
Kürtler ve Alevilerle ilgili çalışmalar söz konusu olunca, ilk akla gelen araştırmacılardan biri, hatta en önemlisi hiç kuşkusuz Mehmet Bayrak’tır.
Bugüne kadar, bu alanda yaklaşık olarak 40 civarında esere imza atmış olan Mehmet Bayrak, son kitabı olan „İçtoroslar’da Hakikatçı Alevilik” üst başlığıyla “Hümanist Bir Felsefe, Edebiyat ve Müzik Kültürü” kitabıyla yine bir hazinenin kapısını bizlere aralamaktadır.
Bu hazinede, İçtoroslar’daki Hakikatçı Aleviliğin tarihsel ve sosyolojik kaynaklarını oluşturan metinler…
Sevgi üzerine kurulu inanç felsefesini oluşturan yüzlerce deyiş ve şiirler…
Ağıtlar…
Hakikatçı Aleviliğin ibadet erkanı ve ritüellerini yansıtan görsel ürünler yer almaktadır.
Aleviliğin tarihsel köklerinden, kültürel kaynaklarından kopartılarak, bir yerlere yamalamaya çalışıldığı bir dönemde Bayrak, bu çalışmasıyla da yine bilgi ve belgelere dayanarak, adeta bir kuyumcu titizliğiyle, İçtoroslar’da Hakikatçı Aleviliğin çok yönlü değerlerini gün yüzüne çıkarmaktadır Özellikle, İçtoroslar’da “Oda Kültürü” ve “Muhabbet Cemleri” olarak adlandırılan “İrfan Okulu“nun kapılarını aralamakta, bu okulun seçkin söz ve saz ustalarının biyografilerine ve onların eserlerine yer vermektedir.
Yine bu çalışmada geçmişten günümüze kadar İçtoroslar’da yaşamış olan 240 civarındaki şair, aşık ve ozanın kısa biyografileri yer almaktadır, ki bunlardan 20’si kadındır.
Bir ÖzGe yayını olan kitap bu yönü itibariyle de bir inceleme-antoloji niteliğini taşımaktadır.
Kitapta şiirlerine yer verilen kadınlardan bir tanesi, Reşko adlı bir sosyal-eşkıyanın kızı olan ve şiirlerinde Afê Ana mahlasını kullanan Elif Kamalak’tır. Doğum tarihi belli olmayan Afê Ana’nın 1962 yılında vefat ettiği bilinmektedir.
Afê Ana’nın şiirlerinde yer alan kimi dörtlükler, Hakikatçı Alevilik ile sevgi arasındaki bağın ne kadar güçlü, Hakikatçı Aleviliğin insanı merkezine alan ve sevgi üzerine kurulu bir inanç felsefesi olduğu konusunda bize yeteri kadar fikir vermektedir.
Afê Ana’nın “Değme Tabip” şiirinden alınan aşağıdaki dörtlük, Hakikatçı Alevilik felsefesinin temelini oluşturan insan, sevgi ve inanç üçlemesini betimleyen örneklerden birisidir.
(…)
Sevgidir âşıkın dini
Erenlerin olmaz kini
Birbirini sevmeyeni
Sürün gitsin yöremizden
(…)
“Kavuştum” adlı şiirinden alınan aşağıdaki dörtlükte de, hakka kavuşmanın yolunun sevgi mekanı olan gönülden geçtiğini; “Her ne arar isen kendinde ara!” deyişinde olduğu gibi, Afê Ana da yine insanı işin merkezine koyarak duygularını yansıtmaktadır.
(…)
Gönül kâbesidir hakkın mekânı
Öğretti rehberim yolu erkânı
Can içinde canda gördüm cananı
O anda gizemli sırra kavuştum
(…)
Hakikatçı Aleviliğin merkezinde insanın yer aldığını, dolayısıyla Hakikatçi Aleviliğin sevgiye dayanan bir inanç felsefesi olduğunu şiirlerinde betimleyen ve bu kitapta yer verilen ozanlardan biri de Hüdai’dir.
Hüdai, inandığı dinin “sevgi dini” olduğunu bir dörtlüğünde şöyle dile getiriyor:
(…)
Ben aşığım meşrebimi sormayın
Meşrebim aşk, mezhebim aşk, dinim aşk
Aşkım inancımdır, ayrı görmeyin
İnancım aşk, imanım aşk, yönüm aşk
(…)
Başka bir dörtlüğünde de şöyle diyor:
(…)
Cananımız canımızdır
Teni kendi tenimizdir
Sevgi bizim dinimizdir
Başka dine inanmayız
(…)
Bayrak, kitabın birinci bölümünde Hakikatçı Aleviliğin İnanç ve Kültür Kaynaklarını batılı araştırmacıların çalışmalarına da dayanarak açıklamaya çalışırken, Aleviliğin gerek semavi ve gerekse semavi olmayan din ve inançlarla olan farklılıklarını, ortak yönlerini de irdelemektedir.
