Diyarbakır’da yürütülen Kürdi partilerinin ortak seçim ittifakı görüşmeleri, kamuoyunda bir umut yaratmıştı. Ancak çok kısa bir sürede, hezeyanla sonuçlandı. Taraflar ortak bir protokol için hazırlık yaparlarken, „yukardan” gelen bir ’emri-vaki’ her şeyi bozdu. İsmini bile duymadığımız örgütlere ve Öcalan’ın aile fertlerine tanınan tolerans ve kayırmacı anlayışla dağıtılan “bol kepçe” vekil adaylıklar. HDP ve Kandil yönetimi, onlara tanıdığı imkanların hiçbirini Kürd partilerine tanımadı. Aynı şey Kürd partilerinin kendi adaylar ile HDP listelerinde girmelerine karşı çıkmak, Kürdistani bir tavır olamaz. AKP’nin hiçbir kitleselliği olmayan, BBP’ye18 kişiyi aday göstermesi ve düzen partilerinin tümü kendi aralarında iki ayrı listede ittifak yaparlarken, HDP’in hiçbir ittifaka yanaşmaması olanı da elinin tersiyle itmesi…
Eski başkan S. Demirtaş’ın konuya ilişkin açıklaması, HDP yönetiminden daha tutarlı ve olumlu olduğu görülmektedir. Devletin hışmına uğramış Demirtaş’ın içerde yaptığı açıklamada; mevcut partilerin işbirliğini savunan bir tutum sergilediğinin altı çizilmelidir. Ancak İsrail’e ilişkin yaptığı söylenen açıklamayı doğru bulmadığımızı da belirtelim.
Ancak HDP’nin sürece ilişkin açıklamaları ne bizi ne de kendi taraftarlarını ikna edememiştir. Her derde derman bildikleri, demokrasi söylemini de kullanma amaçlı olduğu görülmektedir. Adayların belirlenmesi, birlik ve ittifak konularında bir değerlerinin olmadığı, yukarıdan gelen genelgeler doğrultusunda hareket etmeleri yanlıştı. Bununla parti içi demokrasi anlayışı, kendileri için de içi boş bir kavram olduğu ispatlanmış oldu.
Bir düdük sesiyle, TBMM’yi Evren diktatörüne teslim eden anlayış, AKP’nin tutucu müritleri ve bu denli bedel ödemiş HDP’nin taraftarları arasında, konum itibariyle bir benzerlik olduğu görülmektedir.
Dağdan gelen emirler, bağda yaşıyor olanların hak ve hukuklarını tanımama, yetkilerini yok hükmünde saymak olduğunu göstermektedir. Bu hem ittifaklar hem de gösterilen adaylar konusunda net olarak görülmektedir. Dağda mağarada yaşayanların her ne hikmetse sivil siyasete de öncülük yapma gayretleri oldukça yanlış ve çıkmaz bir politikadır.
Karasu’nun konuya ilişkin “HDP bir Kürd partisi değildir, ama Kürdün oy verdiği bir partidir. HDP ile itifak isteyenler, koşulsuz HDP çatısı altında toplanmalıdır” açıklaması son derce net anlaşılmaktadır. Ancak bunu anlamayan çoğunluk, kendi partilerine yöneticilik yapan kadro ve taraftarlarıdır.
HDP’nin Türk örgütlerine gösterdiği toleransın kırıntısını bile, Kürd partilerine göstermemektedir. Karasu PKK’nin gücünü ve konumunu kullanarak HDP’ye yönelik, talim ve terbiye notaları yağdırmaktadır. Bu vesile ile HDP’in bazı yöneticileri de bu ülkeyi asla “böldürtmeyeceğiz” şiarına iyice kendilerini kaptırmışlardır. Bunca ölüm ve zulmü atlayarak, Türkçü faşistlerin her Kürdü gördüklerinde akıllarına gelen “Türkiye bir bütündür asla bölünemez” söylemini HDP’li bazı yöneticilerin tekrarlamaları Kürdlük adına mide bulandırmaktır.
Bu anlayışta olan HDP’li yöneticilerin, zaman zaman misaki milli sınırlarını TC devletinin sahiplerinden fazla savunmaktadırlar. Ve iktidarda olan partilerden daha geri ve millici bir gürünüm vermekten utanmamaktadırlar.
