Myanmar’da Müslüman azınlığa yapılan insanlık dışı uygulamalar, son dönemde hızını artırdı. Bu insanlar sadece Müslüman oldukları için ve haklı olarak, Müslüman olmayan Budist devletten, İslami geleneklere göre yaşamak ve bazı insani taleplerde bulundukları için bu soykırımı yaşıyorlar. Ordu köylerini yakıyor, insanları öldürüyor. Canını kurtaranlar yollara düşmüş Bangladeş’e doğru yollarda. Şimdiye kadar yüze yakın Müslüman köyün, Myanmar ordusu tarafından yakıldığı ve onbinlerce insanın öldürüldüğü söyleniyor.
Zulüm kime yapılırsa yapılsın, zulme karşı durmak bir insanlık görevidir. Biraz geç de olsa Ankara’da siyaset bu zülme karşı olduğunu ve zulme uğrayan bu insanların yanında olduğunu ve her türlü yardımı yapmaya hazır olduklarını açıkladı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan bir heyetle çoktan Bangadeş’e vardı. Zulme uğramış Arakan Müslümanlarının durumunu yerinde görmek ve yardım için insanların dikatini çekmek istiyor. Bu davranışından dolayı Emine hanımı kutluyorum, zamanında ve yerinde bir davranış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir taraftan, dünyayı seyirci kalmadan bu acil duruma müdahaleye davet ederken, diğer taraftan her türlü yardımı yapmaya başladıklarını söylüyor. Fakat bu haykırışların hem dış ve hem de iç Müslüman kesime yönelik reklam gibi bir görüntü veriyor. Pirinç ve diğer yiyeceklerden oluşan bin tonluk bir yardımı göndereceklerini söylüyor.
Evet o bölgenin insanı genellikle pirinçle beslenir, bu insanlara pirinç temin etmek yerinde bir karar. Ancak Türkiye kendisi pirinç ithal eden bir ülke ve pirinçin kilosu sekiz lira. Türkiye’den oraya nakliyesi de çok zaman alır. Banladeş’de pirinçin kilosu iki lira, yani aynı para ile Bangladeş’te tam dörtbin ton piriç alınır. Türkiye pirinç ithal edip göndereceğine, aynı para ile Bangadeşte pirinç alsa ve aynı gün ihtiyaç sahiplerinin tenceresinde kaynasa olmaz mı?
Olur da o zaman da reklam yerini zor bulur.
Hani yardımda, sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmayacaktı?
Avesta’nın „Aynana bak“ sözü ne kadar güzel bir söz. Acaba Türkiye’deki yöneticiler, hiç kendi aynalarına bakıyorlar mı?
Baktıklarını hiç sanmıyorum. Eğer bir kere kendi aynalanına baksalardı, Myanmar’da yapılan insanlık dışı zulme, daha değişik bakarlardı.
Türkiye; anayasal gerekçelerle, İslam – Hanefi mezhebini inanç olarak, çocuklara dayatıyor. Bu dayatma Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne rağmen devam ediyor. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Anayasa’nın 90’nıncı Maddesi’ne göre kanun hükmünde olmasına rağmen, Türkiye inatla çocuklara Müslüman – Hanefi inancını dayatmaya devam ediyor.
Türkiye’de takriben 15 – 16 milyon Alevi vatandaş yaşıyor. 1925 yılında Atatürk’ün çıkardığı Tekke ve Zaviyeler yasasına göre, Alevilik yasak. Dedelik yasak. Alevilerin ibadethaneleri olan Cemhaneler yasak. Kısaca bu insanlar, inanç olarak Türkiye’de yok sayılıyor ve zaman, zaman da insanlar, Malatya, Maraş ve Sivas’ta olduğu gibi devletin saldırısına uğruyorlar. Devlet planlı bir şekilde, bu insanları Müslüman – Hanefi yapmaya zorluyor.
Türkiye’de; 20 milyon kadar da Müslüman – Şafi-i yaşıyor. Bir tek Şafi-i Camisi yoktur. Diyanette görevli bir tek Şafi-i din adamı yoktur. Devlet Şafi-i köylerine, devlet memuru olarak Hanefi din adamı atıyor. Kısacası devlet 20 milyon Müslüman – Şafi-i vatandaşı yok sayıyor ve onları da Müslüman – Hanefi yapmaya çalışıyor.
