
Adana Mutabakatı ya da Türkiye ile Suriye arasında imzalanan “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Antlaşması“. 1998 yılında Adana’da yapılan ve hayati öneme sahip olan bu anlaşma, 2010 yılında imzalanıyor, 2011 yılında da yürürlüğe giriyor. 12 yıl sonra imzalamak kimin aklına geldiyse bilinmiyor. Ancak 20 yıl sonra, Putin, Erdoğan’ın aklına getirdi. Bu da, Türkiye’nin Suriye politikasında ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’i Ankara’ya davet ediyor. Mübarek; 6 Ekim 1998 tarihinde Ankara’ya gelip Demirel ile görüşüyor. Demirel Apo’nun Suriye’de kullandığı telefonu, Şam’daki ev adresini, Hüsnü Mübarek’e veriyor. Mübarek Ankara’dan direk Şam’a uçuyor. Böylelikle Türkiye terörle mücadelede, Hüsnü Mübarek’i aracı yaparak, ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Demirel, Mübarek’e „şu telefondan ararsan hemen karşına çıkacaktır” diyor. Demirel telefon konusunda o kadar eminki sanki daha önce Apo ile görüşmüş? Tanıdık ve yakın birinin telefonunu başka bir tanıdığa vermek gayet normaldir.
Mübarek arkadaşı Demirel’in ricasını harfiyen yerine getiriyor. Apo ve Esad ile görüştükten sonra, 20 Ekim 1998 tarihinde, Türkiye-Suriye heyetleri Adana’da toplanıyor. Türkiye heyetinde, 3 büyükelçi, 3 general, 2 albay, 3 MİT mensubu, 3 Emniyet mensubu olmak üzere toplam 15 kişi toplantıya katılıyor. Suriye tarafından ise Siyasi Güvenlik Başkanı Tümgeneral Adnan Bedr Al Hasan başkanlığında bir heyetle katılıyor.
Toplantı Adana polis evinde yapılıyor. Suriyeli heyetin başkanı olan General, polis evindeki odalarına yerleşen arkadaşlarının cep telefonlarını alıp hepsini çantasına yerleştirdikten sonra onları odalarına kilitleyerek, odaların kapılarını dışarıdan kilitliyor. Ardından toplantı salonuna tek başına gelerek, 15 kişiden oluşan Türk heyetinin karşısına oturuyor. Türk heyeti bu yalnızlığın sebebini ve generalin arkadaşlarını neden kilitlediğini sormadan, toplantı başlıyor.
Bu olayı Saygı Öztürk “Apo Olayının Perde Arkası” isimli kitabında, Demirel’in ağzından aktarıyor. 20 Ekim 1998 tarihinde, Türkiye ve Suriye heyetlerinin Adana polis evinde yaptıkları antlaşma, ciddiyetten uzak bir anlaşma. Bu antlaşmanın günümüzde hiçbir siyasi değeri yoktur.
Türkiye’nin Kürdistan’la ilgili başka anlaşmaları da var. 1952 tarihinde, Türkiye’nin girişimleri sonucu, Türkiye, İran, Irak ve Suriye tarafından yapılan Bağdat anlaşması gibi. Bu anlaşmaya göre de “Kürt yok” kabul ediliyor ve taraf devletlerin buna uymaları emrediliyor. Anlaşmaya rağmen, Türkiye, Suriye sınırında güvenli bölge oluşturmak için mayın tarlaları döşedi. Türkiye eğer kendisini güvende görmüyorsa, mayın tarlalarını yenileyebilir, tabi Uluslararası Ottowa Mayın Anlaşması izin verirse.
