Bu tarihi sözlerle, Trump; kendisini solcu sanan, Kemalist Kürtlerle dalga geçiyordu. Ağzını açan Kemalist Kürt, “ABD petrol için savaşıyor” diyor. Dünyada 25 büyük petrol şirketinin ülkelere göre dağılımı şöyle: ABD 6, Rusya 5, Çin 3, Hindistan 3, Brezilya, İtalya, Birleşik Krallık, Tayland, İspanya, Güney Kore, Fransa ve Hollanda birer şirkete sahip. Görüldüğü gibi küçük firmaları da hesaplarsak, ABD dünya petrol ticaretinin ancak %10 kadarını elinde tutuyor. Daha dün ortaya çıkan Rus şirketleri de aynı oranda petrol pazarına sahip. Ayrıca şu anda dünyanın en çok petrol üreten ülkesi, ABD, Rusya ve Sudi Arabistan onu takip ediyorlar. Bu bir petrol savaşı değil, görülen lüzum üzerine, Ortadoğu haritasını yeniden çizme savaşıdır. ABD olmadan haritayı çizmek mümkün değildir.
Birinci dünya savaşında İngilizlerin masa başında çizdiği harita, günün siyasi ortamına uygun değil. Birinci dünya savaşının lideri İngiltere, Osmanlı topraklarında bulunan petrol alanlarını parçaladı ve yuttu. Savaşta hiçbir ülke toprak kayıp etmedi, sadece Polonya Almanya’dan ayrıldı. İngiltere Osmanlı topraklarını parçaladı ve üzerine 23 devlet kurdu. Buna Türkiye de dahil. Bu devletler görülen lüzum üzerine kurulan ve petrol sahalarını belirleyen devletlerdir.
Kemalistlerin anlattıkları masalları bir tarafa bırakalım. Savaşta Mustafa Kemal albay olarak Beyrut cephesinde görevliydi. Osmanlı ordusu burada yenilip geri çekilince, Albay Mustafa Kemal’de Halep’e geldi. Burada İstanbul, Mustafa Kemal’i Paşalık rütbesiyle ödüllendirerek, Hicaz kuvvetler komutanlığına atadı. Görev yerine gitmedi, cepheyi terk etti, çıktı tek başına İstanbul’a geldi.
30 Ekim 1918 Tarihinde, Osmanlı koşulsuz ateşkes ilan etti ve Mondros ateşkes antlaşmasını imzaladı. Kemalistlere göre: 13 Kasım 1918 İstanbul’un işgali ve Mustafa Kemal’in İstanbul’a gelişi. İşgalci gemilerin arasından geçiyor ve doğruca, Pera Palas oteline gidiyor. Boğazdaki gemilerin hiçbiri de işgalci gemiler değildi. İstanbul’daki karışıklıklardan dolayı, bazı ülkelerin büyükelçilik çalışanları, evlerini bırakmış, kendi askeri gemilerinde kalıyorlardı. İşte bu gemiler, o gemiler. İstanbul hiçbir zaman işgal edilmedi, Kemalistler yalan söylüyor.
Mustafa Kemal İstanbul’a geldiği gün akşam, sorumlu İngiliz General, Charles Harrington ile boğazdaki evinde görüştü, daha sonra görüşmelerini, General Mac Arthur ile sürdürdü. Saray 30 bin altın harçlık ve Sarayın Bandırma isimli özel gemisi ve 29 arkadaşı ile Samsun üzerinden Anadolu’ya gönderildi. 4 Eylül 1919 tarihinde, Sivas toplantısında, İngiliz General Harbord’ da Mustafa Kemal’in yanındaydı. Demek ki Mustafa Kemal bütün çalışmalarını, İngilizlerin gözetimi altında yapmış.
