
Abdullah Öcalan 40 yıldır, PKK’nin lideri, 35 yıldır “Bağımsız Birleşik Kürdistan” sloganı ile Kürt Milleti’nin önüne düşmüş, onlar için savaşıyor. Kürt Milleti’nin PKK’ye verdiği desteğin ve güvenin, dünyada örneği yoktur. Kürtler Bağımsız Birleşik Kürdistan uğruna bu desteği verdiler, PKK şimdi Türk solu ile birleşmiş, Türkiye’yi demokratikleştirmeye çalışıyor. Kürtler Bağımsız Birleşik Kürdistan uğruna desteklediler ama güven konusunda, kayıtsız kaldılar. Umarım yok olup gitmeden, kendilerini gözden geçirirler.
1980 yılında Evren Cuntası darbe yaptı, yönetime el koydu. Sol örgütlerin çoğu sınırı geçip Suriye’ye gittiler. Herkes gibi APO da Suriye’ye gitti. Oradan da Avrupa’ya geçti, sırasıyla, Fransa, İsveç, Hollanda ve Almanya gibi ülkelerinden sığınma taleplerinde bulundu, hiçbir ülke onu kabul etmedi. APO, Suriye’ye geri döndü. Şam kapalı spor salonundaki, meşhur toplantıda, Suriye ile çalışmayı kabul ederken, bugün birlikte olduğu bütün sol örgütler, Suriye’yi terk etmişlerdi.
1980’li yıllar, soğuk savaşın zirve yaptığı yıllardı. Suriye Lideri Hafız Esad, Rusya ile birlikteydi ve Doğu Blokunun önemli şahsiyetlerinden biriydi. Türkiye de Batı Blokunun önemli müttefiklerindendi. Türk bir devlet adamı, bir kerecik de olsa, komşu Esad’ı ziyarete gitmedi o da Türkiye’ye gelmedi. Yani ilişkiler komşuluk ilişkilerinin ötesinde, düşmanca ilişkilerdi. Sonuç doğal; biri Doğu Blokunun önemli şahsiyetlerinden, diğeri Batı Blokunun önemli müttefiklerindendi.
Bu koşullarda Esad Türkiye’ye karşı savaşacak APO’yu aldı, devlet mahallesinde yüksek bir binanın dokuzuncu katında, ona yakışır, geniş bir daireye yerleştirdi. Binanın sekizinci katında, Türk askeri ataşesi oturuyordu. Yıllar sonra APO aynı mahallede, yüzme havuzlu bir villaya yerleştirildi. Eğitim kampı da yine Suriye denetimindeki Beka vadisindeydi. 9 Ekim 1998 tarihinde, sivil bir uçakla Yunanistan’a gitti. APO 19 yıl Şam devlet mahallesinde, Türkiye Askeri Ataşesi ile aynı binada oturdu ama Türkiye bir kerecik rahatsızlığını dile getirmedi. Türkiye bir kerecik kırmızı bültenle aramadı ve bir kerecik APO’yu Şam’dan istemedi. APO çok şanslı bir insan.
Beka vadisinde APO’nun eğitim kampı vardı, binlerce Kürt genci burada savaş eğitimi alıyordu. Beka’da 2-3 bin insan eğitim görüyordu, eğitimi bitirenler, hemen cepheye savaşa gönderiliyordu. Türkiye’nin burnunun dibinde, Türkiye’ye karşı savaşan insanlar eğitim alıyor, Türkiye bundan da pek rahatsız değildi. Kuzey Kürdistan’da kan gövdeyi götürüyor, Türk yöneticilerinin bağırmaktan ses telleri bozuluyordu ama Suriye’den rahatsız olduklarını, ağızlarına almıyorlardı.
APO “Bağımsız Birleşik Kürdistan” için Suriye’ye yerleşip savaşırken, Suriye de APO’dan son derece memnundu. Suriye’deki Kürtler nüfusa bile kayıt edilmiyorlardı. Evini, tarlasını adına tapulayamıyorlardı, çünkü Suriye’nin yerlisi değil, göçmen sayılıyorlardı, ama göçmen haklarından da yararlanamıyorlardı. Esad’ın isteği üzerine, PKK’ye her türlü desteği vermek mecburiyetindeydiler. Esad’ın parmakla gösterdiği bir Kürt ihanetle suçlanıp, Beka kampında kurşuna diziliyordu.
