
Haysivê dipirsi dayê li min, lê hay lê wax, bi dev jêr e,
Av jî jê difirî, dayê li min lê hayê mîna kêr e,
Malşewıtî Muro siyarê hespê sor û nêr e,
Kuda dajoyî mina cengewar û merxas kî wak û şêr e,
Ware way li minê way li minê, way li minê bê kesîyê wax wax..
Way li minê, way li minê mal maye bê kesîyê way way..
Haysivê dipirsin dayê li min lê hayê, le wax, cikî ne pan e,
Qolê Hîzolan (îzola ) qolikî pir giran e,
Mastanê xwa dayê Hulman e,
Karê xwa dayê hetta Gazê Xellan e,
Kesik tune xeberîkî bide Moxındîy”e, Şîlkê, bi Dirban e,
Bibên qolên hîzolan agır berdane qonaxa Alî Axa şev saat çaran e,
Xelkên wa topkirinê, dane ber xwa dibin mina naxirê şivanan e,
Hindik kesan jî serê xwa pêçiyaye hember hîzolan û kurugan e,
Ware way li minê wax li minê way li minê bê kesî ye way..
Way li minê, way li minê mal maye bê kesîyê way way..
Haysiv şewitîndin, Haysiva şewitandin pûl bi pûl tew mêrg û kanî,
Teyda diçêrî, têyda diçirîi kar û mî, hesp û canî,
Tawikî min (lawikî min) heye navê xwa Muroye, bi xwe mala xwa helanî,
Haysiv şevitandin dayê li min hetta Bargê.
Qol hatiye ser, pîyê Soragê,
Ber kirine pezê malê ber çardaxê,
Lo lawo Muro ber xwe bide îro,
Sankî bave te şevikî ne ketî ye gerdegê!
De Way li minê wax li minê way li minê li minê bê kesi yê way,
Way li minê, way li minê mal maye bê kesîyê axxx,
Haysiv Köyü ve Mala Budê’nin Tarihçesi
Geçmişini bilmeyen geleceğini de bilmez…
Bud (Budak) ailesinin ilk yerleşim yeri, orijinal eski adı, Riçik köyüne bağlı, Budan mezrasıdır. Sonra Haysiv, Qilgir ve Kotaric köylerinede de yerleşim yerleri edinmişlerdir.
Türk devletinin Kürdü yok sayan politikası gereği köyün, Kürtçe olan Haysiv adı Hacı Yusuf olarak değiştirilmiştir. Halbuki bu köyde yaşayan hiçbir insan haca gitmediği gibi Müslüman dinine mensup kişiler de değildirler. Ve tarihlerinde hiç bir zaman İslam’ı kabul etmemişler.
Bu köyde yaşayanlar, Hizol aşiretine mensupturlar. Budak ailesinin bu köye yerleşim tarihi 1900’lu yıllarda başlamaktadır.
Mazgirt kazasına bağlı Kavak Tepe köyünde, arazi anlaşmazlığı yüzünden, orayı terk edip, Riçik köyüne yerleşmek için yola çıkarlar. Ailenin büyüğü Şah Hüseyin, aşiretler arası husumetten dolayı Davalı köyü yakınlarında öldürülür.
Cenazesi Riçik köyüne getirilip orada toprağa verilir ve mezar taşına, genç yaşta öldürüldüğü için koçbaşı (Beran) konulur.
Bu olaya ilişkin şöyle denilmektedir. Pirimiz seyit Cafer tarlasında çift sürerken yorgunluğunu gidermek üzere torağa uzanır ve uykuya dalar. Rüyasında kırmızı bir yılanın talibi şah Hüseyin’e sarıldığını görür, tam bu sırada karısı kendisine yemek getirdiği için onu uyandırır. Uyanınca karısına kızar ve şöyle der; „Sen beni çok uygunsuz bir zamanda kaldırdın. Rüyamı tam görmemi engelledin. Anlaşılan taliplerim olan, Mala Budê’lerin başlarına bir şeyler gelmiş olmalıdır ki, beni yanlarına çağırmaktadırlar.”
Karısına öküzleri alıp eve gitmesini söyler, kendisi de Kavak tepeye doğru yola çıkar. Yolda talibi, Şah Hüseyin’in öldürüldüğü haberini alır.
Aile cenazeyi alır, Hizol (İzol) aşireti için merkez sayılan Riçik Köyü’ne götürüp orada toprağa verirler. Böylece aile büyüğünün mezarının olduğu yer kendilerine de bir yerleşim yeri ve mesken olur.
