
Diyarbakır’da hava daha aydınlanmamıştı. Gece yerini, sabah güneşine terk etmeye hazırlanıyordu. Minarelerde daha gün ağarmadan, erken sayılacak bir zamanda cami megafonlarından, anlaşılmaz sesler gelmekteydi. Uykuda bunun bir ölüm ilanı veya mevlit çağrısı olarak düşünmüştüm. Ancak yakından geçen bir polis arabasının hoparlöründe; “Dikkat dikkat, askeriye iktidara el koymuştur. Sakağa çıkmak ikinci bir emre kadar yasaktır.” Bu anonsu duyunca hemen yataktan fırladım. Yeğenim Kâzım’da uyanmıştı. Perdeleri açıp baktığımızda, bahçemizin üç tarafında komşularımız pencerelerden bizim evimize bakmaktaydılar. Sanki bizim bir an önce uyanıp, başımıza gelecek belanın telafi edilmesi için gayret göstermek istiyorlardı.
Kaldığımız evin, küçük kapı camını kırıp kapıdan dışarıya elimizi uzatıp dışardan kapıyı büyük bir metal kilit ile kendi üzerimize kapatmaktaydık.
Polisin gelmesi durumunda, kapının dışardan kilitli olduğunu gördüklerinde içeri girmeden geri gidebileceklerini hesaplayarak yapmıştık. Çünkü daha önce birkaç defa da böyle sıyırmıştık.
Kâzım ile gönül bağı kurmak isteyen karşı komşumuzun kızı Neşe, „darbe olmuş duymadınız mı? Evi temizleyin” diye söylendi.
İlk iş olarak evde bulunan parti bildirilerini ve bir kısım belgeleri banyo sobasında yakarak işe başladık.
Henüz yirmi yaşına yeni girmiş gençler olarak faşizmi, kitaplarda okumuştuk. Acımasızlığını, vahşetini yaşayarak öğrenecektik.
Bir Eylül sabahı, Amed’in surlarına güneşin yansımasını beklerken, devletin zulmü daha baskın çıkmıştı. Sonbahar mevsimini yaşayan Diyarbakır, üşümekteydi.
Ne zaman Kürd halkı, bu barbarlara karşı tek vücut duracak ve onları kendi ülkelerinden mağlup edecek?
Bir defa daha hazırlıksız yakalanmıştık.
Yeni gelen bu askeri rejim en çok da Amed ve Kürtler için gelmişti. İlk defa partimizin desteklediği aday M. Zana bu ilin Belediye başkanlığını kazanmıştı.
Yeni gelen rejim, Kürd halkı üzerinde uzun süreden beri var olagelen zorbalık, işkence ve baskılarını katmerleştirecekti. Bağlar orta okulunda okurken inşaat temeli atılan 5 Nolu Hapishane bu günler düşünülerek, duvarları her gün yükselmekteydi.
Bu yeni askeri rejimin sorgu odalarına ve hapishanelere düşeceğimiz kesindi.
Üstümüze bizi soğuk ve rutubetten koruyan elbiseler giymeliydim. Buna uygun olduğunu düşündüğün, deri, meşin karışımı bir ceket aklımdan geçti. Ve onu her ihtimali düşünerek giyiniyordum. Sonraki günlerde yakalandığımda dönem oldukça da işime yaramıştı.
Özellikle sorguda günlerce betonda yatarken, içine balon şişirir gibi sıcak nefesimi üfleyip hem ısınmış hem de ince de olsa bir yatak görevi görmüştü.
Sabah ortalık aydınlanınca, yakında bulunan okul arkadaşlarım Korkut ve Ömer’in kaldığı eve gidip haber almak isteyen yeğenim, sokakta bulunan askerler tarafında eve geri gönderilmişti. Örgütsel ilişkiler ciddi kesintiye uğramış ve darbe yemeye başlamıştı. Ertesi gün evimize gelen Turgut adında bir arkadaşımı, yurt dışına kaçmam için, bir yol bulmak üzere onu bir sınır kasabasına göndermiştim. O dönünceye kadar kendime dikkat etmeliydim. Ancak üniversiteye uğrayıp öğrenci belgesini almaya çalışırken, Dekan Nedim Çobanoğlu’nun odasında yakalandım. Anlaşılan beni ihbar eden de dekanın kendisiydi. İsmail ve Kemal adındaki başçavuşlar beni kelepçeleyip, askeri cipe bindirip karakola doğru götürürlerken, sokakta yürüyen insanlar oldukça tedirgin görünmekteydiler.
Gözlerim Amed’in sokaklarında bir Kürd kurtarıcı aradıysa da bunun bir ütopya olduğunu bilmekteydim.
Eski bir arkadaşımın ölümü!
Hapishaneden çıktıktan sonra okula devamımın imkânı kalmamıştı.
Kararımı verdim, ülkemi terk edip, Suriye’ye kaçtım. Burada da tanıdık eski arkadaşlarımla karşılaştım.
Parti evinin sorumlusu olarak bir mahallede kalmaktaydım. Yanımda birkaç arkadaş kalıyordu. Bir gece yatarken üzerime birilerin düştüğü düşüncesiyle, kalkıp ışığı açtığımda, evde kalan bir yoldaşımın gelmiş olduğunu gördüm. Sarhoş gibi sallanmaktaydı. Yakın bir evde bulunan partili arkadaşlara haber vererek, hastahaneye götürülmesini sağladım. Böylelikle bol miktarda aldığı ilaçlarla intihar etme girişimini engellemiş olduk.
Almanca öğretmeni olan bu genç arkadaş içeri alınıp, sorguda kendisine; devlete “hizmet” etmesi karşılığında bırakılacağı söylenince, yapılan teklifi kabul etmek zorunda kalır. Bunun üzerine kendilerine hizmet etmesi serbest bırakılır. Ancak bırakıldıktan sonra devlete bilgi vermeyi kendisine yediremeyip İran Kürdistanı’na kaçar. Kürd dağlarına ve orada bulunan arkadaşlarına sığınır.
Ancak psikolojisi bozulmuş, yaptığı hatanın büyüklüğünü düşündükçe ölümü arar duruma düşmüştü. Bazen A. Arif’ten hüzünle bir şiir okurdu.
Karnı süt beyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı…
En son Siyabend arkadaşı yolcu ettikten kısa bir süre sonra ben de Şam’dan ayrılmak üzere hazırlığımı yapmıştım. Aralık ayında hava alanına gitmek üzere evden ayrılırken önüme çıkıp „nereye gidiyorsun?” diye sorunca, bende “bir başka şehre” diye yanıtladım.
Belki bir daha görüşemeyiz deyip vedalaşmıştık. Ben yeni vardığım İngiltere’de hapisteyken o da Şam’da Tc devletinin dayatmasına boyun eğdiği için kendisine öfkeden dolayı bir üst kata çıkıp aşağı atlayarak ölümü, yaşamaya tercih etmişti.
Bu ceberut devletin o ölümün hem mesulü hem de faili olduğu unutulmamalıdır.