90’lı yıllarda Kuzey Kürdistan tam bir savaş alanıydı. Köylüler akşam güneş battıktan sonra insanlar evlerinden dışarıya çıkamıyorlardı. Hayvanları dışarda kalsa bile gidip getiremiyorlardı. Yaylaya çıkma yasağı getirilince, insanlar sürülerini satacak yer arıyorlardı. O süreçte ezici çoğunluğu Kürt okumuşlardan olan, 19 bin 600 kişi öldürüldü, katiller hala devletin koruması altında. Ekonomi sıfıra indi, yaşam çekilmez oldu, insanlar Kürdistanı bırakıp bir meçhule göçüp gittiler. Sonuçta 5 milyondan fazla Kürt batı illerinde, mülteci durumuna düştü. Türkiye’nin asıl istediği de buydu, asimile olmaları için Kürtleri batı İllerine dağıtmak gerekiyordu. Darbeden sonra Kürtler korkudan batı illerine göçmeye korkuyorlardı. PKK aracılığıyla Türkiye’nin en büyük arzusu gerçekleşiyordu.
İnsanlar devletten çok PKK’den korkuyorlardı. Köy korucusu olmak istemeyen köylüler PKK’li sayıldı, eşyalarını bile alamadan 4 bin 200 köyü TSK yaktı. Gündüz askerler, gece de APO’cular köyleri basıyor, insanları sorguluyorlardı, her iki taraf da insanları ihanetle suçluyordu. PKK, evi yakılanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat edip tazminat talep etmelerine bile izin vermiyordu. Eğer insanlar müracaat edebilseydi, devlet yaktığı bütün evleri yeniden yapmak mecburiyetinde kalırdı.
1996 yılında Susurluk’ta bir otomobil gitti bir kamyona toslayınca, devlet-polis-mafya ilişkisi ortalığa saçıldı. Otomobilin içerisinde İstanbul Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, cebinde Mehmet Özbay adına düzenlenmiş sahte kimlik çıkan, Abdullah Çatlı, sevgilisi Gonca Us ve Urfa Milletvekili Sedat Edip Bucak bulunuyordu. Bucak ağır yaralı diğerleri öldü. Abdullah Çatlı İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranıyordu. Eroin kaçakçılığından yakalanmış, İsviçre cezaevinden kaçmış, Türkiye’de serbestçe dolaşıyordu. Abdullah Çatlı 1978’de Ülkücü Gençlik Derneği Başkan Yardımcısı. !978’de Ankara, Bahçelievler semtinde 7 TİP’linin öldürülmesinin faillerinden. Cezaevinde olması gerekirken, sahte pasaport ve sahte kimlikle serbestçe dolaşıyordu. Abdullah Çatlı Susurluk olayında kısa bir süre önce, Arkadaşı Abdullah Öcalan’ı Şam’da ziyaret etmiş ve iki Abdullah Beka’daki PKK eğitim kampında birlikte top oynamışlardı. İki Abdullah birbirlerine de çok yakışıyorlar. Susurluk skandalının kilit ismi Ayhan Çarkın, Ergenekon-PKK bağlantısını itiraf etmişti.
TSK Kürt köylerini yakarken, PKK’nin Dersim, Ağrı, Hakkâri ve Lice vadisinde, dört tane eğitim kampı vardı. Kürt aydınları faili devlet katliamlarında ölürken, binlerce Kürt köyü yakılıp, yıkılırken, devlet PKK’nin eğitim kamlarını görmüyordu. Türkiye hiç de görmesin, haftada bir gün Diyarbakır’dan köy dolmuşunun üzerinde, her biri on kiloluk, on sini Diyarbakır baklavası, Lice kampına gidiyordu. Bunu yol kontrolü yapan, askerler de, polisler de görüyorlardı ama nereye gittiğini bildikleri için sormuyorlardı. Elbette ki elin ajanları resim bile çekmişlerdir.
APO 9 Ekim 1998 yılında Yunanistan’a gitti, ama kabul edilmedi, bir süre Atina havaalanında bekledikten sonra, Rusya’ya, burası da kabul etmeyince, İtalya’ya geçti. Bir süre sonra İtalya’dan Yunanistan’a geri gönderildi. Yunanistan’da kısa süre kaldı, CİA tarafından Kenya’ya götürüldü. Yanında üç bayan bir de erkek vardı. CİA, Türkiye’den ne sözü aldıysa, 126 gün sonra onu Kahire Havaalanına getirip, Türk yetkililere teslim etti. Yanındaki erkek İsveç PKK sorumlusuydu. İsveç, ‘bu bizim adamımız’ dedi gitti Kenya’dan getirdi. Fransa, ‘bu bizim adamımız’ dedi PKK sorumlusu bir bayanı, yine Almanya’da ‘bu bizim adamımız’ dedi diğer bayanı ülkesine götürdü.