Bugün bu yerleşim yeri Riçik ve Coşık köyü arasında yer alan ve viran durumda olan, Budan mezrasıdır. Budak ailesi bir süre burada konaklayıp hayatlarını sürdürürlerken, topraklarının yetmezliğine, çoğalan nüfus da eklenince, ailenin beraber yaşama koşulları giderek zorlaşır. Böylece aile nüfusunun bir kısmının ayrılması zorunlu hale gelir.
Böylece, İzol Aşireti’nin bir ezbeti olan Budak Ailesi’nin bir kısmı, Budan Mezrası’ndan ayrılmaya karar verir. Bu yeni ayrılık ve göç kararının, dağılım ve organizesi şöyle uygun görülür.
Mala Memed ailesi Haysiv’ı satın alıp araya yerleşir.
Mala Husên, ve Mala İmê Budê ailesi ise Riçik’te kalmaya devam ederler.
Mala Memed de Haysiv köyünü, mala Ali Axa dan satın alıp, burayı ikinci Budan diye mekan edinirler.
Mala Kekil ise büyük bölümü İsnis denilen köye yerleşirler. Sonra oradan da göç edip, Peri nehrinin diğer tarafında bulunan, Qilxir denilen köyü ebedi mesken ederek 3. Budan mezrasını kurarlar.
Mala İmê Budê 1947 tarihinde Canik denilen köyün arkasında, nehrin kenarındaki Gom denilen mezraya göç edip oraya yerleşirler. Kendileri burada ziraat ve hayvancılık yapmakla maddi imkân yaratıp,1960 yılında, arazi satın alarak, temeli olarak Köteriç denilen köye yerleşirler.
Bugün de Köteriç köyde evlerinin olmalarına karşılık çoğu İngiltere’de olmak üzere Avrupa’nın bir çok yerinde yaşamaktadırlar.
1934 yılında, soyadı kanunu çıktığında mala Budê olarak bilinen aile, Budak, Çiçek ve Uslu soyadlarını alır.
1885-90 yıllarında, bu köy ilk sefer, Şadi aşireti mensubu Mala Ali Ağalardan satın alınır. Daha önceleri bu aile, oldukça uzun bir zaman yarıcıları ile beraber burada yaşamıştır.
Bunların aile mensuplarının bir kısmı da aşağıda yaşarlarken diğerleri de Gundê Jorin, denilen yukarı köyde yaşamaktadırlar. Burası küçük bir tepenin üzerinde kurulmuş olup 5-6 hanelik bir yerleşim yeridir. Bugünde taştan inşa edilmiş bulunan bu köyün harabe kalıntısı bulunmaktadır.
Taş ve kerpiçten yapılan evlerin yanı sıra, alt katlarında sığınak ve aşiret kavgalarında esir aldıkları insanları tutmak için özel odalarının da bulunduğu söylenmektedir.
Söylendiğine göre, Ermeniler ile Kürdler uzun süre burada beraber yaşamışlar. Zeviyê Mamo’da Ermenilerin yerleşim yerleri ve üzüm bağının arkasındaki tepede de bir kiliseleri bulunmaktadır. Bugün hala, o kilisenin kalıntıları mevcuttur.
Gundê Jorin’ da getirilen su ilen uzun yıllar pamuk ve zirat ekimi yapılmıştır.
Bu köy satın alınmadan kısa bir süre önce Makreng (Manekürek) denilen köyün hayvanları, Haysivlıların, yani Ali Ağa’ların buğday tarlasına girince, Haysivlilar hayvanlara el koyarlar. Tüm gayret ve çabalara rağmen hayvanlar sahiplerine geri verilmeyince sorun büyür.
Ali Ağalar güçlü bir aile olduklarından, Makrengli köylüler bunlardan çekinir ve korkarlar. Kendi köylerinde evli bulunan Ali Ağa ailesine mensup gelinleriyle konuşup onu elçi olarak göndermeyi uygun görürler. Baba evine barış ve sorunu çözmek için gelen kızlarını dövüp geri gönderilir. El koydukları hayvanlarını da geri vermeyi red ederler. Daha önce gönderilen elçilerin dövülmesi ve uzlaşmamayı kabul etmemeleri üzerine sorun büyür ve ne yazı ki, aşiretler arası büyük bir kavgaya dönüşür.
