28 Aralık 2017 tarihinde Meşhed’de bir grup gösterici hayat pahalılığı, işsizlik ve yolsuzluğu gerekçe göstererek sokaklara döküldü. Kısa sürede rejim karşıtı gösterilere dönüştü ve bütün ülkeye yayıldı. Bu da gösteriyorki, İran’da yaşayan insanların her şeyden önce rejimle sorunu var ve rejimle hesaplaşmak istiyorlar. Hesaplaşma bitmeden, İran durulmaz.
İran’da, Azeriler, Kürdler, Farslar, Araplar ve Hazarlar başta olmak üzere, daha bir çok halk yaşıyor. İran’da ku nüfusun çoğu Müslüman ve Şii. 40 yıla yakın bir zamandan beri Şii Fars Mollalar ülkeyi yönetiyor ve ülkede katı Şii-İslam-i kurallar geçerli. Yönetim Farsların elinde, diğer halklar sadece yönetimde çeşni olarak bulunuyorlar.
Çok katı güvenlik kurallarının geçerli olduğu ülkede, bütçenin % 50’si güvenlik harcamalarına gidiyor. Ayrıca ordu, Türkiye’deki OYAK’ı örnek alarak, kendisine ait vergi ve gümrük ödemeyen bir şirketi var. Ordu ülkenin en büyük şirketidir. Güvenlik güçleri aynı zamanda, ülkenin patronlarıdır. Özellikle petrol işletmeciliği, ticareti, ithalat ve ihracat güvenlik güçlerinin şirketinin elindedir.
İslam tamamen Fars milliyetçiliğinin emrinde uygulamalara dönüşmüştür. Yönetime göre rejim karşıtları münafık sayılıyor. Her yerde ve her köşede Şiicilik fışkırıyor ama Fars milliyetçiliği için. Farsların dışındakiler, katı Şiicilik kurallarının en ağır yükünü taşırlar. Farslar Şiicilik ihracında da hayli ileri gitmişlerdir. Güvenlik harcamalarının önemli bir kesimi, Şiicilik ihracında kullanılır. Bu da diğer Müslüman ülkeleri rahatsız ediyor.
Nüfusun % 60’dan fazlası hala kırsal alanda, ilkel köylücülük yaparak karnını doyurmaya çalışıyor. Ülkenin başlıca geliri petrol. Şehirde yaşayanların her beş kişiden biri işsiz. Ülkenin tek mutlu kesimi yöneticiler ve güvenlik güçleri. Onların da tamamı yerli ve Milli Farslılardan oluşuyor.
En önemlisi Fars milliyetçiliği, ayırımcılığı, o da kini ve nefreti körüklüyor. İran’ın asıl sorunu da işte burada, bu nedenle de durulması mümkün değil. Şii-İslam örtüsü altında Farsların yerli ve milli yayılmacılığı, bütün Müslüman ülkeleri rahatsız ediyor. Bu ülkelerle ilişkili diğer dünya devletleri de huzursuz oluyor.
İran’ın baş düşmanı, Müslüman ülkelerin ortasındaki İsrail gelir. İsrail ile çelişki yaratarak, Müslüman ülkelerin sempatisini kazanmaya çalışıyor. Türkiye de aynı taktikle Sunni-İslam dünyasının sempatisini kazanmaya çalışır. İran ve Türkiye’nin bu konuda yaratmaya çalıştıkları çelişkide, her iki ülkenin de hesabı tutmadı, çünkü Müslüman ülkeler uyandı.
Devlet yönetmekte hayli tecrübeli olan Farslar, artık daha uzağa gidemeyeceklereni görmeye başladılar. Çünkü İslamı örtü olarak kullanıp, izledikleri yerli ve milli siyaset iflas etmiştir. Çünkü bu saçmalık, diğer halklar üzerinde ulusal baskı aracı oluyor. İşte İran’daki isyan da bu baskılara karşı olan bir isyandır. Hayat pahalılığı, işsizlik ve yolsuzluk da buna eklenince, isyan katmerleşiyor. Artık hiç kimsenin gücü bunu durdurmaya yetmez. Bu gün dursa yarın yine başlar. İran parçalanmadan bunun durmayacağını, herkesin görmesi gerekiyor.
İran’da, ne şeriat ne de anayasal kurallar geçerlidir. Sadece Mollaların söyledikleri fetvalar geçerlidir. İşte bu gayri insani uygulamalarla her yıl binlerce mazlum insan idam ediliyor. Mollaların fetvalarının dışında söylenen her söz suç sayılır. Yönetime göre İran’da Farsların dışında hiç bir millet yaşamıyor.
Olayların başladığı günden beri 30 kadar ölü ve 3700 kişi de gözaltında. Ancak söylentilere göre daha fazla insanın gözaltında olduğu söyleniyor. Pastarlara ait karakollarda gözaltındakilere yapılan işkenceleri ayrıca anlatmaya gerek yoktur. Şimdiye kadar 5 kişinin işkenceden öldüğü söyleniyor. Türkiye’de yaşayan herkes bunu çok iyi bilir. Çünkü Türkiye’de en az her aileden bir kişi Türk karakollarını gördü ve o karakolları çok iyi tanıyor ve oralarda ne yaptıklarını biliyorlar.
