İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi tarafından İstanbul’da imzaya açıldı, ilk imzalayan ülke Türkiye. Sözleşme, Mart 2019 itibarıyla 46 devlet ve Avrupa Birliği tarafından imzalandı. İmzaların tamamlanması sekiz yıl sürdü. Sözleşmeyi kendi ülkesinde imzaya açan ve ilk imzayı atan Türkiye, sözleşmeden çekilelim dediğinde, kadınların bir kısmı olur diyor, bir kısmı da karşı çıkıyor. Aydınlar, alimler de bol, bol görüş belirtiyorlar ve toplumda kadının yerini tarif etmeye çalışıyorlar. Kadınların da insan olduğu ve erkeklerin antrenman çuvalı olmadığı, onların da aklına gelmeye başladı.
Büyük buzul çağından sonra, erkekler tavşanın peşinden koşarken, tohumları eken, hayvanları ehlileştiren ve tarım devrimini yapıp, insanlığı yerleşik düzene geçiren kadındır. Kadının çabasıyla yiyecek bollaşınca, erkek de tavşanın peşinden koşmaya gerek duymadı, yan gelip yattı. Böylece insanda kadın hakimiyeti öne çıktı ve kadın toplumda hakkı olan yerini aldı.
Zamanla ekili alanlar ve ehlileşmiş hayvanlardan, yiyecek temin etme daha kolay hale geldi. Böylece erkekler talanlar için yeniden devreye girdi, kadınların ürününü talanlardan korumak isteyen erkekler arasında boğuşmalar başladı. Erkek daha iyi boğuştuğu için, toplumda yeniden öne çıkmaya başladı ama yiyeceği temin eden kadın olduğu için öncülük hep kadında kaldı.
Kadın insan türünün yarısı değil, üstün olanıdır. Kadın erkeğin malı, mülkü, eğlencesi ve oyuncağı değildir. Topluma şekil veren kadındır. Eğer bir toplumda şekil bozukluğu var ise o toplumda kadın dışlanmış demektir. Günümüzdeki çağdaş toplumun yaratıcıları kadınlardır.
Yerleşik düzenle birlikte, daha çok insan bir arada yaşamaya başladı ve insanları toplumsal düzene mecbur etti. Böylece doğa dinleri toplumsal düzenin, düzenleyicisi oldu. Doğa dinlerini incelediğimizde, öncüleri hep erkeklerdir ve çoğunlukla erkeğe toplumda bir yer oluşturma çabasının olduğunu görürüz. Doğal dinlerin koydukları kurallar altında nsanlık binlerce yıl yaşamını sürdürdü. Nüfus çoğalıp, yerleşim yerleri kalabalıklaşınca, toprak talanları ve daha kalabalık erkek boğuşmaları başladı. Böylece erkek kadına karşı boğuşmacı özelliğini kullanmaya başladı ve öne çıkmaya çalıştı.
Son üç bin yıldan beri ortaya çıkan üç semavi dinde, öbür dünya sahiplerinin görevlendirdiği erkeklerin, kadınlara karşı yürüttükleri bir savaş olarak da değerlendirebiliriz. Tevrat’ı okuduğumuzda, görevlendirilen bir erkek olan Musa’nın görevi, kadınları köleleştirmek ve erkeğin hakimiyetini oluşturmaktır. Böylelikle erkeklerin kadın hakimiyetine topluca isyanı Musa ile başlar.
Hristiyanlık ve İncil’e baktığımızda, yine görevli bir erkek olan İsa, Musa’dan çok daha katı biçimde, erkek hakimiyetini savunur. Kadını evinde oturması gereken, evine ve kocasına hizmet etmesi gereken bir zavallı olarak gösterir. Hatta erkeğe biat etmeyen kadın Cadı ilan edilir, insanlık dışı işkencelerle öldürülür. Böylelikle Hristiyanlık erkek hakimiyetinde, bir sosyal toplum oluşturdu.