Elçi olarak baba evine giden Makrenglilerin gelini, döndüğünde, gelinlik kofisini yere atıp, “Benim baba evim bana zülüm ve hakaret ettiler, gitmemin hiç bir faydası olmadı” deyip köylüleri baba tarafına karşı hesap sormaya çağırır.
Bunun üzerine İzol Aşireti toplanıp olaya müdahale etme kararı alırlar.
Toplanan aşiret üyeleri, Haysiv’a saldırıp, hayvanlarını kurtardıktan sonra köyü de ateşe verip yakarlar. Köyün erkeklerinden bir kısmını yakalayıp öldürürler. Kalanların bir kısmı ise, kaçıp kurtulmaya çalışırlarken, kadın çarşafını giyip kaçan biri yakalandığında, “Soyumun devamı için affımı istiyorum” yakarışına rağmen kurtulamamış ve Tul denilen, Haysiv’ın doğusunda bulunan, Peri Irmağı’nın tepesinde ki yamaçta vurularak öldürülmüştür.
Haysiv köyü yakılır, Singe Kove denilen yerleşim yerindeki tüm evler küle döner. Sonradan satın alınan bu köy, bugünkü yerleşim yerinden 200-300 metre geride yeniden evler yapılır. Eski yerleşim Makreng yolu üzerindeki iki derenin birleştiği yerin hemen gerisinde sağdaki yerde konumlanmaktadır. Dikkatlice bakıldığında eski harabeleri ve toprak kazıldığında yanık külleri görmek bugün de mümkündür.
Haysiv’daki aşiretler arası kavgayı anlatan, yukarıda yer alan Kürdçe bir ağıt oldukça duygulu ve net bir anlatım tarzı ile bugünlere kadar söylene gelmiştir.
İlk sefer Haysivi satın alan Mala Memedê Budê, buraya yerleşme hazırlığında iken, İzol aşireti tarafından yakılır. Alevi inançları gereği, “yakılmış yerde ev yapılamaz” yakılan yerin kaderi tekrar yanmak ve yıkım olur anlayışı ile, biraz daha tepedeki mezarlığa ve suyun olduğu çeşmeye yakın yeni evler inşa ederler. Ama satın alma işlemi sorunlu olur.
Yıkım ve yakılma sonrası Mala Ali Axa ailesinden kurtulanların bir kısmı kendileri için merkez olan Gundê Jorin denilen tepenin üzerindeki hanelerde kalmaya devam ederler.
Ali Ağalar Şadi aşiretinin ve çevredeki desteklerine dayanarak, sorun çıkarmak, satılmış olmasına rağmen köyü terk etmemekte direnirler.
Budê ailesinin, bu köye yerleşimine engel çıkararak, onlara karşı haksız bir şekilde, baskı ve zorbalık yaparlar.
Bir gün Hasan ağanın oğlu ekilmiş tarlaya zarar vermek amacıyla hayvanlarını yeşermiş buğday tarlasında otlamaya götürür. Bunu gören büyük amcam Veyis sesiz kalınca, niye sesini çıkarmıyorsun Veyis? deyince, Veyis, „biz komşuyuz birbirimizi idare etmeliyiz. Dünya malı bu dünyada kalır” demesi üzerine, ”Senin bu yumuşak dilinden dolayı Haysiv köyü size kaldı giti“ demekten kendini alıkoyamaz.
Haysiv Köyü, Büyük dedemiz Memê Budê tarafından satın alınmış ve kendi aralarında sözlü anlaşma yapılmış olmasına rağmen, resmi işlemler yürütülmediği için eski sahipleri işlemi geciktirip vazgeçmek isterler.
Bunun üzerine Baba Mehmê Bude’nin Mustafa, Veyis, Kaya, Bapir ve Veli adlarındaki çocukları ile konuşup, oğullarından Veyis ve Kaya’yı ABD ye işçi olarak gönderirler.
Veyis ABD’de tren hattında çalışırken bir bacağını tren kazasında kaybeder. Bundan dolayı kendisine protez bir bacak takılır. Almış olduğu tazminat ve biriktirdiği para ile yıllar sonra köylerine dönüp Haysiv köyünü ikinci defa tekrar satın alırlar.
Ali Ağa’lar, arazi meselesinden dolayı kendi aralarında husumet ve kavga çıkarıp birebirlerinden adam öldürmeleri üzerine, aileleri arasına düşmanlık girer. Böylece köyün satıldığını kabullenip, kendi evlerini de bırakarak, ne yazık ki terki diyar ederler.
