
28 Haziran 1914 tarihinde Almanlar Birinci Dünya Savaşı’nı başlattı. 14 Kasım 1914 tarihinde, yani 4,5 ay sonra, Osmanlılar Cihad-ı Mukaddes ilan ederek, Asakir-i Mansure-i Muhameddiye ordusu ile Almanların safında savaşa katıldılar. 30 Ekim 1918’de ise Osmanlılar tek taraflı ateşkes ilan edip, koşulsuz teslim oldular. 11 Kasım 1918’de de Almanlar, ateşkes ilan edip, koşulsuz teslim oldular.
Osmanlı yönetimi koşulsuz ateşkes ilan ettiği zaman, Albay Mustafa Kemal Beyrut cephesindeki orduda görevliydi. Osmanlı ordusu Beyrut’u ve Kudüs’ü İngilizlere teslim etmiş, Halep’e çekilmişlerdi. M. Kemal burada paşa rütbesi ile ödüllendirilerek, Hicaz Kuvvetler Komutanlığı’na atandı, ancak görev yerine gitmedi, İstanbul’a döndü.
Bir rivayete göre, İstanbul 13 Kasım 1918’de Müttefik güçler tarafından işgal edildi. Diğer bir rivayete göre de 20 Mart 1920 tarihinde işgal edildi. Osmanlı Paşaları 6 Ekim 1923 tarihinde İstanbul’u işgalden kurtardılar. Bunlar Kemalistlerin uydurma yalanları, İstanbul işgal ediliyor ve işgalden kurtarılıyor ama bir tek evin camı bile kırılmadan. Boğazdaki Müttefik gemileri, şehirdeki karışıklıklardan dolayı, elçilik personelinin gecelemesi için oradaydı. İstanbul 1453 tarihinde Afgan kökenli Osmanlı ailesi tarafından işgal edildi, hala da onların işgali altında.
Kemal; paşa rütbesini aldıktan sonra, görev yeri Hicaz’a gitmiyor savaş cephesini terk ediyor yaveri ile birlikte, gizlice işgal altındaki İstanbul’a geliyor. Haydar Paşa Garı’nda cepheden kaçmış, silahları yanlarında binlerce Osmanlı askeri ile karşılaşıyor. Bunlara; “Silahlarınızı teslim etmeyin, alın evinize gidin” diyor. İşgal altındaki başkentte, binlerce Osmanlı askeri bir arada silahları ile dolaşıyor. Türküm diyen herkes buna inanmak mecburiyetindedir.
Kemal İstanbul’a geldiğinde ilk önce, İngiliz General Charles Harrington ile Boğaziçi’ndeki yalısında görüşür. Harrington’un bir Osmanlı dostu olduğu söylense de Osmanlıyı dağıtmak isteyen bir İngiliz generalidir. Sultan Vahdeddin, M. Kemal’i 9. Ordu komutanlığına atar, 25 bin altın harçlık da vererek, Anadolu’ya gönderir. Saray’ın özel gemisi Bandırma vapuru, 23 Subat, 25 er ve erbaş, 6 adet eyerli at ve M. Kemal’i Samsun’a götürmek üzere, 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan yola çıkar. Kemalistler; “Tek başına, pusulası bile olmayan, bir gemi ile yola kaçtılar.”
19 Mayıs 2019 tarihli Sabah Gazetesi’nde, çok akıllı bir yazar, “O sırada Karadeniz baştan başa İngilizlerin işgali altındaydı” diye yazıyor. Aynı tarihli Sözcü Gazetesi’nin birinci sayfasında yayınlanan bir haritaya göre, Batı Karadeniz ve Ankara’nın dışında, bütün Anadolu’yu Müttefiklerin işgali altında gösteriyor. Yüz yıldır Kemalistler insanları bu atmasyonlarla oyalıyorlar.