28 Kasım 1920’de İstanbul’da Meclis-i Mebusan toplandı ve Misak-ı Milli kararını aldı. Damat Ferit Paşa’da bu kararı götürdü görüşme heyetine verdi. Nasıl oluyor da işgal altındaki, Osmanlı başkentinde meclis toplanıyor ve böylesi bir karar alıyor? Ya bunu söyleyenler ya da buna inananlar aptal. 2 Ekim 1923 tarihinde de İstanbul işgalden kurtarılıyor. O tarihte İstanbul biraz sakinleşince, elçilik çalışanları evlerine döndü, görevli gemiler de çekti, gitti. Birinci Dünya savaşında, İstanbul ne işgal edildi ne de işgalden kurtarıldı, çünkü ateşkes süresince, Mondros ateşkes anlaşması geçerli idi. Aslında Mondros anlaşmasından sonra, Misak-ı Milli belgesinde belirtilen yerlerde, hiçbir askeri faaliyet olmadı.
Urfa, Antep ve Maraş asla işgal edilmedi, işgal yalanı tamamen Paşaların ve İngilizlerin bir oyunudur. Söylenen yalanlara bakılırsa, bu şehirler bir yıldan fazla işgal altında kalmış. Tam da o sırada İsmet İnönü Lozan Barış görüşmelerini yapıyor, neden ateşkese rağmen işgalleri Lozan’da dile getirmedi. Lozan belgelerinde, işgal ile ilgili hiçbir kayıt yoktur. İşgal yalanı Kürdistanı paylaşmak için oynanan bir oyundu.
Lozan görüşme heyetine sunulan, 28 Kasım 1920 tarihli Misak-ı Milli kararına göre, Suriye sınırı, İskenderun körfezinin güney ucundan başlar, 40 km kadar Halep’in güneyinden, El Cezire bölgesinin güneyinden, Musul ve Kerkük’ün güneyinden geçer, Halepçe yakınlarında, İran sınırına yetişir. Lozan’da tartışılan sınırlar bunlar. 1926 tarihinde Ankara Hükümeti oturdu, Fransız ve İngilizlerle mevcut sınırların anlaşmasını yaptı. Paşalar; bugün davalı olan, Batı Kürdistanı Fransızlara ve Güney Kürdistanı da İngilizlere hibe ettiler. Kuzey Kürdistan da Paşalara kaldı.
APO Şam Devlet mahallesinde oturuyor, karargâhı da Beka vadisindeydi. 1984 tarihinden 1999 tarihinde Şam’dan çıkana kadar, Türkiye’ye karşı savaşıyordu. Bu savaşta on binlerce insan öldü, bunların önemli kesimi Türk askeri ve polisiydi. Türkiye bir gün rahatsızlığını dile getirmedi. Halinden gayet memnun görünüyordu. En son Erdoğan, Esadlarla can ciğer, sarmaş dolaştı. Ne zamanki, APO’nun Suriye Kürtleri üzerinde etkisi kalmadı, Türkiye rahatsız olmaya başladı. 35 yıldır dağlarda APO yandaşlarıyla savaşıyor ama Suriye’de hiçbir sorunu olmadı.
Batı Kürdistan, dünyanın desteğini alıp, devlet olmaya doğru gitmeye başlayınca, Ankara’nın uykuları kaçtı. Seferberlik ilan edip, Batı Kürdistan’a saldırdı. Hem de 35 yıldır, görülmemiş bir heybetle. Bu da Suriye’deki gelişmelerin, Kürtlerin lehine olduğunu gösteriyor. Ankara’nın huzuru kaçacak diye ne Kürtler Bağımsız Kürdistan’dan vazgeçer ne de onların yanında olduğunu söyleyen devletler.
Trump; Erdoğan’a hakaret dolu bir mektup gönderdiği gün, ‘Kürt General Mazlum Kobani ile görüştüm’, açıklamasını yapıyor. Umarım Mazlum Kobani bu mesajı almıştır ve bundan sonraki çalışmalarında içerisini doldurur. ABD; ‘ben bundan sonra APO sözcüğünü duymak istemiyorum’ diyor. ‘Kürtler kendi aralarında birlik olmak mecburiyetindedir’ diyor. Kandilin suskunluğu da APO’dan nasıl bir mesaj aldıklarını gösteriyor. APO yakında Kürt siyasetinde, tamamen devreden çıkarılacak. Kürt siyasetinde Türkiye’nin tuttuğu dal da elinde kalacak.