Türkiye’deki siyasilerle sözde aydınlar, ‚kimse İran’ın iç işlerine karışmasın’ naraları atıyorlar. Peki acaba İran hiç kimsenin iç işlerine karışmadı mı?
İran’ın gizli terör örgütü Haşdi Şabi ve Pastarlar Suriye’de tatil mi yapıyorlar?
Haşdi Şabi Irak’da Kerbelada İmam Hüseyin’in türbesini ziyarete mi gittiler?
İran’ın desteklediği Hizbullah militanları Lübnan’da Hocalık mı yapıyorlar?
Yemen’i kim karıştırıyor?
İran’ın imanına kadar içine dalıp karıştırdığı, daha onlarca ülke sayabiliriz. İran’ın iç işlerine karışmayın diyenler ya çok akıllı, ya da çok aptal. Başkalarının içişlenine karışanlar, başkalarına da kendi içişlerine karışma hakkı veriyorlar. Mollaların zulmüne karşı durmak, insani bir sorumluluktur.
Yukarda da belirtiğim gibi, olaylarda 30 kadar insan öldü, 3700 kadar insan da gözaltında, işkence görüyor. Bunların içerisinde Azeri kökenliler de var. Türk siyasiler dilini yutmuş oturuyorlar. Bunların soydaş sayılması için illede Türkmen olması mı gerekiyor? Sözde Türk aydınları, arkalarına gizledikleri kalemlerini bulamıyorlarki bir şeyler yazsınlar. Özel eğitimli 5000 ülkücüsünü Kerkük’e gönderen Bahçeli, Azerileri soydaşdan saymadığı için ülkücülerini gönderme ihtiyacı duymuyor.
Türkiye’nin yanlış Kürdistan siyaseti, Suriye’de kayıp etti, müttefiği İran ve Rusya ile çelişmeye başladı. İran ve Rusya rejimi destekliyor, Türkiye rejimi faşist-diktatörlükle suçluyor.
Türkiye, Irak’ta kayıp etti, artık Habur sınır kapısında Irak ve Türk bayraklı Türk tankları görülmüyor. İran’da kayıp etti, oradaki Azeri soydaşlarını bile sahiplenemiyor. Böylece de B planını devreye sokmaya çalışıyor.
Yalnız kalma riskine rağmen Türkiye, yanlışında direndi ve sonunda artık hiç bir devletin, yalnız yaşayamayacağını görmeye başladı. Şimdi de kayıp ettiği dostlarını yeniden kazanmak için rüşvet dağıtıyor. Rusya’ya 2,5 milyar dolar verip S400 füzeleri aldı. ABD’ye 11 milyar dolar verip 50 adet yolcu uçağı aldı. Fransa ile 25 adet Airbus A350-900 yolcu uçağı için mutabakat zaptı imzalandı. Fransa ile yapılan antlaşma, Airbus ortağı dört Avrupa ülkesini ilgilendirse de bu rüşvetin bir yararının olacağını sanmıyorum.
Irak, Suriye ve İran’daki gelişmelere ve Türkiye politikalarına baktığımızda, Kürd düşmanlığının zirve yaptığını görürüz. Bu acı gerçeği Kürd Milleti’nin görmesi gerekiyor. Yaralı bir Kürde eliyle bir yudum su veren herkes, Kürdün dostudur. Türklerin de kendilerine dayatılan siyasete değil, ellerini vicdanlarına koyup Kürdlere bakması gerekiyor.
Bu gelişmelerden sonra, Doğu Kürdistandaki anti işgalci Kürd güçlerine büyük sorumluluk düşüyor. Onların da bu sorumluluğun bilincinde olduklarını tahmin ediyorum. Öncelikle kendi aralarında bir birlik oluşturup, rejim karşıtı bütün güçlerle işbirliği içerisine girmelidirler. İran karşıtı devletlerle dostluk ilişkilerini geliştirmelidirler.
Mollaların kolayca pes etmeyeceğini herkes biliyor. Mollalar bütün dünyayı öyle karıştırdılarki, kaçmak mecburiyetinde kaldıklarında gidecek yerleri yoktur. Mollalar sonuna kadar direneceklerdir. Ancak 80 Milyon insan harekete geçmiş ise o selin önünde hiç bir engel duramaz. Diktatör düşerken, kıçına ilk tekmeyi en yakınındakinden yer. Doğanın temel kuralı budur.
Türklerin B planında Kürdleri kandırmak da var, hatırlatırım.
Özellikle bunun için siyaseti yeniden şekillendirmeye çalışacaklardır.
Kürdlere hiç bir anayasal hak tanımadan, sıkıntılarını geçiştirmeye çalışacaklar.
Ocak 2018
İbrahim Aksoy