O tarihten itibaren günümüze kadar Budak ailesi orada yaşamaktadır.
Daha sonra Bapir ve Veli kardeşler Osmanlılar tarafında öldürülür. Bapir’in sadece Gozê adında bir kızı, Kaya’nın ise, Bayram adında bir oğlu ile Sakine ve Selvi adında iki kızları bulunmaktadır.
Veyis’in Ermeni olan eşi Şuşê’den Mehmet adında tek oğlu vardır.
1900’lerin başında, Dersim Tertelesi başlamıştır. Bapir ve Veli kardeşler Düzgün baba dağında Riçikli amcaları İsmail Çiçek ile beraber bir mağaradayken Osmanlı askerlerinin teslim ol çağrısına ateşle karşılık verirler. Ateş sırasında iki kardeş öldürülür. Önce küçük kardeş Veli vurulur ve kanı Bapir’in yüzüne sıçrar.
O gün yanlarında olan amcaları İsmail’in anlatımına göre Babir yüzüne gelen kanın sıcaklığını fark edince kardeşinin vurulduğunu fark eder.
Babir kendi mermisi bitince öldürülmüş kardeşinin kucağındaki, beşli silahını alıp savaşmaya devem eder. Ancak sonradan o da öldürülür. İsmail ise mağaradan çıkıp kurşun yağmuru altında kaçmayı başarır. Ancak başka bir asker taburu tarafından o da yakalanır. Saçlarını tıraş edip askeri askeri elbise giydirip, savaştırmak üzere askere alırlar. Köyde bu gelişmelerden habersiz yaşayan, Budan ailesi mensupları, köyde gelip geçen bir yolcunun üzerinde Bapir’in ceketini görmeleri üzerine o şahsın onları öldürüp ceketlerine de el koyduğunu düşünerek, o şahsın ölüm kararını alırlar. Ancak yedi yıl aradan sonra, askerlikten dönen İsmail’in; ‘Osmanlı askerleri onları öldürdü’ demesi üzerine Bapir ile Veli’nın ölümleri de açıklık kazanır. Evlenmesine rağmen İsmail’in çocuk sahibi olamayışı, mağarada yaşadığı stres ve yaşadığı ölüm korkusuna bağlanmaktaydı.
Mehmede Budê’nin büyük oğlu, Mustafa’nın karısı Besê yada (Etê diye de bilinmektedir) Düzgün dağına gidip Osmanlılar tarafında öldürülmüş, kayınları olan iki kardeşi, Bapîr ve Veli’yi kefenleyip orada gömer.
Bu acılar ve yokluk içinde bin bir çileden geçmiş İsmail Çiçek de 1979 yılında hayata gözlerini yumar.
Büyük baba Mehmede Budê, bir gün büyük oğlu Mustafa’ya “ben yaşlıyım, her an ölebilirim, beni sırtla aşağıdaki eve gizlice götür, ben sana paranın ve altınların yerini söyleyeyim” der.
O ara Mustafa’nın Mestan’da evli olan kız kardeşi Emine de misafir olarak baba evine gelmiş bulunmaktadır. Bunu duyunca bunları takip eder paranın yerini öğrenip, kısa bir aradan sonra, o parayı alıp evli olduğu Mestan köyüne götürür. Ancak bu para Emine’ye de faydası olmaz. Emine, bu parayı koruyamayıp, çaldırınca üzüntüden ölür.
Riçik köyünde kalan Mala Hüseyin; İbiş (Yüvüş) amca ve Emine’nin evliliğinden, Kasım adında bir oğlu ve 3 kızı bulunmaktadır. Kasım’ın ise Gönül, Aysel, Cemile ve Aygül adında dört kızları ile Süleyman, Yusuf ve Hasan adlarında da üç oğlu vardır.
Mustafa’nın da Emine, Hatun, Fidan, Çimen adında dört kızları, Ali, Hüseyin ve Süleyman adında da üç oğlu bulunmaktadır.
Ali ile Altun’un evliliğinde; Aziz, Niyazi ve Adil adında uç oğlu olup, onlar bugün de hala hayattalar.
Hüseyin ile Fatoş’un evliliğinde, Hasan, Turan, Mehmet, Sabri, Fadıl, Adil ve kızları Güllü bulunmakta.
Süleyman ile Hatun’un evliliğinde Mustafa, Kazım, Sidar, Zinar, Diyar, Serdar, Cengiz ile Hüsniye, Makbule, Bedriye ve Ekile adında çocukları bulunmaktadır.