HDP’nin kendi iradesi dışında „dağın baskısı” ile Türk solcuları ve halkları ile olan “aşkları ” giderek Kürd’ten uzak bir zemine oturmaktadır.
HDP li Kürdler, gözlerini bu noktadan başka yerlere odaklamamalıdırlar.
HDP, varlıkları bile tartışmalı diğer halkların yüksek menfaatleri için Kürd parti ve örgütlerine çelme atmakta, Kürdün enerjisini onlara hibe etmektedir. HDP Oylarının % 99 Kürdlerden almasına rağmen, temsili hakkının başkalarına verilmesi sorgulanmalıdır.
Birkaç Türk ve azınlık mensubunu aday gösterip, yıllarca hapis yatmış, sürgün yemiş zahmetini ve hakaretini çekmiş Kürd güçlerinden uzak durmaya çalışmaktadır.
HDP, uzun süredir Kürdistan coğrafyasında yanlış giden gidişatı tersine çevirmek gayreti göstermeyip, gereken dersi de çıkarmamaktadır. Bu seçim sürecinde de bile, Kürd halkının beklentilerine uygun aday göstermedikleri gibi, moral değerlerini olumsuz etkilemeye devam etmektedir.
Son süreçte, HDP’nin hendek çıkmazı, Kandil ve devlet mağduru belediye başkanlarının tutuklanmaları ve TC tarafında atılan kayyımlar. Referandum öncesi ve sonrası tavır, Şengal, Kerkük ihaneti. Afrin’deki yanlış politika, boş zafer naraları ve dramatik yenilgimiz… Tüm bunlar yetmezmiş gibi “HDP için Kürdü de barındıran bir Türk partisiyiz” denilmektedir. Bir Yahudi partisinin, “içimizde Yahudi halkı da var ama biz Alman partisiyiz demek nedenli aşağılayıcı…
“İçinde Türk’te bulunduran bir Kürd partisiyiz“ demek yerine tersi bir söylem, düzene yalaka ve Kürdi bir duruş asla olamaz..
HDP’nin Türkiye partisi olma söylemi, ortak vatan vurguları ve hatta genel başkanları da Türk olmasına rağmen, HDP içi dışı Kürd bir partidir. Bunun böyle olmadığını söylemek bir hezeyandır. Başkanının Türk olması da HDP’nin Kürd gerçekliğini değiştiremez.
Bu son seçim sürecinde de HDP Kürd partisi olmasından dolayı cezalandırılmıştır. Kürdistan’da ve Türkiye’de aldıkları oy oranı da bunun için yeterli bir veridir.
Almanya’da doğmuş Kürd çocuklarına bile Alman olduğunu söylemeniz halinde ciddi bir tepki göreceğinize emin olabilirsiniz.
Yani burjuva seçim siyaseti gereği söylenen bazı yanlış kavramlardan hareketle, HDP’nin Kürd partisi olmadığını söylemek büyük bir gaflettir.
Türkiye’de yaşayan her kesimden dinciler, dinsizler, düşmanlar, sağcılar, solcular, liberal, demokratlar, kemalistler, faşiştler, lezbiyenler, her türden ırkçılar Kürde ve HDP’ye karşı bir araya gelebiliyorlar.
Tüm bunlar HDP şahsında kürde olan nefrete karşılık, Diyarbakır’da oluşturulan “seçim ittifakına bu denli karşı olmayı hayretle izlemekteyiz.
Koşul ne olursa olsun Kürdü öldürme emrini veren güçlere karşı, birlik olmamızın bir zorunluluk olduğunun bilinciyle davranmamız gerekmektedir.
Bazı Kürd partilerinin, PKK’ye karşı tavırları ve yapılan muamelenin aynısını, HDP’ye yapılmaları kabul edilemez.
HDP’nin düşman saflarına itilmesini oturarak izlememeliyiz.
Halkların Değil Kürdün çıkarı önemli
Özellikle 24 Haziran öncesi ve sonrası girebileceğimiz bir ittifak sürecinde, işimize ve faydamıza olabilecek girişimlerde bulunmalıyız. Görünen tablo bize birkaç seçenek sunmaktadır. Bağımsız aday, boykot ve HDP’yi destekleme biçiminde belirmektedir.