Osmanlı 30 Ekim 1918 tarihinde koşulsuz ateşkes ilan edince, Müttefik güçler, Osmanlı’dan işgal edilmemiş topraklarını gösteren bir belge istediler. 28 Kasım 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan İstanbul’da toplanarak Misak-ı Milli kararını aldı. Görevli olan Damat Ferit Paşa da o kararı götürdü Müttefik güçlere teslim etti. Hani 10 Ağustos 1920’ de yapıldı denen Sevr antlaşması var, neden hala belge istiyorlar? Lenin Rusya’da yönetimi ele alınca, İngilizlerin isteği üzerine, Anadolu’daki Rus askerlerini tek kurşun sıkmadan çekip geri götürdü. Osmanlı ateşkes ilan edip, Damat Ferit Paşa’nın Misak-ı Milli kararını ilgili yere verdikten sonra, Osmanlının bir karış toprağı bile işgal edilmedi. Kemalistler, İngilizlerden öğrendikleri oyunları, vatandaşına karşı oynuyorlar.
T.C.’nin mevcut hiçbir sınırı Lozan’da belirlenmemiştir. Misak-ı Milliye göre, T.C.’nin güney sınırı, İskenderun Körfezi’nin güney ucundan başlar, Halep’in 40 km kadar güneyinden, El Cezire’nin güneyinden, Musul ve Kerkük’ün güneyinden, İran sınırına kavuşur. Irak ve Suriye’nin mevcut sınırları, 1926 tarihinde Ankara antlaşması ile belirlendi, altında da M. Kemal’in imzası var. Baştan beri desteğini aldığı, İngiliz ve Fransızlara desteklerinin karşılığı olarak, güneyi onlara hibe ettiler.
Osmanlı Paşaları 4 yıl süren savaştan sonra, Osmanlı topraklarında sadece Ankara ve çevresi elde kalmıştı. Paşalar bu kadar alandan çekiliyor, Ankara’da bir araya geliyor, işgal edilmemiş Osmanlı topraklarında anti emperyalist, ulusal kurtuluş mücadelesini başlatıyorlar ve emperyalistleri denize döküp, Cumhuriyeti kuruyorlar. Onu da Kemalistler yüz yıldır zafer olarak kutluyorlar. Birinci Dünya Savaşı’nda, anti emperyalist devşirme Osmanlı Paşalarından başka, hiçbir devlet toprak kayıp etmedi. Cephe kaçkını Yedi Kule zindanlarındaki Paşalar da hepsi milletvekili, bakan, vali ve büyükelçi olup cumhuriyeti yönetiyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti kurucuları arasında, bir tek Türkmen kökenli yoktur. Kurucuların tamamı devşirme “anti emperyalist” Osmanlı Paşalarından oluşuyordu. Kızılbaş Türkmenler, Tahtacılar ve Yörüklerin dışında Anadolu’da Türkmen yoktu. Bunlara; Afgan kökenli Osmanlı “izansız marifetsiz toplum” deyip dışladı, Paşalar Cumhuriyeti de bunların varlığını bile kabul etmedi.
Masalları bırakıp gerçeklere dönelim. İngilizlerin hedeflerinden biri de Osmanlıyı dağıtmak ve ortadan kaldırmaktı. Hedefi Osmanlı-Alman Berlin antlaşmasını geçersiz kılmaktı. Bu işle görevli olan, General Charles Harrington harika bir oyunla Paşaları Ankara’da topladı ve sonuç ortada.
Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919’da İstanbul’da başlayarak, ölene kadar Ankara harekatının başkanlığını yaptı. Rusya sosyalist harekete kazandırmak için, İngiltere yeni dostunu kayıp etmemek için ve Almanya da eski dostunu yeniden kazanmak için kendi aralarında bir siyasi yarışa başladılar. M. Kemal Osmanlı’nın eski dostu Almanlara daha yakındı, çünkü orada birlikte savaştığı askerlik arkadaşları vardı.
