Türkiye Menderes döneminde, 31 Temmuz 1959 tarihinde AB’ye üyelik için müracaat etti. 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara anlaşmasının, 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmesi ile Türkiye’nin AB üyelik süreci başladı. 54 yıldır Türkiye AB’nin kapısında üye olmayı bekliyor.
Erdoğan üyelik meselesini yeniden gündeme taşıdı. Üyelik için referanduma gidecekmiş. Nereye gidersen git, Türkiye AB üyeliğini rüyasında görür. Çünkü Türkiye üyelik konusunda samimi değil. Yapması gereken önemli hiçbir sorumluluğunu yerine getirmedi. Amacı AB ile ilişkileri sürdürmek ve vatandaşını oyalamak. Türkiye sırtındaki küfesinde taşıdığı sorunlarla, AB’nin kenarından bile geçemez.
Kenan Evren cuntası, 12 Eylül’de yönetime el koydu. Bunun üzerine AB Türkiye ile ilişkilerini askıya aldı ve görüşmeleri durdurdu. 1988 sonbaharında görüşmeler yeniden başladı. O dönem ben de SHP Milletvekili olarak, Kasım 1988’de Brüksel’de yapılan parlamentolar arası karma komisyonu görüşmelerine katıldım. AB Parlamentosu’nda, Evren Cuntası ve Kürt Milleti’ne yaptığı zulmü anlattım. Bunun üzerine Türkiye ayaklandı, cuntadan işkence görenler dahil, Türkiye’de Kürt yoktur diye bağırdılar ve beni SHP’den ihraç ettiler.
Şimdi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu; “Ey Diyarbakırlı Kürt kardeşim, ey Urfalı Kürt kardeşim, ey Mardinli Kürt kardeşim, Kürtlüğünle gurur duyabilirsin” diye bağırıyor. Türkiye’de Kürt yoktur diyenler de onu alkışlıyorlar. CHP bir düzine milletvekilini ve Kürdistan’daki bütün il başkanlarını Diyarbakır’da toplayıp, riyakarlık yapmaya çalışıyor. Fakat bu riyakarlığa ne Kürt Milleti ve ne de AB üyeleri inanıyorlar. Kürdistan sorunu adil ve makul bir çözüme kavuşmadan, Türkiye AB’nin kapısından bile geçemez.
Türkiye 35 yıldır APO’yu gerekçe göstererek, Kürdistan’ı savaş alanına dönüştürdü. Bu çakma terör kovalamacasına artık AB de inanmıyor. APO savaş üssünü Şam’a kurup, Türkiye’nin Şam Askeri Ataşesi ile aynı apartmanda oturup, Türkiye’ye karşı savaştığında, sınırlarda güvenlik sorun olmadı. Ne zaman ki Suriye’de Kürtler, Şam rejimine karşı savaş başlattı, Türkiye de sınırlarının tehlike altında olduğunu haykırmaya başladı. İnan inanabilirsen. Sırtındaki küfesinde Kürt sorununu Ankara’dan, Brüksel’e kimse taşıyamaz, AB de buna asla izin vermez. Ankara, Brüksel’in yakın takibinde olduğunu bilmelidir.
Türk Anayasası’nın 90 maddesine göre, AİHM kararları kanun hükmündedir. 2015 zılında AİHM aldığı bir karara göre, “Cemhaneler ibadethanedir.” Aynı görüş doğrultusunda, Yargıtay ve Danıştay’ın aldığı kararlar da var. Türkiye bu mahkeme kararlarını ve kendi anayasa emrini uygulamayı hiç düşünmedi. AB de Türkiye’yi üye yapmayı düşünmüyor.
Yine AİHM’in 2015 yılında aldığı bir karar var. Buna göre, “mecburi din dersi, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır. Derhal durdurulmalıdır.”
Bu karar da anayasal bir sorumluluk olmasına rağmen, Türkiye’nin umurunda değil. Türkiye’nin, üyeliği de AB’nin umurunda değil.
1925 tarihinden beri, doğan her çocuk nüfusa, tabiiyeti Türk, dini İslam diye kayıt edilir. Yine aynı tarihten beri “tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak” diye her lider, avazının çıktığı kadar bağırır. Son yıllarda buna “yerli ve milli” de eklendi. AB üyesi hiçbir lider, bu ırkçı söylemleri söyleyemez. Ayrıca bu ağız İslam’a göre de haramdır.
Son kırk yılda, bütün AB ülkelerinde yapılan Kilise sayısının, yüz bin katından daha fazla, Türkiye’de Cami yapıldı. Şehirlerde 200 metre mesafede Cami yoksa, apartmanların tepesine yerleştirilmiş hoparlörlerden ezan okunur. AB ülkelerinde Kilise çanlarının pazar günü dışında sesi kısılır. Türkiye üçüncü büyük bütçesini din işlerine ayırır. Diyanetin 140 bini kadrolu, 20 bini sözleşmeli 160 bin personeli var. Bilindiği gibi bütün AB ülkelerinde, gönüllü olmak koşulu ile Kilise vergisi vardır. Bu durumda, eğer Türkiye AB’ye üye olursa, Kilise, Cami arasında adaletsizlik oluşur.
677 Sayılı ve 30 Kasım 1925 tarihli yasaya göre Cemhaneler kapalı ve hala Alevilik yasaktır. Bu yasaya göre, şeylik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik ve çelebilik yasaktır. Fakat Cübbeli Ahmet Hoca gibi Müslüman olduğunu iddia eden yüzlerce tekke, görevini sürdürmektedir. Türkiye’de 20 milyon kadar Alevi vatandaş yaşıyor ama 93 yıldır inançları ve Cemhaneleri yasak kapsamında.