Yakın amaç ve görevin ne olduğu belirlenirse, seçim tavrımız daha da netleşecek.
Kürd halkının varlığı büyük saldırı altındadır. Kürd siyaseti bunu görüp, buna uygun hareket etmelidir. Kürdün siyasetsizliği ve de muhataplık yönündeki kabiliyetsizliği, kitleleri düzen partileri içinde tercih yapmaya zorlamaktadır. Yani açık söylemek gerekirse Kürd partileri “devlet olma” umutlarını yitirmiş adeta Türk devlet sistemi içinde vida olmak için uğraşmaktadırlar. Kürdün, her başkaldırısı büyük yıkım ve bedellere mal olmaya devam ederken, bir dönem içinde olsa ateşimizi külümüzün altında korusa, daha hayırlı bir yol olabilir mi?
Tavrımız ne olmalıdır?
- Cumhur Başkanlığı mı?
- Milletvekili seçimi mi?
- İlk tur mu, ikinci tur mu?
Seçim sürecinde oylamanın ikinci tura kalması halinde HDP anahtar parti olşabilir.
Afrin’deki, işgal güçlerinin geri çekecek, tutuklu Kürdleri başta Öcalan, Demirtaş, Kışanak,Altanlar vb diger on binlerce tutukluyu serbest bırakacak, Olağanüstü hali kaldıracak, Kürd dilinin serbestliğini savunacak, yerleşim yerlerini terk etmiş insanların geri getirilmesini sağlayacak, özcesi daha fazla özgürlük vadedecek güçleri desteklemek gerekiyor.
Bu hem CHP hem de AKP adayı için geçerli olmalıdır. Kürd halkı için ikisinin arasında çok ta bir fark söz konusu değildir. Aslında Kürde ve kendi halkına karşı yıkıcı olanı desteklemenin doğru olacağını düşünmekteyim. Çünkü hem kendi sonunu hem de bekasını hızlandırabilir.
Unutulmamalıdır ki on binlerce kadın erkek Kürd siyasetçisi, genç, hata 0.7 yaş arasında 2000’e yakın bebek, anneleri ile beraber en kötü hapishane koşullarda yatmaktadırlar.
Biyolojik yaş itibariyle andropoz evresine girmiş Kürd siyaseti ve siyasetçileri yıkıcı, sekter ve kaprisli tavırlarından bir an önce vazgeçmelidirler.
Yeni sürecin ihtiyaçlarını karşılayacak, taze kan bulmaları bir mecburiyet olarak önlerinde durmaktadır.
Bu eski siyaset anlayışı ve takıntılarla halkımıza öncülük yapanlar, yön verme kabiliyetini kaybetmişlerdir.
Meşhur Türk ata sözünü hatırlatmakta fayda vardır. “Mesele vatan olunca gerisi teferruattır.
Ya bizimkiler? Düşmanımıza teşekkür etmemiz gereken bir konu vardır. Bazı yalaka Kürd kişiliklerin Türk bayrağı forması taşımaları kendi halkına ihanet yapmaları, hatta kendilerini Türk’ten fazla Türk görmeleri mümkündür. Mesela Kerkük’te Kürde ihanet edenlerin veya AKP’nin içindeki seçilmiş Kürdlerin, işleri bittikten sonra, düştükleri hallerini hepimiz yakından görmekteyiz.
Sömürgeci devletler, bu işbirlikçilerin ‘hizmetlerine’ rağmen, asla ve asla, onları Türk, Arab, ve Fars milletinden saymamakta, kabul etmemektedirler.
Kürdistanı bölüşmüş devletlerin bu konudaki tavırları, kendileri açısından takdire-şayan doğru ve meşrudur.
İkinci tura kalmaları halinde Kürd seçmenin tavrı ne olmalıdır?
O zamana kadar adayların seçim vaatleri ve yapacakları gözden geçirilmeli ve daha sonra bir tavır belirlenmelidir.
Aslında Kürde ve kendi halkına karşı yıkıcı olan iktidarın verdiği acının dayanılmaz olduğunu biliyorum. Ancak bu gidişle AKP’nin tekrar iktidara gelmesi halinde hem kendi sonunu hem de bekasını hızlandırabilir…
Biz buna da hazırlıklı mıyız?