Bu kapsamlı çalışmada yer alan tarihsel kaynaklardan, felsefi ve edebi metinlerden tek tek bahsedebilmek, dolayısıyla onları kısa bir yazının içine sığdırmak olanaklı değil.
Ancak yukarıda kitaptan alıntıladığım Afê Ana ile Hüdai’nin dörtlüklerini okuyunca, o dörtlüklerde yer alan “Tanrı- İnsan- Sevgi” betimlemeleri, bende son dönemlerde okuduğum Baruch de Spinoza’nın The Way/Yol adlı kitabındaki Tanrı tanımını çağrıştırdı.
Hollanda Altın Çağı’nın en önemli filozofu olarak kabul edilen Spinoza da inandığı Tanrı’yı sevgi üzerinden betimleyerek, tanımlıyor. 17. yüzyılda yaşamış ve yaşadığı çağın en büyük üç rasyonalist filozofundan biri olan Spinoza’nın Afê Ana ve Hüdai’den haberdar olması zaten söz konusu değil. 1962 yılında ölen Afê Ana ile 1940 yılında doğan ve ilkokul mezunu olan Hüdai’nin Spinoza’dan haberdar olmaları da şüpheli.
Buna rağmen her ikisinin şiirlerinde yer alan “Tanrı- İnsan- Sevgi’ betimlemeleri adeta Spinoza’nın Tanrı betimlemesinin şiirleştirilmiş hali olarak karşımıza çıkıyor.
Örneğin Spinoza’ya göre, Tanrısı ona şöyle der:
“Dua etmeyi ve boşuna göğsüne yumruk atmayı bırak!
Yapmanı istediğim tek şey, dünyaya çıkıp hayatının tadını çıkarmandır (…)
Kendi inşa ettiğin tapınaklara gitmeyi de bırak. Oraların benim evim olduğunu söylüyorsun!
Oysa benim evim dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde, plajlarda ve senin kalbindedir…“
Afê Ana da, bir dizesinde şöyle diyor:
„Gönül kâbesidir hakkın mekânı”
Her ikisinin sözlerinde yer alan ortak payda, Tanrı için mekân olarak seçilen yerin insanın gönlü/kalbinin olmuş olması…
Yine Spinoza’nın Tanrısı ona:
“Gün doğumunda, bir manzarada, arkadaşlarının dostluğunda, küçük bir çocuğun gözlerinde beni okuyamıyorsan, henüz yazının bilinmediği devirlerde, benim adıma yazıldığı iddia edilen hiçbir kitapta beni bulamazsın. Sadece kendi içinde bulursun.
Bana inanmanı istemiyorum, çünkü inanmak tahmin etmek, hayal etmektir. Beni kendinde hissetmeni istiyorum. Beni sevmen yeterli!..“ diyor
Hüdai ise, “Tanrı- Sevgi“ ilişkisini şöyle betimliyor;
“Ben aşığım meşrebimi sormayın
Meşrebim aşk, mezhebim aşk, dinim aşk”
Spinoza, Tanrısı’nın ona kendisini sevmesinin yeterli olduğunu söylemekle, en büyük ibadetin sevgi olduğu tezine vurgu yapıyor.
Hüdai ise bu iki dizeyle, meşrebinin, mezhebinin, dininin aşk olduğunu ve dolayısıyla Tanrısını da o aşkla sevdiğini şiirsel olarak dile getiriyor.
Benzer birçok örneklemeyle de Spinoza’nın metinlerinde ve Afê Ana ile Hüdai’nin şiirlerindeki “Tanrı- İnsan- Sevgi” betimlemelerinin ortaklaştığını görebiliriz.
Mehmet Bayrak da diğer çalışmalarında olduğu gibi bu kitapta yer verdiği metinlerde, Hakikatçı Aleviliği gerek semavi ve gerekse semavi olmayan din ve inançlarla karşılaştırmakta. Aleviliğin o din ve inançlarla nerede ve nasıl ortaklaştığı ya da onlardan ayrıldığını, tarihsel ve kültürel kaynaklara dayanarak göstermeye çalışmaktadır.
Hakikatçı Alevilik nedir?
Semavi dinlerle, doğal inanç felsefeleriyle ortaklaştığı ya da ayrıştığı yanları nelerdir?
Dayandığı tarihsel, felsefi ve kültürel kaynakları nelerdir?
Bu ve bunlara benzer tüm soruların cevabı ise, Mehmet Barak’ın diğer tüm eserleri gibi, adeta bir hazine olarak tanımladığım „İçtoroslar’da Hakikatçı Alevilik” adlı bu kitabında gizli…
01.12.2020
ikramoguz@navkurd.net