İslamiyet’te de görevli olan yine bir erkek. Muhammed’e göre kadın kocasının eşi, çocuklarının anası ve evinin hanımıdır. Dışarı çıkmak mecburiyetinde kalırsa, Burka denen bir örtü ile, tepeden tırnağa örtünmek mecburiyetindedir. Kadın evde sadece kadınlara ait olan Harem bölümünde oturur. Kocasının birinci derecede akrabası erkeklerin dışında, erkeklere görünmez. Zina suçunda, erkek sadece kırbaçlanır ama kadın beline kadar yere gömülür ve taşlanarak öldürülür. İkinci yaşamda erkeğe sunulan ve kadınlarla dolu, olağanüstü güzel Cennet’te kadınlara yer yoktur. Erkek isterse, bu dünyadaki kadınlarından sadece iki tanesini yanına alabilir. Cennet erkekler için hazırlanmış özel bir yerdir. Erkek çok kadınla evlenebilir, dilediği zaman boşanabilir, bunun için üç kere ‘boş ol’ sözlerini tekrarlarsa, boşanma gerçekleşir. Kadının erkeği boşama hakkı yoktur. Görüldüğü gibi sonuncu Semavi din İslam’da da, hakimiyet yine erkekte, kadın ise onun kölesidir.
200 yıl kadar önce başlayan ve adına sanayileşme devrimi dediğimiz süreçte, kadının köleleşmesi katmerleşmiştir. Yeni üretim biçimi, erkeğin kas gücüne olağanüstü ihtiyaç duymaktadır. Erkek, dinlerin getirdiği önceliklerini de kullanarak, kadını tamamen köleleştirilir. Her ne kadar yasal olarak yeni sosyal süreçler başladıysa da, dinler toplumdaki yerini hep korumuştur.
İslam’ın öncüsü Hz. Muhammed 25 yaşında, 40 yaşındaki dul bir kadınla, evlenebilme şansını yakalayabilmiş, 40 yaşındayken peygamber olmuş ve 23 yıl Peygamberlik yapmıştır. Bu süreç içerisinde, on kadınla daha evlilik yaparak, yani toplam on bir kadına sahip olmuştur. Bunlardan birisi, 54 yaşındayken evlendiği kişi Ebu Bekir’in kızı olan 9 yaşındaki Ayşe, birisi de oğulluğunun karısıdır. Görüldüğü gibi İslam, erkekler için bu fani dünyayı da cennete dönüştürmüştür.
İlk Halife Ebu Bekir; 2 yıl Halifelik yaptı ve Müslümanlar tarafından öldürüldü. Geriye onlarca çocuk ve dört tane dul kadın bıraktı. Halife Ömer; 10 yıl Halifelik yaptı ve Müslümanlar tarafından öldürüldü. Geriye onlarca çocuk ve 8 tane dul kadın bıraktı. Halife Osman; 12 yıl halifelik yaptı ve Müslümanlar tarafından öldürüldü. Geriye onlarca çocuk ve 9 tane dul kadın bıraktı. Halife Ali; 5 yıl halifelik yaptı ve Müslümanlar tarafından öldürüldü. Geriye 36 çocuk ve 8 dul kadın bıraktı. Dört Halifeden sonra İslamiyet karıştı ve aşure çorbasına döndü. Mezhepler, Tarikatlar ortaya çıktı, ayetler yerine hadisler de erkekler için bu dünyada oluşturulan Cennet için yazıldı ve o Cennet güzelliğini hala koruyor.
Müslüman olduğunu iddia eden Paşalar Cumhuriyetini yönetenler, Müslüman olduklarını iddia eder ama İslam’la hiçbir alakaları yoktur. Sadece İslam’ı taklit ederler. Çünkü Türk’ün resmi dini Kemalizm’dir. Çok az sayıda da olsa gerçek Müslümanlar var ama onlar da taklitçilerin korkusundan seslerini çıkaramazlar. Çünkü Paşalar İslam’ı protestanlaştırdılar, buna uymak da Anayasal bir zorunluluktur.