Ayrıca bunlarında onlarca çocuk ve torunları bulunmaktadır.
1980 askeri darbesinden sonra Haysiv köyünde birçok insan devletin hedefi haline gelir. Türk Devleti, Haysiv köyünün okumuş insanlarını içeri alıp, baskı ve işkence çarkından geçirir. Bu köyün tarihinde, hiçbir zaman rastlanmayacak derecede, baskı ve zulüm uygulamıştır. Bundan dolayı giderilmesi imkânsız ve ağır sayılabilecek toplu, göç ve mecburi ayrılıklara neden olmuştur. Toprak ve köyleri ile ilişkisi kesilen insanlar 25-30 yıl yerlerinden, yurtlarından uzak yaşamak zorunda kalmışlardır.
Çoğu ülkesini terk edip yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Almanya, İsveç, İngiltere İsviçre, Avusturya gibi ülkelere sığınmış, bugünde halen orada yaşamaktadırlar.
Bu sürede köydeki evlerin birçoğu yıkılmış olmasından dolayı, köyde yaşam emaresi kalmamış, harabeye dönüşmüştü.
Ancak 2000’li yıllarda siyasi ortamın yumuşaması sonucu, tekrar köye geri dönüşler başladı.
Oluşan barış ortamını fırsat bilen halk tekrar evlerini tamir etti ve yeni evler yapdı. Bizde uzun bir ayrılıktan sonra Avrupa’dan köyümüze dönme fırsatı bulduk. Mimar olan yeğenimiz Zana’nın yardımıyla köyde ev inşa ettik. Ancak aileden kazalar ve ölümler üst üste gelmeye başladı. Yeni açılan umut kapımız, ölüm ve ayrılıkların etkisiyle sevincimiz gölgelendi. Bu barış ortamı tekrar TC devleti tarafında zehirletilince, bir kez daha yasaklar, tutuklanmalar ve göçler başlamış oldu.
Haysiv köyüne geri dönüşler yeniden durdu. Gelişmeler ve devletin katı, anti-Kürd tavrı bu dönüşleri bugün de sekteye uğratmaya devam etmektedir.
Şimdi yine baskı, tutuklanma ve yasakların sonu gelmemekte, zülüm devam etmektedir.

En büyük ağabeyim, Mustafa (Apê Selim) 1984’de İsveç’te hayata gözlerini yumdu. Onun Şadiye’den olma, 3 oğlu ve 2 kızı bulunmaktadır.
Mimar Olan oğlu Zana’nın katkısıyla tekrar ailemiz için bir ev inşa edildi. Siyasi ortamında yumuşaması sonucu, köye dönmek için biletlerimizi almışken, bu defa da Haysiv’da yeni evimizin mimari, Zana’yı trafik kazasında kaybettik.
Şu anda Haysiv da yaşamın tekrar canlanmış olması konusunda, hepimiz annemize borçluyuz. Yıllar sonra Londra’ ya yanıma geldiğinde, bize hep şunu öğütlüyordu, „Bir anne olarak sizden tek isteğim, doğduğunuz toprakla bağınızı koparmayın. Bir ayağınız burdaysa bir ayağınız da köyunuzde olsun. Kendinize bir ev yapın, yılda bir günde olsa gelin ve ocağınızı boş bırakmayın.“
Annemin bu sözleri hepimizi derinden etkiledi ve sonuçta onun önerisi ve Kazim abim ve Zana’nın katkısıyla kendimize ortak bir ev yaparak, baba ocağımızı yeniden şenlendirdik. Bu nedenle diyebilirim ki, yaptığımız, annem Hatun’un ailemize bir hediyesidir. Öneri ve katkılarından dolayı, Annem, Kâzım abim ve Zana’ya minnettarız. Zanan’ın ölümüyle yaşadığımız hüznün teselisini de, ancak onun eseri olan evde bir araya gelirken bulabiliyoruz.
TC Devleti, Haysiv’da severek yaşamak istediğimiz yaşamamızı hep engelledi. Orada barış ve sakin bir yaşam sürdürme isteğimiz, diğer Kürd köylerinde olduğu gibi, Türk devletini hep rahatsız etti.
Umarım ve dilerim gelecek nesillerimiz bu kirli ve zulüm devletinden hesap sorsun.
Gelecek nesillerimiz baskılardan uzak ve özgür yaşasınlar…
Mart 2019
Londra