Almanya her ne kadar, savaşta toprak kaybı yaşamadıysa da en çok zarara uğrayan ülke oldu. Buna bir de 1929 dünya ekonomik krizi eklenince, Almanya perişan oldu. 6,5 Milyon Alman aile reisi işsiz kaldı. Bu çalkantılar, Hitler’in Münih darbesi, Mussolini’nin Roma Yürüyüşü, M. Kemal’in Anadolu’da yaptıklarından etkilenmişlerdi. İtalyan faşistler Mussolini’ye Milanolu M. Kemal derlerdi.
Münih darbesinden sonra, Alman Naziler, Hitler’in etrafında birikmeye başladılar. Nazi basını M. Kemali örnek göstererek, göklere çıkarıyor ve örnek alınması gerektiğini yazıyordu. M. Kemal’in yaptıklarına hayranlıkla bakanlar, Alman Nasyonal Sosyalistlerdir. “Türkiye’nin modern bir devlet olarak azınlık sorunlarını hallediş şekli Nazilere örnek olmalıdır, Naziler Türkiye ile büyüdü”, gibi haberler her gün günlük basında yerini aldı. Berlin Türk Büyükelçisi 1925’te ve 1930’da iki kez Kürt katliamlarında aktif göreve çağırıldığı örnek gösteriliyordu.
Kreuzzeitung, “Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalizmi ile Türk Kemalizm’i yakın akrabadır” diye yazıyordu. Hitler; “Türkler, Mısırlılar ve Hindistanlılar gibi ikinci derecede ırklardan biri olamazlar” diye konuşmalar yapıyordu. Hitler “M. Kemal benim idolümdür” diye açıklamalar yapıyordu. Hitler; yeni atanmış Türk büyükelçi Hüsrev Gerede’ye “M. Kemal’i taklit ettiğini” söylüyordu.
Hitlerin en çok hoşuna giden söz; “Bir Yahudi on Hristiyan’ı kandırır, bir Yankee elli Yahudi’yi oyuna getirir, ama bir Ermeni yüz Yankee’yi kandırır.” İşte, Nazilerin gözünde Ermeniler.
Haziran 1941’de Türk- Alman Dostluk Antlaşması imzalandı. İnönü’nün Harbiye’de sınıf arkadaşı, Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni Müslüman SS birlikleri oluşturarak Hitler’in yanında yerini aldı. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa, Turancı vizyonla oluşturduğu Türk SS birlikleri Nazilerin yanında yerini alıp, Berlin’de Kızıl Ordudaki, Tatarlara, Türkmenlere, Özbeklere, Kazaklara ve Azerilere karşı savaşıyordu.
Görüldüğü gibi İtalya’da Faşistler, Almanya’da Naziler, Türkiye’deki Kemalist sevda ile büyüyüp geliştiler. Dünya siyasi literatürüne de Kemalizm, Faşizm ve Nazizm gibi yeni terimler katıyorlar.
Kemalistler, hukukçusu ve temyiz hakkı olmayan, meşhur Şark İstiklal Mahkemeleri kurmuşlardı. Dünya’da Kürtlerden başka hiçbir insan, böylesi “adil” mahkemelerde yargılanmadı. Kimileri yargılarken, kimileri idam sehpaları kuruyordu, kimileri yaş küçültüyor, kimileri yaş büyütüyor, idam edilenlerin cenazelerini de çalıp götürüyorlardı. Tehcir adı altında, Ermeniler bir meçhule gönderiliyor. Yeni doğan çocukların kimliklerine, Tabiiyeti Türk, Dini İslam, Mezhebi Hanefi diye yazıyorlardı. Elbette ki Faşist Mussolini ve Nazi Hitler bu “adil” çalışmaları örnek alacaklar.
Auschwitz Kampı komutanı Rudolf Hess, Filistin cephesinde, M. Kemal ile beraberdi.
Türkiye’deki yerli ve milli naraları, AB içerisindeki ırkçıları cesaretlendiriyor ve mutlu ediyor.
Onurundan vazgeçen, yavaş, yavaş köleleşir.
Mayıs 2019
İbrahim Aksoy