Türkiye’de 20 milyon kadar Müslüman ve Şafii mezhebinde olan vatandaş yaşıyor. Terör gerekçe gösterilerek binlerce Şafii Camisi TSK tarafından yıkıldı. Diyanette çalışan bir tek Şafii din görevlisi ve Şafii Camisi yoktur. Halbuki diyanette görevli Hanefi din adamları, Müslüman Şafiilerin de ve Alevilerin de ödediği vergilerden maaşını alırlar. İslam’a göre haram olan o maaş onlara haram olsun. AB ülkelerinde hangi inançta olursa olsun, herkes kendi din adamının maaşını, kendisi öder.
İnönü ve Gürsel Cuntası’nın 27 Mayıs, ikinci Cumhuriyet hareketi ile başlattığı FETÖ hareketi de AB’yi korkutan önemli bir sorundur. FETÖ hareketi AB ülkelerinde yaşayan 12 milyon kadar Müslümanın lokomotif gücüdür. AB ülkelerinde binlerce Cami yaptı ve yönetiyor.
Elbette ki yakın zamana kadar, Cami imamlarının atamasını, Devletin Din İşleri Genel Müdürlüğü (DİB) yapıyordu ve ücretlerini de buradan alıyorlardı. AB ülkelerindeki Cami çevrelerinden binlerce genç gitti ve şu anda İŞİD saflarında savaşıyor. AB’yi en çok korkutan da işte bu karanlık ilişkiler.
Türkiye birkaçını yukarda saydığım kronikleşmiş sorunları ile AB’ye asla üye olamaz. Ankara kronikleşmiş bu sorunlarını götürüp, Brüksel’in sorunu yapamaz. Türkiye de sorunlarını çözmeyi hala aklından bile geçirmiyor. Öyleyse Türkiye daha çooo..k AB’nin kapısında bekler.
Erdoğan referandum yapacağını söylüyor. 54 yıl önce üye olmak için vatandaşa sorulmadı, eğer üyelikten vaz geçmek istiyorsanız, kimseye sormadan da vaz geçebilirsiniz. Eğer görevler yerine getirilmeyecekse, vaz geçmek akıllıca bir iş olur. İnsanları boşuna oyalamanın ve umutlandırmanın, hiçbir anlamı yoktur.
Krizin tek sebebi, Papaz Brunson gösteriliyordu. Brunson, PKK ve FETÖ terör örgütlerine yardım, yataklık etmek ve ajan olarak suçlandı ve hakkında 35 yıl hapis cezası isteniyordu. Elbette ki suçlamaların gizli tanıkları da vardı. Tanıklar suçlamalarını geri çektiler, Mahkeme de Brunson’a 3 yıl 45 gün hapis cezası verip, “Ajanı” tahliye etti. Alın size Türk adaleti.
Peki oynadığınız komediye kimi inandırabilirsiniz?
Bir sürü insanın ceza almasına sebep olan sahte gizli tanıklar ne olacak?
Hiçbir şeyde olmayacak, çünkü uydurma gizli tanık devletin kendisidir.
Türkiye’ de şu sıralarda başlayan siyasi ve ekonomik krizin de sebebi Brunson değil, yakında herkes bunu görecek. Krizin asıl sebebi, bir kısmını yukarda saydığım kronikleşmiş sorunlardır. Sorunlar için çözüm düşünülmediği için kriz kar topu gibi büyüyecek ve yöneticiler altında kalabilir.
Sorunlar; 90 yıldan beri peyderpey devir teslim yapılarak, taşınan sorunlar. Derin devletin rızası olmadığı için, hiçbir yönetici, sorunları çözmeyi bırak, sadece ötelemeye çalıştı ama ötelenecek yer de kalmadı.
Yeşil gözlü Osmanlı Paşalarının, Türk, İslam – Hanefi sentezi çıkmaz sokakta. Artık yöneticiler gerçekleri görüp, adil ve makul düşünmelerinin zamanı gelmiştir. Yöneticilerin kabul etmesi çok zor geliyor ama maalesef soğuk savaş bitti. Yani Türkiye’nin o altın yılları sona erdi. Çıkar ve menfaatler için dünyanın düzeni yeniden ayarlanıyor.
Brunson gitti, gerekçe olarak geriye APO ve FETÖ kaldı, uydurma gerekçelerin artık dünya siyaset pazarında hiçbir değeri kalmadı. Batı Türkiye’yi çok iyi tanıyor ama Rusya da batıya ters düşmek istemez. Çakma gerekçelerin, kabadayılık takınmaların artık hiçbir değeri kalmadı.
90 Yıllık yanlış siyasetin birikimleriyle, yeni dünya siyasetine uyum imkânsız. Yaşanan siyasi krizin sebebi budur. Siyasi kriz de ekonomik krizin nedenidir. Meclisteki siyasi partiler bir araya gelip, yırtığı yamamaya çalışacağına, yeniye nasıl uyum sağlayacaklarının yollarını aramalıdırlar
Baskı arttıkça, baskı göreni sindirip susturabilir ama baskı devam etmek zorundadır. Baskı devam ettikçe, kendisini yıpratır ve zamanla işe yaramaz, sahibinin elinde patlar, en büyük zararı sahibine verir. Türkiye’nin Kürt Milleti üzerindeki baskısı çok yıprandı, yakında elinde patlarsa, kimse şaşırmasın. Gidişatta bunu gösteriyor.
Ekim 2018
İbrahim Aksoy