Apo 1984 tarihinde Şam’ın Devlet mahallesinde, Türk Askeri Ataşesi apartmanda, altlı üstlü oturuyor, karargâhı da Beka Vadisi’ndeydi. “Bağımsız Birleşik Kürdistan” sloganı ile Türkiye’ye karşı savaşıyordu. 1998 tarihinde DYP-CHP birlikte Türkiye’yi yönetiyorlardı. O yıllarda TKS, Korucu olmak istemedikleri için 4200 Kürt köyünü tarihten sildi. On binlerce sivil, polis ve asker öldükten 14 yıl sonra Mübarek’i aracı yapmak, Demirel’in aklına geliyor. Apo bir kere bile resmi bir belge ile Suriye’den istenmedi. Eğer Türkiye isteyip de Suriye vermeseydi, Mübarek’ten aracı olma isteği makul olabilirdi.
Türkiye’nin Şeyh Celalettin’in torunlarına karşı yaptığı katliamda, 1929 tarihinde İran ile yaptıkları anlaşma gibi, bir anlaşmayı, Küçük Esad ile de yapabilirler. Dört yıl devam eden Ağrı katliamı, Rusya’nın destek olarak gönderdiği 500 kişilik Kazak süvari alayları, Atatürk güçlerine destek verince gerçekleşti. Kürtler yenildi ve İran tarafındaki Küçük Ağrı’ya çekildiler.
Küçük Ağrı o dönem İran topraklarında olduğu için Türk ordusu sınırı geçemedi. Bunun üzerine Türkiye 1639 tarihinde Kasrı Şirin Antlaşması ile belirlenen sınırları yeniden gündeme getirdi. Türkiye ile İran arasında yapılan yeni bir anlaşmayla Küçük Ağrı Türkiye’ye, Türkiye tarafındaki verimli ova da İran’a bırakıldı. Bunun üzerine Türkiye saldırıya geçti ve Küçük Ağrı Dağı’na sığınan bir tek Kürdü sağ bırakmadı. Türkiye istiyorsa güvenlik için Harran ovasını Küçük Esad’a verir, istediği yerlerden de sınır hattını belirleyerek, güvenliğini sağlayabilir. Bunu yapacaksa unutulmasın ki, Batı Kürdistan’da Kürdleri destekleyen ve koruyan 62 ülkeden oluşan bir müttefik güç var.
Türkiye 35 yıldır düşük yoğunluklu bir savaş içerisinde, Apo ile haşır, neşir olmuş, terör kolik bir devlet. Bir ara Ankara’nın merkezi Kızılay’da ve hatta Genel Kurmayın önünde bombalar patlıyordu ama Türkiye aldırmıyordu. Batı Kürdistan’da bağımsızlık algısını sezmeye başlayınca, rahatsız olmaya ve terörden şikayetçi olmaya başladı.
İŞİD adıyla bir örgüt, Müslüman bir devlet kurmak üzere, Irak ve Suriye’de eylemlere başladı. Devleti olanlara değil, gitti devleti olmayan silahsız ve kimsesiz Kürtlere saldırdı. Kürtlerin yaşadığı birçok şehri işgal etti. Kerkük, Musul, Şengal ve Batı Kürdistan’da birçok alanı işgal etti. Sanki Irak ve Suriye ordusu buraları çatışmasız, İŞİD’e teslim etti gibi görünüyor. Kobani’de Kürtler direndi, müttefik devletlerin desteği ile İŞİD saldırısı püskürtürdü. Kobani’de İŞİD Türk sınırına 5 km yaklaştı ve hatta bazı yerlerde, sınıra dayandı ama Türkiye İŞİD teröründen şikayetçi olmadı.
Bu da gösteriyor ki, Türkiye’nin derdi Suriye’de yaşananlar değil. Türkiye’nin derdi, Batı Kürdistan’ın bağımsızlık yolunda hızla ilerlemesidir. Bağımsız Kürdistanı bir tek BM üyesi kabul etse, başka ülkelerde yaşayan bütün Kürtler, yaşadıkları ülkenin azınlığı sayılacak. Çoğunluğun sahip olduğu bütün haklar, azınlık için de geçerlidir. Türkiye bunu görüyor, engel olamayacağını bildiği için de kartlarını yeniden karmanın hesaplarını yapıyor.
