Sabahları araba ile işe giderken, Almanya’nın „Deutsche Funk“ adlı radyo kanalını dinliyorum. Her sabah 6.30 haberlerinden sonra, „günün sözü“ adı altında 5 dakikalık bir yorum programı var. Bu yorumu yapanlar ise genellikle din adamları, yani Papazlar. Her gün bir ilin Papazı o günün yorumunu radyo dinleyicilerine sunuyor.
Yorumlarda dini bir propoganda yapılmıyor. Daha çok Almanya’nın gündeminde yeralan herhangi bir konu üzerine humaniter bir bakış açısı ortaya konuluyor.
Bu yorumları da en az haberler kadar can kulağıyla dinliyor ve kendi adıma birçok sey öğrendiğımi de itiraf etmek istiyorum.
Bu nedenle birkaç gün önce dinlediğim bir yorumu sizlerle paylaşmak istiyorum, çünkü konunun benim kadar sizin de ilginizi çekeceğine inanıyorum…
Konu, Avrupa’da Minareli Cami yapma talebiyle ilgiliydi…
Ancak Papaz’ın dediklerinden önce, Avrupa’da Minareli Cami yapma talebine kısaca değinmek istiyorum.
Bilindiği gibi Avrupa’ya göç ile birlikte, dini açıdan da çok kültürlü bir tablo oluştu. Avrupa ülkelerinde, diğer inanç grupları gibi Müslumanlar da kendilerine topluca ibadet edebilecekleri mekanlar oluşturdular.
Işe, birer sivil toplum örgütü olan cami derneklerini kurarak başladılar. Açtıkları bu derneklerin bir köşesini mescide dönüştürdüler. Zamanla da bu mescitleri birer camiye dönüştürdüler. Bu camiler aracılığıyla ciddi anlamda örgütlendiler.
Bu durum, Müsluman göçmenlerin yaşadıkları ülkelerle uyumunu belli ölçülerde engeledi, hatta zaman zaman dışlanmalarına, itilip kakılmalarına da neden oldu.
Çünkü bugün Avrupa’nın Müsluman göçmenlerle yaşadıkları uyum sorunun temelinde dini etken, ciddi rol oynuyor -açık söylenmese de- tıpkı, Türkiye’nin AB’ye alınmaması gibi.
Mesela Almanya’ya aynı dönemde gelen, Yunan, Ispanyol ve Itallyanlar bugün bir uyum sorunu yaşamazlarken, üstelik Türk ve Kürtlere göre ulusal değerlerini de daha iyi korumalarına rağmen, Türk ve Kürtler hala ciddi bir uyum sorununu yaşıyorlar. Uyumsuzluk, sonradan gelenlerle sınırlı değil, burada doğup büyüyenler için de geçerlidir.
Aynı dini paylaşan Hırıstiyan göçmenlerle yerli halk, hayatın farklı alanları gibi, dini alanı da birlikte paylaşıyorlar, dini hayatı olmayanlar açısından da yine din bir değer yargısı olarak, onlar için ortak bir payda oluşturuyor.
Müslumanlar açısından durum böyle değil…
Sokakta, işte ve komşuluk ilişkilerinde aynı ortamı paylaşmalarına rağmen, dini alan da farklılaşıyorlar. Bu farklılaşma, Avrupa’da büyüyen çocuklar açısından daha üç yaşından itibaren başlıyor.
Çocuk yuvalarında domuz etini yiyen, yemiyen bağlamında ortaya çıkan bu durum, okul yaşlarında da din dersine girip, girmeme çerçevesinde devam ediyor. Buna aile içi ilişkiler ve Hırıstiyanlığa karşı olan geleneksel değer yargıları da eklenince, Avrupa’da doğup büyüyenler açısından da bir uyum sorunu ortaya çıkıyor…
Işte bu uyumsuzluk, belli ölçülerde kimi semboler aracılığıyla da kendisini hisettiriyor. Müsluman göçmenler için en önemli sembol ise, kurmuş oldukları dernek camilerine bierer minare eklemek, ya da minareli camiler inşa etmek….
Bu minareli cami talebi son dönemlerde, çok daha yoğun bir şekilde gündeme gelince, kamuoyunda ciddi bir biçimde tartışılmaya başlandı, üstelik toplumun her kesimi tarafından.
Işte o gün, günün yorumunu yapan Papaz da programa Berlin’den katılmış ve konuşmasını da Avrupa’da Minareli Cami yapma talebine ayırmış ve kafamızdaki din adamı imajına aykırı düşebilecek bir görüşü ileri sürüyordu. Yani görevi Hristîyanlığı yaymak olan bir Papaz, Avrupa’da Minareli Cami yapma talebini destekliyordu.
Destekleme argümanı, çok daha ilginçti. Bir din adamından ziyade bir felsefeci mantığıyla olaya yaklasıyor ve düşüncesini özetle şöyle formüle ediyordu Papaz; „Avrupa’nın her tarafında cami yapılmasından yanayım. Bu çok kültürlülük ve dinler arası uyum açısından önemli ve gereklidir. Mesela Berlin’de yapılacak minareli bir caminin imamı yarınlarda Istanbul’a geri dönüş yaparsa, inaniyorum ki, o da Türkiye’de Hristiyanların kilise yapma taleplerine destek verecek, ve Türkiye’deki farklı inanç gruplarını dışlayan anlayışın ortadan kalkması için mücadele edecektir…“
Programın sonunda, yapmış olduğu bu yorumu dinleyicilerle birebir paylaşıp, tartışmak için, özel telefon numarasını da anons edip konuşmasını bitirdi Papaz.
Anons ettiği telefon numarasını o anda kaydetme olanağım yoktu. Ancak olanak olsaydı, ona söylemem gerekenleri o anda kendi kendime; „Ya sen çok çok iyi niyetli ve saf bir din adamısın, ya da zerre kadar Türkleri tanımıyorsun“ diye söylenip durdum.
Sizce de Papazın dediği gibi, yapılmasını istediği Berlin Camisi’nin imamı, Istanbul’a döndükten sonra Papaz’ın ondan beklediği davranışı mı sergiler, yoksa bulunduğu cemaatte; „Ey Müslumanlar atalarımızın kılıçla yapamadıklarını biz bugün iman gücüyle gerçekleştiriyoruz. Birer işçi olarak gittiğimiz gavur memleketinde, kendileri için yaptıkları yasaların boşluklarından yararlanarak, ilk başta dernekler kurduk. Dernekleri yavaş yavaş birer mescide, mesçitleri ise camilere dönüştürdük. Daha sonra o camilere birer minare ekledik. Allah’ın izniyle ve kafirlerin ana merkezlerinde diktiğimiz minarelerin gücüyle, yakında tüm Avrupa’yı müslumanlaştıracak, yeşil bayraklarımızı hiç inmeyecek bir şekilde kalelerinin burçlarına dikeceğiz“ deyip, ne kadar büyük bir mücahit olduğunun müjdesini mi verecektir.
Sizi bilmem, ama ben imamın bir mücahit edasıyla hereket edeceğini, dolayısıyla Papaz’ın da bu konuda ciddi bir yanılgı içerisinde olduğunu düşünüyorum.
Ancak, Papaz’ı yanılgısı, onun bu konuda ortaya koyduğu argümanın yanlışlığı değil, müslumanların, bu konunun özelinde de Türklerin olaylara ve olgulara çifte standartlı yaklaşımlarını gözardı etmiş olmasıdır…
10.05.2007