Türk basınına yansıdığı kadarı ile Salih Müslüm’ün 2014 tarihinden itibaren, Ankara’nın davetlisi olarak, defalarca Ankara’ya geldiği ve bu geliş gidişler kendisi tarafından da doğrulanıyor. Dışişleri Bakan’ı Mevlut Çavuşoğlu’nun özel davetlisi olarak Ankara’ya geldi ve burada kendisine bir de büro açıldığı biliniyor. Salih Müslüm; kendisini Ankara’ya kim davet etti, kaç kere Ankara’ya geldi, kimlerle ve neleri görüştü, eğer Kürt Milletine birazcık saygısı ve birazcık vicdanı varsa, bunları açıklamanın tam zamanıdır.
Ankara’da oluşturulan siyasi hortum, beyinleri havaya uçurdu, düşünmeyi zorlaştırdı. Türkiye bir gün ABD ile anlaşma yapıyor. Ertesi gün aynı konuda Rusya ile anlaşma yapıyor. Misliyle intikam naraları, yeri göğü inletiyor. Dünyadaki gelişmeler ise tam tersini söylüyor. Ankara üçüncü anlaşmasını da AB ile yapacak ve buna göre güvenlik şeridi uluslararası güvenlik şeridi olacak ve uluslararası güçler tarafından korunacak. Ankara da paşa paşa Batı Kürdistan’dan çekilecek. Ankara güçlü bir orduya sahip olabilir ama ekonomik alanda AB ile savaşamaz. Ekonomik alanda ne Rusya ne de ABD’nin AB kadar etkisi olamaz.
Batı Kürdistan’ın kuzey hattına, uluslararası bir güç yerleşecek ve güvenliği de bunlar sağlayacak. Çünkü Rusya da dahil, ABD ve AB’nin İŞİD konusunda tereddütleri var. Türkiye’nin tek başına güvenliği sağlayacağına inanmıyorlar. Ayrıca Türkiye’nin temel çelişkisi olan PYD de bölgede varlığını koruyacak. Türkiye bugün göçmenlerle Batıyı tehdit ederken, yarında İŞİD ile tehdit edebilir. Bunu konuştuğum Avrupalı bir siyasetçi söylüyor. Türkiye için güvenlik koridoru, Batı için güvensizlik koridoru olabilir. Batı Türkiye’ye güvenmediği için, Türkiye çekilmek mecburiyetinde kalacak. Bakalım Türkiye’ye kaç saat çekilme süresi tanınacak?
Görüldüğü gibi Avrupa artık Paşalar Cumhuriyeti ile birleşip, geçmişte olduğu gibi Kürtlerle oyun oynamak istemiyor. Bu yüz yıldan beri Kürt Milletinin yaşamın her alanında kesintisiz mücadelesinin bir sonucudur. Bütün dünya bunu kabul etmiş, devşirme Türkler de kabul etmek zorundadır.
15-16 Milyon Alevinin ibadethanesi Cem Evleri yasak, 20 Milyon Şafi-i Müslümanın bir tek Şafi-i Camisi yoktur. 35 Milyon Kürt ananın kendi çocuğu ile konuşması yasak. İşte burası hak, hukuk, adalet, eşitlik sözcüklerini ağızlarından düşürmeyen, devşirme sözde Türk aydınlarının ülkesi.
Bunlar kendi alnındaki karayı görmeyen, başkasının yanağındaki bene, kirli diyenlerdir.
Türkiye’de herkesin kimliğine, dini, mezhebi yerine, DNA testi yazılsa, herkes huzura kavuşur.
Ekim 2019
İbrahim Aksoy