Kürt meselesinde yeni gelişmelere herkes hazır olsun. Özellikle de seçimlerden sonra.
Trump „Suriye’den çekileceğim” dedi, Türkiye inanmış gibi göründü ama inanmadı. Başta ABD muhalefeti ve AB olmak üzere, bütün dünya çekilmeye karşı çıktı. Zaten Trump’ın da istediği buydu. Saflar netleşti ve ABD’nin eli daha da güçlendi. Trump, “ekonominizi mahvederim” diyerek, Türkiye’ye de gereken mesajını verdi. Eski anlaşmalar, İŞİD’in yıktığı enkazın altında kaldı, herkes onu unutsun. Yeni anlaşmalara hazırlansın.
İŞİD’in sahiplerinin yaptıkları yanlış hesaplar sonucu, İŞİD, Kürtlerin işine yaradı. Aldıkları talimat gereği, yaptıkları insanlık dışı uygulamalar ve toplu kelle kesmelerden sonra, bütün dünya Kürt Milleti”nin yanında yer aldı. Elbette ki birkaç devlet hariç. Kürtler de müttefik güçlerle birleşerek, İŞİD’e karşı verdikleri başarılı mücadelede, güvenilir olduklarını kanıtladılar. Kürtlerin var olmadıkları bir Ortadoğu’da, İŞİD’in ölüsünün bile yeniden dirileceğini, bütün dünya gördü.
Türkiye Adana anlaşmasını ele aldı ve bunu yeni siyasetine, payanda yapmaya çalışıyor. Peki Türkiye 20 yıl önce Kahire Havaalanı’nda, bir şafak vakti Apo’yu ABD’li yetkililerden teslim alırken, yapılan anlaşma ne olacak?
Görüldüğü gibi, Kahire anlaşması da Adana anlaşması da zaman aşımına uğradı ve geçerliliğini kayıp etti. Sorunu yeni sayfalarda okumak gerekiyor.
Sahi Apo nerede?
Şam’da, Ada’da telefonu olduğu ve yakın dostları ile sürekli görüştüğü biliniyor. Apo’nun telefonu olsa bile, üç yıldır kimse ile görüştürülmüyor. Kardeşi ile görüştüğü söylense de buna kimse inanmıyor. Pervin Hanımefendi görüşme ile ilgili bir açıklama yapacağını söyledi ama unuttu sanıyorum. Yetkililerin yaptıkları açıklamaların inandırıcı olabilmesi için, Apo’nun yeni bir görüntüsünü mutlaka dışarıya yansımaları gerekiyor. Cezaevi Savcısı görüşmeyi engelleyerek, suç işliyor.
Gelişmeler karşısında Apo’nun söyleyecekleri çok önemli, çünkü devlet 35 yıldır politikasını Apo’ya endeksleyerek yürütüyor. Ancak günümüzde Kürt meselesi bütün dünyayı ilgilendiriyor. Çünkü mesele ikili bir sorun olmaktan çıktı.
Erdoğan, Piyanist Fazıl Say ailesi ile barıştı, Türkiye 40 gün, 40 gece barışı kutladı. Erdoğan biraz acele edip Esad ile de barışsa, Suriye meselesi de biter. Umarım Erdoğan, en kısa zamanda Apo ile de barışır, Türkiye’ye barış ve huzur gelir.
Batı Kürdistan bütün dünyanın desteğini almış yoluna devam ediyor. Bütün dünyanın gözlerinin önünde, Kürtlerin önemli bir kesimini Batı Kürdistan’a bırakmadıkları da biliniyor. Kürtler aralarındaki çelişkileri kaldırmak mecburiyetindedir. Eğer batının desteğinin devamını istiyorlarsa.
Şubat 2019
İbrahim Aksoy