1990’lı yıllarda Türk ordusu 4000’nin üzerinde Kürd köyünü yaktı. Bu köylerde yaşayanlar da, Müslüman Türkiye’nin, Müslüman vatandaşları idi. Tek suçları Kürd Müslüman olmaları ve devletin dayattığı köy koruculuğunu kabul etmemeleriydi. Türk ordusu köylere saldırdı, köylülerin eşyalarını almalarına bile izin vermeden, evlerinden çıkardı ve benzin dökerek insanların gözü önönde evlerini tek tek yaktı. 3 milyon insan yollara düştü. Ne yerler, ne içerler, nerede barınırlar hiç kimse ne duydu ve ne de sesini çıkardı. Yardım etmek isteyenlere de askerler engel oldu.
Bu gün hala o insanlar köylerine dönemiyor ve köyler ören yerine dönüştü. Bir arkadaş ile benim girişimlerim sonucu, Almanya’da bir Vakıf aracılığı ile Dünya Bankası;nın bağışlarıyla bu köyleri yeniden yapmak istedik. Dönemin Başbakanı Ecevit ve hükümeti engel oldu, izin vermedi.
Bu insanlar genellikle hayvancılıkla geçiniyorlardı ve Türkiye’nin et ihtiyacının önemli bir kesimini karşılıyorlardı. Et ve Balık Kurumu’nun kestiği sahipsiz hayvanların etini kavurma olarak saklayacak deposu kalmadı. Dönemin Başbakanı Özal; ucuza ve taksitle devlet memurlarına, kavurma dağıttı. Ben o zamanda yazmıştım „yiyin beyler yiyin, acısını sonra çok çekersiniz“. Evet şimdi de kilosu 50 liraya ucuz, ucuz kıyma yiyiyorlar.
2015 yılında devlet, “Teröristler hendek kazdı, tunel kazdı ve barikatlar oluşturdu” diye, başta Sur ve Cizre olmak üzere ondan fazla şehri bombaladı ve yerle bir etti. Peki hendekler kazılırken ve barikatlar oluşturulurken, Devlet neredeydi?
Dünya’da hangi ülkede “terörist gizleniyor, hendek kazdı ve barikat oluşturdu” diye 10 şehri bombalayıp, yerle bir etti?
Bu enkazın altında, binlerce masum insan can verdi. Cizre’de çırılçıplak soyulmuş ve öldürülmüş kadınların bedenleri sergilendi. 500 binden fazla insan, canını kurtarmak için bir meçule doğru yola çıktı. Aylarca kuşatma altında kalan insanlara bir lokma yiyecek ve bir şişe su veren olmadı. Vermek isteyenler, teröristlere yardım etmekle suçlandı.
Ankara’da siyaset, askere sadece bombaya devam mesajı veriyodu. Emine Erdoğan hanım o zaman hiç ortalıkta görünmedi. Myanmar’da Budistlerin zulmüne uğramış, Müslüman kardeşini görüp, Cizrede Müslümanların zülmüne uğramış ve çıplak bedeni sergilenen Müslüman kadın kardeşini görmeyenlerin samimiyetine inanmak çok zor geliyor.
Myanmar’da Budistlerin Müslümanlara yaptığı ile Müslümanların Surda, Cizrede Müslümanlara yaptığı arasında ne fark var?
Türkiye Devlet Başkanı ve söylediği insani sözlerinden dolayı hapis yatmış Erdoğan ile Barış Ödülü sahibi ve 15 yıl hapis yatmış, Myanmar Devlet Başkanı Aung San Suu Kyi arasında ne fark var?
Cizrede; çıplak sergilenen Kürd kadının bedeni, Türk kadının yüz karası olmaya devam edecek.
Siyasetçiler ve aydınlar, aynada kendilerini görme cesaretine sahip olmalıdırlar.
Aydın sırtını bir yere yaslayıp konuşursa, arkasını göremez yarım konuşur.
Yarım fikrin hiç kimseye faydası olmaz, sahibine ve yaslandığı yere zarar verir.
Eylül 2017
İbrahim Aksoy