
Kürdistan’da on binlerce Kürt çocuğu kaçırılmış, analar da haklı olarak, Diyarbakır HDP il binasının önünde toplanmış, çocuklarını istiyorlar. İçişleri Bakanı anaları ziyaret ediyor ve diyor ki; “Çocuklarınızı PKK kaçırdı” söylediklerinden de gayet emin. Diğer taraftan kaçırılan çocukların üzerine dolu gibi bomba yağdırıyor. Devletin gözlerinin önünde bu çocuklar kaçırılırken devlet neredeydi? Bir günlük iş de değil, 35 yıldan beri bu devam ediyor. Oradaki anaların bazıları, çocuğunun yirmi yıl önce kaçırıldığını söylüyor. Peki bu ana şimdiye kadar neredeydi?
On binlerce Kürt çocuğunun, dağlarda dolaşan silahlı PKK güçlerine gidip katıldığı doğru. Bunlardan on binlercesi, devletin silahlı güçleri tarafından öldürüldü ve ölümler hala da devam ediyor. Bunlardan bir kısmı, Devletin İstiklal Mahkemelerine benzeyen, PKK’nin kendi mahkemelerinde yargılanarak, infaz edildi.
APO 1969’da Ankara Tapu ve Kadastro Okulunu bitirdi ve hemen Diyarbakır Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’nde, tapu memuru olarak işe başladı. Tapu memuru Öcalan, kendi adına 300 dönüm hazine arazisini tapusunu çıkardı ve şu anda o arsanın çevresi on katlı binalarla doldu. Bir aylık devlet memuru Öcalan’a bu devasa bağışı kim ve niçin yaptı? Aynı Apo, 1970 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazandı ve tayini İstanbul’a çıktı. Anası onu şanslı doğurmuş olmalı ki, daha sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geçiş yaptı ve Maliye Bakanlığı’ndan burs almaya başladı. Şanslı çocuk, 1978 yılında da bazı arkadaşlarıyla PKK’yi kurdu ve partiye Genel Başkan oldu.
12 Eylül 1980 tarihinde, Kenan Evren darbe yapınca, Öcalan da bazı arkadaşlarıyla kaçtı, Suriye’ye gitti. Buradan da Avrupa’ya geçti. Sırasıyla, Fransa, Hollanda, İsveç ve Almanya’da sığınma talebinde bulundu, ancak hiçbir ülke Öcalan’ı kabul etmeyince Suriye’ye geri döndü. O dönem Suriye her örgüt için bir ev tahsis etmişti. El Muhaberat 1983 yılında bir gece bütün örgütleri kapalı spor salonunda topladı. Toplantı öncesi, “her örgüt bir temsilci göndersin görüşeceğiz” dedi. Suriye’nin önerisi; „ya bizimle çalışırsınız ya da Suriye’yi terk edersiniz” şeklindeydi. Bunun üzerine PKK’nin dışında hiçbir örgüt Suriye’de kalamadı. 1984 yılında da Öcalan, karargâhı Şam’da ve eğitim alanı Beka’da Türkiye’ye karşı savaşı başlattı.
Öcalan Şam’da devlet mahallesinde, Türkiye’nin askeri ataşesi ile aynı apartmanda altlı ve üstlü oturuyorlardı. 1999 yılına kadar 15 yıl boyunca Şam’dan çıkana kadar, Türkiye Öcalan’ı bir kere dahi resmi bir belge ile Suriye’den istemedi. Suriye ile Türkiye ilişkileri zirvedeydi, Türkiye hiçbir zaman huzursuz olmadı. Ne zamanki Öcalan Suriye’den çıktı, Türkiye iki gün sonra sınıra dayandı, „bunu buradan çıkarın” diye nara atmaya başladı. 90’lı yıllarda PKK’nin bir eğitim kampı Beka’da iken, Lice Vadisi, Dersim, Ağrı ve Hakkari’de olmak üzere dört eğitim kampı da Türkiye’deydi.
Öcalan kısa bir devrialemden sonra Türkiye’ye döndü, yargılandı idama mahkûm edildi. Yargıtay cezayı onayladı ve infaz için dosyası meclise gönderildi. Cuntacı Kenan Evren döneminde kalan, 249 idam dosyası da mecliste bekliyordu ve bu dosyaların 39’u da ülkücülere aitti. O güne kadar Başbakan Yardımcısı olan Devlet Bahçeli suskundu. Öcalan’ın idam dosyası meclis gündemine gelir gelmez, alelacele toplanan meclis idam cezasını kaldırdı. Öcalan’ın sayesinde ülkücü ve devrimcilerden oluşan 249 idam mahkûmu da infazdan kurtuldu. Aynı Bahçeli bugün, önümüzdeki kötü günlerde lazım olacağını düşünerek, “idam yeniden gelmelidir” diyor.
Yine 90’lı yıllarda, yayla yasaklarının yanı sıra, korucu olmadıkları için, devlet 4180 Kürt köyünü yaktı, 2,5 Milyon insan bir meçhule doğru yol aldı. Hiçbir şeylerini almalarına izin vermeyen, askerler, benzin dökerek tüm evleri yaktı. O gün anasının eteğinden tutarak, korku dolu gözlerle, evinin yanışını seyir eden çocuklar, büyüyünce evini yakan askerden intikam almak için dağa gittiler. Şehirlerde 15-16 yaşlarındaki lise öğrencilerini polisler göz altına alıyor ve karakollarda dövüyordu. „Ulan Or…. Çocukları yaşıtlarınız dağda sizin burada ne işiniz var” diye küfür ediyorlardı. Dayak yiyen çocukların bir kısmı, kendisini döven ve küfür eden polislerden intikam almak için çıkar çıkmaz dağın yolunu tutular.
