müracaatlarını istedim. Çünkü o sıralarda insanların direk AİHM müracaat hakkı vardı. Avrupalı birkaç tanıdık avukattan, vekalet belgeleri istedim. Belgeleri dolduruyor, köylülere imzalatıyordum. Bir gün APO’nun önemli şahsiyetlerinden biri geldi, Keke, ‘Başkan bunu istemiyor, senden ricam bunu yapma’ dedi. Hatta yanında vekalet verenlerden, birkaç kişi vekaletini geri aldı. Eğer o zaman AİHM’e müracaat yapılsaydı, köy yakmalar duracak, yakılan köyleri devlet yeniden yapmak zorunda kalacaktı. O günleri hatırlamak bile istemiyorum. Günümüzde Devlet PKK’ye saldırıyorum diye, şimdiye kadar Güney Kürdistan’da 300 köy yakıldı.
90’lı yıllarda, gençler organizeli bir şekilde kitleler halinde, PKK’li olduklarını söyleyerek AB ülkelerine iltica ediyorlardı. Narkotik ticaretiyle uğraşan suç örgütleri, bunları organize ederek, bütün AB ülkelerinde onlara eroin satırıyorlardı. Bunu özellikle AB ülkelerinde yaşayan herkes bilir. Son yıllarda Türkiye Cihatçı mültecilerle doldu. Bunları aynı amaç uğuruna AB ülkelerine göndermek istedi ama AB ülkeleri çabuk uyandı, artık bunları almıyor. Şimdi de ‘Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirme Projesi’ kapsamında, gri pasaportla belediyeler adam gönderiyor.
Sedat Peker’in bir milletvekiline ayda 10 bin dolar para gönderdiği söyleniyor. İçişleri Bakanı da onun kim olduğunu, bildiğini söylüyor. Siyasetin suç örgütleriyle ilişkilerine bakıldığında, ayda on bin dolar alanın, sadece bir kişi olmadığı görülüyor. Savcılar bu açıklamaları ihbar kabul edip, bunların peşine düşmesi gerekiyor, eğer derin devlet karşı çıkmayacaksa. Suç örgütlerinden maaş alan milletvekillerinin hepsi, derin devletin adamlarıdır ve bunlardan bazıları deşifre olacak gibi görünüyor. İnsanlar da, ‘ben ne yapmışım’ diye parmaklarını ısıracaklar.
Türkiye Kemalistlerin FETÖ’ist hareketiyle siyaset yapmaya çalıştı ama dünya siyasetinin değiştiğinin farkında değildi. FETÖ’nün hazırladığı ortamdan yararlanarak, AB’nin derinliklerine daldılar. AB ülkelerindeki Cami çevrelerinden, on binlerce Cihatçı militan gitti İŞİD’e katıldı, AB ülkeleri bundan son derece huzursuz. Türkiye rüyalarında Osmanlıyı görüyor ama izlediği siyaset iflas etti yalnızlaştı, döndü Rusya’dan medet bekliyor. Halbuki Rusya, AB’den, Çin’den ve ABD’den daha çok, Humeynizmden ve FETÖ’izmden korkuyor ve kendisini onlardan korumaya çalışıyor.
Sedat Peker olayı sıradan sadece Sedat Peker istediği için, oluşan bir olay değil. Derin devletin organizasyonu, bir süre daha devam edip, kamuoyu duyarlı hale getirilecek. Siyasetin üst katlarında görev yapmış, can yakanların bazılarının canı yanacak. Türkiye beklediği sonucu alacağını sanmıyorum, çünkü Türkiye yakından izleniyor.
35 milyon Kürdün yaşadığı bir yerde, Kürt olmak hala yasak. 20-25 milyon Alevi’nin, AİHM karına rağmen Cemhaneleri hala kapalı ve Alevilik yasak. 20-25 milyon Müslüman Şafii’nin yaşadığı bir yerde, bütün Şafii Camileri gasp edildi, Hanefi Camilerine dönüştürüldü. Karadeniz “Pontus Türklerini” de saymayalım. Türkiye bu koşullarda, nasıl yoluna devam edecek, dünya siyasetine uyum sağlayacak? Türkiye dış politikada sınıfta kaldı, okuldan atılacak.
Mayıs 2021