APO 1999’da idam cezasına çarptırıldı, Yargıtay onadı, Ağustos 2002’de meclis toplandı, idam cezasını kaldırdı. APO’nun sayesinde, idam dosyası Mecliste bekleyen 49 devrimci de infazdan kurtuldu.
PKK 1984 Yılında savaşa başladığında, Türkiye’nin kişi başı Milli geliri 1,195 Dolar idi.
Dünya Bankası 1 Temmuz 2011 verilerine göre, Türkiye’de kişi başı milli gelir 15,340 Dolar’a çıkmıştı.
İl bazında ilk beşe giren iller: Son beşe giren iller:
Kocaeli: 33,620 Şırnak: 2,595
Karabük: 29,419 Muş: 2,743
Bilecik: 28,758 Bitlis: 3,394
Yalova: 27,388 Ağrı: 4,118
Kırklareli: 26,858 Van: 4,311
Gerilla düzenli orduya karşı savaşmaz, saldırıya uğrarsa savaşarak geri çekilir ama PKK 35 yıldır kırsal alanda düzenli ordu ile savaşıyor. Amacı bölgeyi terörize ederek, Kürtleri batıya göçürtmeye mecbur bırakmak. Türkiye’de bunu istiyor. PKK’nin yarattığı ekonomik ve korku ortamı Kürtleri mecbur etti. Devşirme Türklerden ağzını açan, “şanlı ordumuz bu Kürtlerin kökünü kazımalıdır” diye bağırıyorlar. Şırnak ile Kocaeli arasında var olan 13 kat gelir farkını görmüyorlar. Korku ile Kürtleri sindirmeye çalışıyorlar. Acaba bunu tersine çevirseler ve Türkçe konuşmak yasaklansa, devşirme Türkler ne diyecek? Acaba Kocaeli’nde bir köylü, iş aramak için gidip Şırnak’a yerleşir mi? Acaba bu manzara karşısında, yüz yıldır Türkiye’yi yöneten devşirme Türkler, insanlığından utanç duyuyor mu? PKK’ye karşı köylerini koruyamadığı için yakan TSK, acaba bunun dünyada örneği var mı? Terörden koruyamadığı için köylerini yakan ordu.
Bir Kürdün, APO’nun Kürtlere yaptıklarına karşı kayıtsız kalması, kendisine karşı kayıtsız kalmak demektir. Örneği yukarıda, dünya âlem görüyor. Kürdistan’ın diğer parçalarında da Türkiye’ye hizmet etmekte kusur etmiyor. Haşdi Şabi ile birleşmiş, Şengal’de sorun çıkarıyor. Aynı birlikteliği geçmişte de Doğu Kürdistan’da yapmışlardı. Güney Kürdistan’a karşı ilan edilmemiş savaşın Türkiye-İran ortaklığı olduğu biliniyor. Savaşan da (PKK-Şabi) örgütü.
Bilindiği gibi 28 Aralık 2011 yılında, Türk uçakları kaçak mazot yevmiyecilerini bombaladı, 19’u çocuk 34 kişiyi öldü. Roboski çıkış kapısı, bir yaya çıkış kapısıdır. Sınır tel örgülerle kaplı, çıkışta bir de karakol var. Karakol komutanının izni olmadan bariyer kalkmaz, kimse girip çıkamaz, 24 saat nöbetçi var. Görüldüğü gibi bu insanlar karakol komutanının izniyle gitmişler. Zaten sınır komutanlarının izni olmadan, mazot kaçakçılığı yapılamaz. Pilotu ve uçağı belli olmayan, hiçbir uçak havalanamaz. Bu olayın faili devletin kendisidir. Aynı sınır noktasında 1994 yılında karakol kapıyı açtı, insanlar yatağını yorganını atına yükledi sınırı geçti gittiler. Onlar bugün Mahmur Kampında yaşıyorlar. 34 mazlumun katili Devletin kendisidir.
Aralık 2020