Evet en önemlisi de Cuntacı Kenan Evren, yönetimi ele geçirince, insanları işkencehanelere doldurdu. Ardından da; “Ben bunları asmayayım da besleyeyim mi” diye zırvalıyordu. Kenan Evren’in işkencesinden ve hapishanelerinden kurtulan insanlar, intikam için dağları gözetliyor ve birilerinden bir işaret bekliyorlardı.
Görüldüğü gibi PKK hiç kimseyi kaçırmadı, insanlar devletin zulmünden kaçtılar.
Devletin has adamı olan Öcalan’ın kucağına düştüler.
Peki, PKK on binlerce insanı kaçırırken, devlet neredeydi?
PKK insafa gelip de bu çocukları iade etse, Soylu kaçırılan çocukları analarına teslim edecek mi?
Devlet yeni bir oyun hazırlıyor, analar da oyunun basit bir sahnesi. 2015 yılında da devletin hazırladığı “Barikat ve Tarikat” filmini herkes izledi. Filim şöyleydi, önce barış görüşmeleri başladı ve Kürdistan yönetimi PKK’ye bırakıldı. Devletin Askeri, Polisi, Hâkimi ortalıkta görünmüyorlardı. Bu işlerin hepsini PKK yapıyor ve ‘işte Kürdistan’ı biz yönetiyoruz’ diyorlardı. Cemil Bayık ilahi güç Öcalan’dan aldığı emirleri, Başkent Kandilden yöneticilerine talimat olarak veriyordu.
22 Temmuz 2015 tarihinde Urfa Ceylanpınar’da üçüncü kattaki evlerinde iki polis öldürüldü. Sabahleyin Cemil Bayık Kandil’de ‘biz yaptık’ diye açıklama yaptı. Bilindiği gibi o davadan yargılanan 13 kişi berat etti. Demek ki Cemil yalan söylemiş, kendileri yapmamış. Cemil’in bu açıklaması, ‘ey devlet ne duruyorsun, Kürtleri vursana’ türünden bir davetti.
Erdoğan alacağını almıştı, hemen açıklamasını yaptı. Diyarbakır, Cizre, Silopi gibi bazı Kürt şehirlerinde, öğretmenlere süresiz izin verdi ve ‘bulunduğunuz yeri derhal terk edin’ diye talimat gönderdi. Üç gün sonra sokağa çıkma yasağı ilan edildi, başta Diyarbakır olmak üzere saldırıya geçildi. Çatışmalar 100 günden fazla sürdü ve şehirler yerle bir edildi, insanlar öldürüldü. Gerekçe olarak aylarca ancak hazırlanabilecek barikatlar ve tüneller gösterildi. Bir devlet bunu yapmaz, önce vatandaşını kuşatma altına aldığı alandan çıkarır, sonra da teslim olmazsa terörist ile çatışır.
Hiç kimse bu hendek ve tünellerin gizlice kazıldığını iddia edecek kadar zeki olamaz. Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Selahattin Demirtaş da bu hazırlıklardan haberdardı. Orada yaşayan insanlar, hayretlerini gizlemeden bu hazırlıkları anlatıyorlardı. Yeni oyun için hazırlıklar altı ay önce başladı, HDP önüne getirilen analar, hazırlıkların sadece bir sahnesi. Yeni hazırlıkların yeni ortağı İnönü’nün yeğeni Sezai Temelli de Başkent Kandil’deki Cemil Bayık da olacaklardan haberdardır. Sadece insanlar başlarına nelerin geleceğini bilmiyor.
Öcalan üç ay görüş cezası aldı. Kısaca Öcalan üç ay tatile çıktı diyebiliriz. Ancak Derin Devletin Kürtler için hazırladığı yeni oyun, asla Öcalan’sız olamaz. Derin Devletin bu konuda, güvendiği en önemli insan Öcalan’dır, bu tür işler Öcalansız olamaz. Zaten onun da elinde telefonu var, gerektiği zaman oyuna katkılarını sunacaktır. Oyun hala hazırlık safhasında olduğu için, tedbiren Öcalan üç aylık tatile çıktı.
PKK hareketini İRA veya ETA’a benzetmek yanlıştır. PKK 35 yıldır Kürdistan’ın dağlarında düzenli ordu ile savaşıyor. Gerilla dağlarda, Kürt Milleti Köylerde ve şehirlerde, askerin potinin altında. İRA ve ETA silahlı güçlerini hiçbir zaman, düzenli ordunun karşısına çıkarmadı, işte gerilla savaşı budur. PKK yöneticileri artık yaşlandılar, eğer Kürt Milleti’ne saygıları varsa, görevi bırakır kenara çekilirler. ABD’nin de koyduğu kelle ödülüne bakıldığında, batının şimdiye kadar yapmadığı gibi, bundan sonra da bunlarla siyaset yapmayacağının işaretidir. Türkiye kırmızı bültenle aradığı bir insanı Devlet televizyonuna çıkarabilir ama batı vatandaşının korkusundan bunu yapamaz.
Hazırlıklara bakıldığında, yeni bir çözüm sürecinin değil, yeni bir siyasi sürecin başındayız.
Bütün hesaplar, ‘Kürtleri bir süre daha nasıl oyalar ve bu sıkıntıları nasıl geçiştiririz’ üzerine yapılmaktadır.
Eylül 2019
İbrahim Aksoy