İslam’da Din İşleri Başkanlığı diye bir kurum olmaz ve din adamı da olmaz. Cemaatin içerisinde, bilen birisi ezan okur, bilen birisi de cemaate namaz kıldırır. Paşalar Cumhuriyetinde, bunu maaşlı devlet memurları yapar. Kuran’a göre bu devlet memurlarının arkasından namaz kılınmaz.
Kadınlar Şule Hanım modası olan mendili (Türban) başına bağlar, mahrem saydığı boynunu ve saçını kapatırsa, her işi yapar ve her yerde bulunabilir. Bu bazı kadınların işine geldiği için, yaptığının İslami olduğunu savunur. Bunları dilediği gibi yapabilmek için, demokrasi diye bağırır, Anayasa’ya sığınır.
Kuran’a göre Şehit; “Allah adına ve İslam uğuruna savaşırken, ölen şehit, yaralanan da gazidir.” Türkiye’de ölen her asker ve polis şehit, yaralanan da gazi sayılır. Hatta şehitler için ayrı bir mezarlık vardır. Şehitlerin mezarlığı ayrı olamaz, şehidin tabutuna bayrak sarılamaz ve şehidin mezarına bayrak asılamaz. Şehit ve gazinin heykeli dikilmez. Türkiye şehit ve gazilerin heykelleriyle dolu. Gazi Mustafa Kemal’in binlerce ton tunçtan yapılan heykelleri var.
Düğün yerlerinde insanlar haremlik ve selamlık otururlar. Her türlü çalgı ve eğlence başlayınca, hepsi birlikte saatlerce oyun oynarlar. Bunun İslam’la hiçbir alakası yoktur. Bu aykırılık, İslam’ı protestanlaştırmış Paşaların oluşturduğu ve yaratmaya çalıştıkları Dinin marifetidir.
“Diyanet İşleri Başkanı” Ali Erbaş; İlahiyat Fakültelerinin sayısı, 8 yılda 22’den 105’e çıktığını ve 18 bin öğrencisinin olduğunu söylüyor. Eğitim arttıkça dinden uzaklaşmanın olduğunu diyanet kendisi ilan ediyor. Acaba hangi dinden uzaklaşılıyor? Görüldüğü kadarıyla İslam’dan uzaklaşılıyor. Türkiye’de yaşanan inançsal ve siyasal kaosun başlıca sebebi, İslam diye topluma dayatılan Kemalist din ve din işleri müdürlüğüdür.
Türkiye inançsal ve siyasal olarak tam bir kaos içerisinde. Bu da kadının toplumdan dışlandığını gösteriyor. Türkiye’de her gün en az bir kadın, kocası tarafından öldürülüyor. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde, bunu görmek mümkün değildir. Haberlerde izlediğimiz kadarıyla öldürülenler arasında Burkalı kadın yok denecek kadar az. Öldürülen kadınların çoğunluğunu, Şule Hanım modası mendil ile saçını ve boynunu kapatmaya çalışanlardan oluşuyor.
Bu da bize gösteriyor ki, 27 Mayıs Albay İnönü ve Gürsel cuntasının başlattığı “Kemalist Din” hareketi, toplumu bu kaosun içerisine sürüklemiş. Teknoloji devrimi kadını yeniden keşfetti, yönetimde klasikleşmiş Anayasal siyaset ve Din ortaklığı çatırdamaya başladı. Kadınlar toplumda yeniden sahip olması gereken yerini almaya çalışıyorlar. Bunu kabullenemeyen erkeklerin çırpınışları, Din ve siyasetin sonuçlarıdır.
İstanbul sözleşmesi kadını kocasının dayağından korumak için erkeklerin yazdığı ve imzaladığı bir belgedir. “Kemalist Din” ve siyasi yaşamda erkeklerin buna bile tahammülü yoktur, çekilmek istiyorlar.
Kadınlar, işiniz hiç de kolay değil. Beyniniz güçlü ama pazılarınızda güç yoktur.
Zülüm kime yapılırsa yapılsın, karşı çıkmıyorsan insan değilsin, zülüm sana yapılıyor da karşı çıkmıyorsan, kendi zaliminsin.
Ağustos 2020